Esnaflık ve Anadolu
Üreticilerin meşgul olduğu işe göre sınıflandırılmasından doğan esnaflık insanlık tarihi kadar eskidir. Osmanlı toplumundaki esnaflığın kökenleri daha önceki Türk-İslam devletlerine kadar uzanır. Her esnaf kolunun kendine mahsus gelenekleri ve her mesleğin bir piri vardır. Mesela Hz. Adem çiftçilerin, Hz. İdris terzilerin, Hz. Yusuf saatçilerin, Hz. Davut demirci ve zırhçıların, Hz. Lokman hekimlerin, Hz. Muhammed tacirlerin, Selman-ı Farisi berberlerin, Ahi Evran ise debbağ esnafının piri sayılır. Genel olarak esnaf birlikleri "ehl-i hiref" adıyla da anılır. Evliya Çelebi, XVII. Yüzyılda İstanbul'da ki esnaf birliklerinin hangileri olduğunu tek tek adlarını vererek sarar. Osmanlılarda esnaf denilen sanat ehli, devlete ait iş ve işyerlerinde çalışanlarla serbest çalışanlar şekilde iki ana kısıma ayrılır.[1]
En genel çizgileri ile esnafı; şehir ve kasabalarda, mal ve hizmet üretimini ile ilişkili herhangi bir iş kolunun belirli bir alanında uzmanlaşmış olarak çalışanların meydana getirdiği mesleki örgütlenmeler olarak tanımlayabiliriz. Burada, iş kolunun belirli alanı değimini, her mal ve hizmet diye tasrih etmemiz gerekir. Çünkü,esnaf örgütlenmeleri bugün bildiğimiz anlamda belirli bir iş kolunun bütününü hatta birkaç mal veya hizmeti ihtiva eden bir bölümünü kapsamaktan, oldukça farklı, çok dar ve sınırlı zümreler halinde her bir malın hammaddeden başlayarak nihai tüketime hazır hale gelinceye kadar geçirdiği üretim aşamalarının her biri ayrı bir esnaf birimi olarak örgütlenmekle kalma ayrıca her aşamada farklı mal türleri varsa onlarda ayrı birer örgütlenme birimi oluştururlardı.[2] Bunu bir örnek dahilinde açıklayacak olursak; derinin serüvenine bakalım, canlı hayvan ticaretinden, kesiminden ve ayakkabı halini alıncaya kadar geçtiği her ticari aşama birbirinden bağımsız ticari örgütlenmelere mensuptur.
Selçuklu dönemi esnaf birliklerinin devamı olan ve genellikle şehir ve kasabalarda bulunan Osmanlı serbest esnaf kuruluşları, rekabet prensibi yerine karşılıklı kontrol ve yardımlaşma esasına göre teşkilatlanmışlardı. Aynı meslek ve sanat erbabı bir arada çalışır ve birbirlerini denetlerdi. Hiyerarşik yapıda teşkilatlanmış olan esnaf sisteminde esnaf şeyhi, esnaf kethüdası, yiğitbaşı, usta, kalfa ve çırak yer alıyordu. Bunların görev, yetki, sorumluluk ve hakları geleneklere ve nizamnamelere göre düzenlenmiştir. Sanat öğrenmek için bir usta yanına çırak olarak giren kişinin ustasına tam anlamıyla itaat etmesi ve girdiği sanat kolunun geleneklerine uyması şarttı. Çıraklar bir tek ustaya bağlı değillerdi; ancak birliğin izni olmadan çalıştıkları ustayı terk edemezlerdi. Çıraklık döneminde ihtiyacına göre bir ücret alan aday, belli bir süre çalıştık dan ve mesleğinde ilerleyip kendini ispatladıktan sonra kalfalığa yükseltilirdi. Kalfalığı sırasında ücreti artar, ustasının emrinde imalathanede üretimde bulunur ve çıraklara nezaret ederdi. Yine belirli bir süre çalışıp mesleğinin inceliklerini iyice öğrendikten sonra törenle ustalığa geçerdi. Birlikteki en iyi ustalara "ihtiyar" denirdi. Bu sırada yeni ustaya yiğitbaşısı tarafından dualarla şet veya peştamal kuşatılır, usta olacak kalfanın yaptığı işler ustalara gösterilirdi. Bunlar ustalar ve zengin esnaf tarafından satın alınır, toplanan paralar yeni usta için sermaye olurdu.[3]
2.Osmanlı Esnaf Teşkilatı İçerisinde Lonca Sistemine Gidilen Süreçte; Fütüvvet Ve Ahi Birlikleri
Kendi yapısı ve doğasıyla fütüvvet anlayışı Anadolu'da Türklere has özelliklerini ve şekillerini alarak ahilik adıyla karışımıza çıkmıştır. Bu ahi birlikleri ise gelişen ve değişen süreçte meslek örgütleri olarak lonca sistemi ile değişim yaşamıştır.
2.1. Fütüvvet ve Fütüvvet Birlikleri
Fütüvvet kelimesini sözlük anlamı gençlik, kahramanlık ve cömertliktir. Bu kavramın tarihi gelişimini ve evrimini iyi anlayabilmek için cahiliye devrinde Arap toplumundaki feta* tipinden, İslamiyet sonrası dönemde kurumlaşmış olan fütüvvet teşkilatına, bu teşkilatın sufilikle birleşerek tasavvufi bir nitelik kazanmasına bundan sonrada esnaf kesimiyle bütünleşerek mesleki bir nitelik taşıyan ahilik kurumuna dönüşmesine kadar yaşanan süreci bir devamlılık olarak görmek ve birinden ötekine geçişin nasıl oluştuğunu iyi belirlemek gerekir. [4]
İslamiyet öncesi dönemlerde fütüvvet kavramına rastlanmamış olması bize o dönemin Arap toplumunda böylesi bir kurumsallaşmanın olmadığını göstermektedir. İslami dönemde büyük olasılıkla Emeviler döneminin ortalarına doğru ortaya çıkan bu anlayış; ahlaklı, cesur ve cömert olmak gibi bazı vazgeçilmez nitelikleri kapsar. Bununla beraber merkezi yönetimin zayıfladığı dönemlerde toplumsal düzene karşı çıkan genç ve bekar erkeklerden oluşan bir sosyal kesimi belirlemesi, Abbasiler döneminde gerçekleşmiştir. Abbasi Devleti'nin son dönemlerinde önemli bir otorite boşluğu olmuştu. Halife Nasır bu nedenle fütüvvet teşkilatlarını merkezi otoriteye bağlamıştır.[5]
Hem Selçuklular döneminde hem de özellikle Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde fütüvvet birliklerinden yararlanıldığını görüyoruz. O dönemde oldukça etkili bir kurum olan fütüvvet birlikleri devletin sınırlarını koruma konusunda da önemli görevler üstlenmişti. Bölükler oluşturarak iç karışıklıklarda ve uç bölgelerde ki ayaklanmalarda kullanılmışlardır. Bununla beraber savaşlarda görev yaptıklarına ilişkin kanıtlar yoktur.[6] Fütüvvet başlangıçta tasavvufi bir içeriğe sahipken 13. Yüzyıldan itibaren sosyal, ekonomik ve siyasal bir yapılanmaya dönüşmüştür.[7]
Eski çağlarda her mesleğin bir tanrının bir tanrıçanın koruyuculuğu altında gelişmesiyle fütüvvet pirinin eski bir peygambere, o peygamberinde halife Ali yolu ile Hz. Muhammed'e bağlanması arasında ilişkiler vardır. Eski Anadolu inançlarına dayanan Bektaşilik ve Alevilik ile fütüvvet arasında ki sıkı yakınlık bunların kaynaklarının da birbirine yakın olduğunu göstermektedir.[8] Fütüvvetle ahiler içi içe geçmiş ve bütünleşerek kaynaşmışlardır.
2.2. Ahilik ve Ahiliğin Tarihsel Gelişimi
"Ahi" kelimesi Arapçadır ve "kardeşim" demektir. Yüzyıllarca kökenini aldığı benzeri bir kuruluş yani fütüvvecilik halinde sürüp gelirken hatta gene uzun süre, ahiliğin ortaya çıktığı Anadolu'da da Arap-İslam aleminde ki bu eski Arapça adıyla anılırken Türklerle meskun Anadolu'da başka bir nitelikte ve bir Türk kuruluşu olarak çıkıp o zamana dek bilinen "fütüvvet" adını bırakarak "ahi" şeklindeki başka bir Arapça kelimeyle anılması çok gariptir.[9]
Ahi Birliklerinin nerede ve ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, bazı tarihi olaylar bu teşkilatın kuruluşu hakkında fikir vermektedir. Mesela, ahiliğin bütün Anadolu'ya yayılmasına hizmet eden Sultan Alau'd-din Keykubat'ın 1237 yılında oğlu ikinci Gıyasu'd-din Keyhüsrev tarafından öldürülmesi üzerine, Ahilerle Türkmenlerin bu Sultana karşı direnişe geçtikleri bilinmektedir. Ahi Birliklerinin bu olayla XIII. Yüzyılın birinci yarısında güçlü ve yaygın bir teşkilata ve müessiriyete ulaştığı göz önüne alınırsa bunların Türklerin İslamiyet'i toplu kabul etmeye başladıkları X-XI. Yüzyılda kurulduklarını söylemek mümkün görünmektedir.[10]
Türkler, İslam medeniyet dairesine girdikten sonra, İslamiyet ferdi bir inanç nizamı olmanın ötesinde sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, bütün alanlarda hayat tarzı haline gelmeye başlamıştır. Bu dönemde cami, medrese, tasavvuf gibi kuruluşların yanında fütüvvet teşkilatı ile de karşılaşmışlardı. Bu yeni din bütünüyle Türk sosyal hayatını etkilerken, diğer taraftan evvelce mensup kültür unsurları ve kurumları, bu yeni din içinde kendilerine hayat bulmaya çalıştılar. Bu değişimi yaşayan kurumlardan alplık, ata babalık, ak-sakallılık gibi sosyal kurumlardır ki, bunlar fütüvvet teşkilatı içinde yerlerini aldılar. Bilhassa Anadolu'da toprağa yerleşme, Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde tarihi bir misyonu yerine getirerek devlet içinde devlet gibi bir kurum oluşturdular.[11]
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Osmanlı hakanları devletin kurucusu olan Osman Gazi'den itibaren; hem Anadolu'nun Türkleşmesi, hem de ticari ve iktisadi hayatın düzene konulması için ahilere büyük önem vermişlerdir. Bu önemde tabi ki ahilerin nüfuzunu ülke çapında arttırmıştır. Ahi teşkilatının Anadolu'nun Türkleşmesinde ticaret ve sanayie Türklerin hakim olmasında oynadığı üstün rolden de söz etmek zorundayız.[12]
Ahiliğin başlangıçta bir esnaf teşkilatı olarak ortaya çıkmadığı, içlerinde kadınların, müderrislerin, devlet adamlarının, askeri görevlilerinde olduğu; Ahilerin toplumun bütün kesimlerini kucakladığı bilinmektedir. Ahiliğin ilkeleri bir tür özel tüzük sayılabilecek Ahi şecerenamesi ve fütüvvetnameleriyle belirlenmiştir. İş, meslek, ahlak disiplini ve şeyh, usta, kalfa, çırak, yamak hiyerarşisi doğrultusunda çalışmayı bir ibadet kabul eden sınai, ticari, askeri, ekonomik, toplumsal, eğitsel ve kültürel faaliyetlerde bulunan bir sivil toplum kuruluşudur.[13]
Osmanlılar 'da kuruluştan itibaren ahi teşkilatı ile esnaf teşkilatı arasında bir ilişkini mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ahi teşkilatı içinde yer alan ahi baba ve şeyh gibi görevliler, XIX. Yüzyılın ilk yarısına kadar bazı esnaf birliklerinin amirleri olarak mevcudiyetlerini korumuşlardır. Ancak bu amirlerin görevleri önceki yüzyıllarda olduğu gibi birlikler üstü bir nitelik taşıyıp mensubu oldukları esnaf birliğiyle sınırlıydı. Bununla birlikte ahi baba denilen kişi, belirli bir mekânda teşkilatlanmış bütün esnaf birliklerinin üstünde yer alıyordu. Bu üst amir esnaf birlikleri tarafından seçilmekte ve kadının i'lamı üzerine devlet bu kişiye berat vermekteydi.[14]
2.3. Ahi Birliklerinde Çözülüş Süreci
Ahi birlikleri, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren yavaş yavaş çözülmeye başlamıştır."Ahi Birlikleri niçin çözülmüştür?" sorusuna cevap vermek hiçte kolay değildir. Gerçi, ticaret yollarında ki ve iktisadi anlayıştaki değişikler ile İmparatorluğun iktisadi hayatta ki gerilemekler bu birliklerin çözülmelerinde önemli rol oynamıştır. Ancak, şurası da unutulmamalıdır ki tarihte hiçbir müessese kendi içinde ve kendi unsurları ile hırpalanmadan sadece dıştan gelen tesirlerle yıkılmamıştır. Bunun için Osmanlının XVI. yüzyılın sonundaki ekonomik durumuna bakmak lazım.
XVI. asrın başlarında Osmanlı devletine dışardan giren malların büyük çoğunluğu henüz Şarktan bilhassa Hindistan'dan geliyordu. Buna mukabil bu ülkeye mal satılmadığından memleketin altın ve gümüşleri devamlı bir şekilde Şarka akmaktaydı. Her ne kadar bunun önüne geçilmesi için Şarktan gelen tüccarların getirdikleri mal yerine yine mal götürmeleri hususunda bazı tedbirler alınmışsa da bunda pek başarılı olunamamıştır. Aynı dönemde batıdan satılmak üzere gelen sanayi eşyası yok denecek kadar azdı buna mukabil Avrupalı tüccarlar Osmanlı ülkesinde hammadde ile hububat ve hayvan gibi gıda maddeleri alıyorlar ve karşılığında altın ve gümüş bırakıyorlardı. XV. yüzyılın sonlarına doğru, Amerika'nın keşfi ve açık deniz ticaretinin gelişmesi sonucu Avrupa'nın gıda ve hammadde ihtiyacı hızla artmaya başladı. Batılı tüccarlar Osmanlı üreticilerine kendi ayağında yerli esnafa nazaran daha yüksek fiyat vermeye başladılar.[15]Bu şartlar esnafı güç duruma soktu ve narh sistemiyle artık mal üretemez duruma geldi.
Osmanlı, merkezi yönetimi güçlendikçe Ahi Birliklerini kontrol altına almaya çalışmıştır. Önceleri birlik yönetimine seçilenlerin hükümet onayından sonra göreve başlamaları sağlanmış, bu şekilde dolaylı bir denetim mekanizması kurulmuştur. Daha sonra bununla da yetinilmeyerek bazı yöneticiler tayinle iş başına getirilmeye başladı. Ahi Birliklerine vurulan ikinci darbe 1587 yılında yayınlanan bir fermanla yeniçeri ve sipahi zümrelerine esnaflık hakkının tanımış olmasıdır.[16]
İşte bu durumlar esnaflar tarafından hoş karşılanmadı. Ahi birliklerinde bozulmalara sebep oldu ve çözülme süreci başladı. Bundan sonra Lonca Sistemine bir geçiş oldu. Lakin burada sistem tamamen ortadan kalkmamıştır sadece belli değişikliklerle lonca adını almıştır.
2.4. Lonca Sistemi ve Lonca Sitemine Geçiş
Anadolu topraklarından, örgütlenme ihtiyacı duyarak bir araya gelen ve fütüvvet anlayışını benimseyen Ahi Birlikleri, zamanla Osmanlı loncaları şeklinde örgütlenerek meslek örgütleri halini almıştır. Zamanla bir takım farklı özellikler kazanmış olmalarına rağmen, sona erdikleri döneme yaklaşıncaya kadar söz konusu anlayışın özelliklerini sürdürmüşler ve ahiliğin mesleki ve ekonomik yanını devam ettirmişlerdir.
Ahi birliklerinde yapısal değişiklik, zaviyelerden loncalara geçildiği XVI. yüzyılda görülür. O dönemlerde büyük kentlerde bütün tüccarlar, zanatkarlar, esnaf ve işçiler lonca çevresinde teşkilatlanmışlardır. Prof. Türkdoğan'a göre Ahi Birlikleri bu tarihten sonra kuruluş devrinde ki siyasi, sosyal, dini… fonksiyonlarını kaybederek " dayanışmacılık" zihniyetini yitirmiş ve sadece meslek çıkarlarını düşünen "işbirlikçi" bir dünya görüşünü benimsemiştir. Bun anlayış farklılaşmasına sebep olan diğer bir faktörde " gedik" tanınmış olmasıdır. Gedik kelimesi Türkçe olup, imtiyaz anlamına gelmektedir. Böylece XII. Yüzyıldan XIV. Yüzyıl sonlarına kadar Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini siyasi, iktisadi, dini, askeri, sosyal… alanda etkileyen ahi birlikleri, bir meslek birliği haline gelmeye daha doğrusu" lonca"laşmaya başlıyordu.[17]
Loncalar durgun bir ekonomi, sınırlı bir piyasa gibi özel şartlar içinde oluşmuş çeşitli bölgelerde ortaya çıkan koşulların ortak bir ürünüdür. Lonca yapısı içinde yer alan üyeler, bağımsız hareket edemiyor ve çok fazla yenilik yapamıyordu. Bir esnafın loncasını bırakıp gitmesi mümkün olmadığı gibi bir dükkânda iki usta bulunamazdı. Sadece zanaatkârlar değil çalışan her grup lonca içinde örgütlenmişti. Mesleki bir beceriyi gerektirmeyen alanlarda ise örgütlenmeden dolayısıyla ayrıcalıklı özel haklarından bahsedemiyoruz. Elbette bu birlikler içerisinde en önemli olanları esnaf loncalarıydı.[18] Osmanlı kentlerindeki loncalar, ekonomik yaşamın temel ekseni durumundaydı. Kentlerde ki hareketliliği şüphesiz loncalar gerçekleştiriyordu. Küçük atölyeler kentlerde kurulmuştu. Kent halkı esas olarak gelirini bu iş yerlerinden sağlamaktadır.[19] Loncalar, vergi gelirlerini devlet adına toplayarak ve bazı durumlarda devletin arz hedeflerini gerçekleştirmek için çalışan yarı resmi kuruluşlar gibi görev yapıyordu.[20]
Esnaf birlikleri her zaman yerel olma özelliklerini, hiçbir zaman ulusal bir kimliğe sahip olamamışlardır. Genel yapının İslam anlayışının önemli rol oynadığını bildiğimiz esnaf birliklerinde dinsel farklılıklar çok fazla ayırıcı bir etki yapmamıştır.[21] Önceki loncalarda aynı dinden olanların üyeliği söz konusuydu, ancak devlet sınırları genişledikçe daha fazla sayıda Müslüman olmayan kişi ülkede yaşar hale gelmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeler sonrasında farklı dinlere inana kişilerin ortak çalışması olayı gündeme gelmiştir. Özellikle bazı iş kollarında Müslüman olmayanların daha yoğun şekilde faaliyet gösterdiklerini görüyoruz. Hangi dine inanmış olursa olsun bütün Osmanlı esnafı 1180 ile 1768 yılları arsında aynı loncada faaliyetlerini sürdürebilirken bu tarihten sonra farklı dinlere inanmış kişiler ayrı ayrı loncalar kurmuştur.[22]
Osmanlı devletinde sefer sırasında ordu ihtiyaçlarının loncalar tarafından üretilmesi, bazı loncaların ordu içinde görev alması gibi hizmetleri dolayısıyla loncalar bütün bir örgüt olarak geniş ölçüde desteklendi ve korundu.
2.5. Lonca Sisteminin Sonu
Endüstri devrimiyle ortaya çıkan kriz, bazı loncaları diğerlerinden önce etkilemiştir. Büyük şehir ya da liman bölgelerinde bulunan ve kapalı ekonomisi olan loncalara göre daha çabuk etkilenmişlerdir. Örneğin; Osmanlı idaresinde ki Balkanlarda bulunan loncalar varlıklarını XIX. Yüzyılda da sürdürmüşler, hatta kimi yerlerde iş potansiyellerini arttırmışlar buna karşın İstanbul ve diğer büyük şehirlerde bulunan loncaların güçleri azalmıştır. Ancak bazı yöneticiler, loncaların imalat yöntemlerini değiştirip işlerinin ölçeğini büyütmedikleri takdirde yok olacaklarının farkındaydılar. Osmanlı İmparatorluğu bu gerçeğin farkına XIX. Yüzyılda vardı yapılan reformlar açılan endüstri okulları, zanaatkârların yeni organizasyonlar içine dâhil edilmesi bu tarihlerde başlar. Ancak artık eski loncaları koruyabilmek mümkün görünmüyordu, çünkü çok geç kalınmıştı. Loncaların makineleşmeye harcayacak çok paraları vardı. Modern firmalarla yarışacak teknolojileri ve bilgi birikimleri yoktu.[23]
İşte be sebeplerden dolayı lonca sistemi çöküşe geçmiş ve son bulmuştur. Aslında bunu şu şekilde de değerlendirebiliriz; devletin çöküşe geçmesi ve zayıflaması lonca sistemini etkilemiş olup aynı şekilde loncaların çökmesiyle de devlet ekonomik olarak kötü bir sürece girmiştir.
Kaynakça
Baltacı, Cahit, "Osmanlıda Eğitim Sitemi", Osmanlı, C.2, İstanbul, 1995.
Pamuk, Şevket, 100 Soruda Osmanlı- Türkiye İktisadi Tarihi, 1500-1914, İstanbul, 1997.
Kuran, Timur, "Osmanlı Lonca Teşkilatı Üzerinde İslami Etkiler", Osmanlı, C.3, Ankara, 1999.
Ceylan, Kazım, Ahilik, Ankara, 2013.
Sevinç, Necdet, Osmanlılarda Sosyal Ekonomik yapı, C.1, İstanbul, 1978.
Uludağ, Süleyman, "Fütüvvet", TDVİA, C.13 İstanbul, 1996.
Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi.
Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1989.
Ekinci, Yusuf, Ahilik ve Meslek Eğitimi, İstanbul, 1990.
Ocak, Ahmet Yaşar, "Fütüvvetname", TDVİA, C.13, Ankara, 1996.
Anadol, Cemal, Türk-İslam Medeniyetinde Ahilik kültürü ve Fütüvvetnameler, Ankara, 2011.
Kal'a, Ahmet, "Esnaf", TDVİA,C.11, Ankara, 1995.
Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve ekonomi, İstanbul, 2015.
Akdağ, Mustafa, Türkiyenin İktisadi ve İçtimai Tarihi(1243,1453), İstanbul, 1995.
Dipnotlar
[1] Ahmet Kal'a, "Esnaf", TDVİA, C.11, Ankara, 1995, s.423.
[2] Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve ekonomi, İstanbul, 2015, s.293.
[3]Kal'a, a.g.m., s.424.
* İslam öncesi Arap toplumunda feta kavramı cesur olmak, ahlaklı olmak, cömertlik ve başkalarını düşünmek gibi başlıca üstün özellikleri niteleyen, eski asalet ve fazilet anlayışını temsil ediyordu, ancak bu, toplumda mevcut bir kurumsallaşmayı değil bağımsız bir kişiliği yansıtıyordu.
[4] Ahmet Yaşar Ocak, "Fütüvvetname", TDVİA, C.13, Ankara, 1996, s.261.
[5] Cemal Anadol, Türk-İslam Medeniyetinde Ahilik kültürü ve Fütüvvetnameler, Ankara, 2011 s.12.
[6] Mustafa Akdağ, Türkiyenin İktisadi ve İçtimai Tarihi(1243,1453), İstanbul, 1995, s.220.
[7] Süleyman Uludağ, "Fütüvvet", TDVİA, C.13 İstanbul, 1996, s.259.
[8]Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, s.891.
[9] Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1989, s.43.
[10] Yusuf Ekinci, Ahilik ve Meslek Eğitimi, İstanbul, 1990, s.15.
[11] Kazım Ceylan, Ahilik, Ankara, 2013, s.30.
[12] Necdet Sevinç, Osmanlılarda Sosyal Ekonomik yapı, C.1, İstanbul, 1978, s.78.
[13] Ceylan, a.g.e., s.30.
[14]Kal'a, a.g.m., s.424-425.
[15] Ekinci, a.g.e., s.49.
[16] Ekinci, a.g.e., s.53.
[17] Ceylan, a.g.e., s.63-64.
[18] Genç, a.g.e., s.295.
[19] Şevket Pamuk, 100 Soruda Osmanlı- Türkiye İktisadi Tarihi, 1500-1914, İstanbul, 1997, s.57.
[20] Timur Kuran, "Osmanlı Lonca Teşkilatı Üzerinde İslami Etkiler", Osmanlı, C.3, Ankara, 1999, s.97.
[21]Genç,a.g.e., s.299.
[22] Cahit Baltacı, "Osmanlıda Eğitim Sitemi", Osmanlı, C.2, İstanbul, 1995, s.143.
[23] Kuran, a.g.m., s.108-109.
Yazar: Murat DENİZ - Yayın Tarihi: 14.12.2016 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.11.2021 10:00