Faydasız Kitaplar 6: Atatürkçülük Nedir Kitabı Üzerin, Düşünce, Salih BORA

Faydasız Kitaplar 6: Atatürkçülük Nedir Kitabı Üzerine yazısını ve Salih BORA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsin

Faydasız Kitaplar 6: Atatürkçülük Nedir Kitabı Üzerine

13.01.2025 09:00 - Salih BORA
Faydasız Kitaplar 6: Atatürkçülük Nedir Kitabı Üzerine

Falih Rıfkı Atay'ı bilirsiniz. Malum Atatürk'ün gönüllü-kadrolu ve bütün imkânlarla donatılmış cevat kelle tarzında başyazarıdır. Atatürkçülük Nedir? Kitabında da diğer kitaplarını tekrar ederek, onun ideolojisini, reformlarını ve modern Türkiye'nin temellerini açıklamaya çalışan, kendince mantıklı açıklamalar bulmaya hatta ve hatta yanlış olarak gördüğü birçok şeyin de yanlış olduğunu kabul ederek bunlara bahaneler sunmaya gayret eden fazla önemli(!) bir eserdir. Bu eserin aşırı önemli olması kaçınılmaz bir durumdur, çünkü Falih Rıfkı, Atatürk'e yakın bir yazar olarak onun düşünce dünyasını, mücadelelerini ve Türkiye'yi dönüştürme çabasını -şaşıracaksınız belki ama- kendi cümleleriyle de ifade ediyor, edebiliyor yani. Oysa onun sadece Atatürk'ün istediği şeyleri yazdığını zanneder aydın kesim.(!) Buna gerekçemiz de cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk devrimlerine ve yeni Türkiye inşa çalışmasına tanık olan yazarın Atatürkçülüğü savunması, bu ideolojinin temel ilkelerini yaymaya çalışmış olmasıdır. Bu çalışmaları yaparken elbette anladığı kadarını kendi cümleleriyle anlatmış olma zaruretidir.

Bütün kitaplarında olduğu üzere, aslında flu şekilde ifade ettiği tek cümlesi vardır yazarın: Din kötü bir şey olup tasavvuf, şeriat ve medrese dinin içindeki daha derin kötülüklerdir… Dolayısıyla laikliği yücelten, Laisizm kavramını kullanan, medreselerin geriye gidişte çok önemli rol oynayan, tasavvuf ise yoldan çıkan ve çıkaran, şeriat bizzat kötülük olan… Yapılan bütün müdahalelere rağmen medrese-softa zihniyetinin devam ettiğini durup usanmadan anlatıyor. "Bütün Müslümanlık dünyasının gerileme ve çökme sebebi gâvur değil, softadır." (S. 22) Onun Osmanlı toplumuna yönelik bugün salim kafayla kimsenin itiraz edemeyeceği şeylere açıktan saldırısı da direkt Osmanlı düşmanlığına delalettir: "Afrika'dan getirdiğimiz Sünusî şeyhini el üstünde tutuyorduk. Cephelerde Türkleri öldürürken esir aldığımız Hint Müslümanlarını misafirler gibi ağırlıyorduk. Medine'de Peygamberin türbesini, İngilizlerle birleşerek saldıran Peygamber torunlarına karşı savunuyorduk." Yine ilginçtir, bir anda o eleştirdiği din adamlarının (kendi ifadesiyle softa-yobaz) kılığına giriyor ve aaa bi bakıyorsunuz aşağıda kendini tekzip ettiği şekilde din tanımı yapıyor: "Tanrıya inanırsınız. O'na karşı güvenlerinizi (ne demekse) yerine getirirsiniz. Din burada biter, ötesi şeriattır. Şeriatçılık demek, Müslüman toplumlarını yedinci yüzyıl Hicaz aşiretleri şartlarına doğru geri sürüklemek demektir." Elbette çok ciddi ve bilimsel altyapıya sahip tespitleri var hazretin: "Atatürk medreseleri kapayarak, eğitim birliğini kurduğu vakit ilk yeraltı medresesi Çamlıcalı Süleyman adında bir gerici tarafından işletilmiştir ki Atatürk'ün de, Atatürkçülüğünde en büyük düşmanları Süleymancılar denen bu takımdandır. Nurcular ve Süleymancıların demokrasi medreselerinden yetişmiş olanlar arasında pek çok olduğunu aydın müftülerimizden duydum." Bunca bilimsel tespit ve veriye dayalı (!) cümleden sonra hazret fetvayı yapıştırsa ne dersiniz? İşte onu deyin. Bugün bile bir sosyolojik mahallenin kullanmaya çalıştığı, kullandığı argümanlara temel olan… derken geldi fetva: "Hırsız iki rekât namazla, katil bir Hac masrafı ile suçluluktan kurtulduğunu sanmaktadır. Gerçekte ise Müslümanlık bir kul hakkı dinidir: Tanrı hiç namaz kılmayanı son nefesinde affeder de; zulmü, hak yemeyi, çalmayı bağışlamaz. Eğer camiler yalnız bu ahlak prensipleri üzerinde dursalar ve Müslümanlığın en başta bir kul hakkı dini olduğunu anlatsalar, toplum dinden büyük fayda görür."(S. 162)

Kitapta Kurtuluş Savaşı sürecini ve sonrasındaki devrimleri, Atatürk'ün gerçekleştirmek istediği mantık üzerinden okuyucuya sunuyor. Burada Atatürk'ün yapmak istediklerinin tamamının gerçekleşmediğini belirtmeliyiz. (Musul-Kerkük-Hatay ve başka devrimler…) Yazar bir topluluğa nutuk atar gibi veya mecliste konuşup öğüt verir gibi bir anlatım kullanmış bu kitapta. 1960'larda Atatürkçülük'ten uzaklaşıldığını ve mantığının unutulduğunu ifade ediyor. Özellikle Atatürk'ün partisi CHP'nin neden ve nasıl İnkılapçılıktan ve Atatürkçülük'ten koparak oy ve çıkar uğruna pirimler verildiğini eleştirel bir şekilde dile getiriyor. Dr. Moreau'nun Adası, Dünyalar Savaşı gibi ütopik-kurgubilim yazarı ve sosyalist olan aynı zamanda bilimkurgu türünün gizli radikalizmine, saldırgan hicivlere ve ütopik politik gündemlere yakın ve yatkın olan H. G. Wells'i kaynak kişi göstererek çok partili hayatın ve demokrasinin o an için geçersizliğinden (halkı cahil cühela görüyor çünkü) dem vuruyor: "Bir topluma danışma hakkından önce eğitim verilmelidir. Seçmen oy vermeden önce bilgilenmelidir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Yeteri kadar eğitim görmeyenin elinde oy pusulası yalnız faydasız değil tehlikelidir de." Günümüzdeki "benim oyum dağdaki çobanın oyundan kıymetli…" algısından başka bir şey değil elbette. Zaten Atatürk Ne İdi? Adlı Kitabında "Ben ömrümde onun (Atatürk) kadar tartışmaya katlanan devlet ve hükümet adamına rastlamadım. Çok genç yaşımda devamlı olarak yanında idim." Diyor. Garip olan da zaten başka bir devlet yapısı olması halinde kendisinin devletin en kuvvetli kişisinin yanında ve bu güçte olmayacağı gerçeğidir! Elbette kendisi hazretleri(!) artık tek parti dönemi olmadığını, o dönemin kutsal menfaatlerinin geride kaldığını fark etmek zorundalığı yaşamış ve hiç mutlu olmamıştır. Bu salvolar karşısında dönemin güçlü siyasi figürü Bülent Ecevit'in kendisine yönelik eleştirilerine de ağır şekilde cevap veren Atay bir anlamda bu kitapta, büyük özverilerle yapılan bu inkılaplardan uzaklaşılarak tekrar eski Osmanlı özlemleriyle, batı düşünce ve eğitim tarzından uzaklaşıldığını iddia ediyor.

Atatürkçülük konusunun, onun bile kafasında net şekilde yer almadığını ifade etmek lazım. Çünkü "Atatürkçülük" diye başladığı cümlelerini muhakkak medreseye, şeriata, tasavvufa ve karşıt olarak laikliğe getiriyor. "Akli ilimleri kapısından kovan ve yalnız şer'i ilimleri öğreten medrese, toplumun bütün dünya işleri üzerinde egemen olmak davasındadır. Batı'ya doğru bütün gelişmeleri önlemeye kalkışmaktan bir türlü vazgeçemez." (Syf.11) Medreselerin kapatılmasının mantığını anlatır uzun uzadıya… Islahı mümkün olanı kapatmanın tarih karşısında da bilim-felsefe-akıl karşısında da pek değeri yok oysa. "Bugünkü Batı uygarlığının mayası, eski Yunan ilim ve felsefesidir. Temeli nedir bu ilim ve felsefenin? İnsan aklını aramakta, sormakta bilmek; anlamak, açıklamak ve yorumlamakla hür kılmak!"( S.16) Falih Rıfkı için kendi cümlelerini bile kurabiliyor derken, gelinen nokta hayli ilginç. Atatürk, Atatürkçülük derken konu gelip Öz Atatürkçülük bile oluyor… "Millet bütün dünya işlerinde ne şeriat ne de herhangi bir ideolojinin baskısı altında olmayarak, yalnız günün şartları içinde kendisi için en yararlıyı düşünerek karar verir. Öz Atatürkçülük budur." (S. 21) O ne dediğinin farkında değilmiş gibi duruyor, bu sırf gâvurluğundan. Aslında pek ala biliyor: "Osmanlı Devleti'nin yönetimi şeriat esasları üzerine idi. Şeriat devlet ve millet işlerini Kur'an ayetleri hükümlerine göre yürütmek demektir." (S. 24) Demek ki o Kur'an ve hükümlerinden hoşlanmıyordu.

Bu noktaya gelmişken ilginç bir hususa daha değinmemiz gerekiyor. Günümüz reel politik şartlarında, hukuki kapsamda (5816) Atatürkçü olmayan, ana akım sayılmayan ve başa güreşen siyasi bir ekol var mı? Hayır yok. Sağdaki AKP+MHP+İP de soldaki CHP de Atatürkçü. Bu da en azından benin resmi görüşümdür! Falih Rıfkı nasıl bakmış peki? Anlatmaya çalışalım: "Atatürk sağa mı yakın sola mı? Atatürk ikisine de karşı. İkisi de birdir. "Al solunu, vur sağına!" (S. 115) İkisi de Türkiye'nin ilerlemesine engeldir. İkisi de Atatürk'ü yok etmeyi amaç edinmiştir." Bu şekilde söylüyor Falih Rıfkı Atay. Yine günümüz reel politiğinde onun söyledikleri esasen geleceğe dair hiçbir öngörüsü olmayan sığ bir yazar olduğunu gösteriyor. Buyurunuz: "Ayasofya; şeriatçılığa doğru gidilmek için kaba, kara ve koyu Atatürk düşmanları tarafından zorlanan bir kapıdır. Bu kapıyı kırmak, Atatürk'ün kabrini eşip kemiklerini çıkararak yakmak demektir." (S. 25)

Şunları benim değerlendirmem sayın lütfen: yazar kitapta sağ-sol gibi farklı ideolojik düşüncelere sert ve ciddi eleştiriler yapıyor. Atatürkçülük' ten milim dahi sapılmasına tahammülü yok. Tarihi bilgileri çarpıtarak kullanmakta mahir. Maharetinin pik yaptığı noktalar da Atatürk adına konuşmalarında bariz şekilde görülüyor. Onun başyazarı olmasının kendisine bu hakkı tanıdığını düşünmüş olmalı. Kafasındaki fikirleri de ona mal ediyor.

Kitapla alakalı sonuç niyetine cümleler yazmak zül olacak benim için. Bunca şey yazdıktan sonra zaten gerek de yok. Tek önerim konuyu önemli akademisyenlerden falan öğrenmeniz olacaktır. Günün adamı olan yağdanlıklardan, meşhur akşam sofralarının gediklilerinden değil. Bu işler bu kadar basit değil. Olmamalı da zaten. Aşağıya iki zırıltı yani alıntı bıraktım. Onları okuyun sonra Falih Rıfkı'nın zayıf, öngörüsüz, sabit fikirli vs vs. Siz en iyisi bir kahve pişirin ve için.

Hamiş dip zırıltı:

1. Kim derdi ki, çok değil yirmi beş yıl sonra kendi partisinin başındakiler medreseyi ve medrese ilkokullarını açıp Türk köy, kasaba ve şehirlerini 31 Martçı Nurcu çömezleri ile doldurduğu zaman kurtulmaya başlayacaklardı? Kim derdi ki, sonra yine partisine sollar girecek ve ona, onun yolundakilere "Burjuva!.." diyerek Kuvây-ı Milliyye sollarının öcünü alacaklardı? Bir gün hepimiz arasında: -Halk Partisi'nin sonuna kadar benim partim olarak kalacağını nasıl bileyim? derken, ne kadar haklı imiş.

2.Sağın derdi, sendenim diye yutkunarak; solun derdi, bendensin, diye kekeleyerek ondan kurtulmak! S179


Yazar: Salih BORA - Yayın Tarihi: 13.01.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 08.12.2024 22:04
3.256

Salih BORA Hakkında

Salih BORA

Yazar, Eleştirmen, Dergici

Salih BORA ismine kayıtlı 50 yazı bulunmaktadır.