Faydasız Kitaplar 8: Baş Veren İnkılapçı, Söyleşi, Salih BORA

Faydasız Kitaplar 8: Baş Veren İnkılapçı yazısını ve Salih BORA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Faydasız Kitaplar 8: Baş Veren İnkılapçı

24.02.2025 09:00 - Salih BORA
Faydasız Kitaplar 8: Baş Veren İnkılapçı

Falih Rıfkı. Gündemden gitmiyor bir türlü. Biz onu belli ki yanlış tanımışız. Sadece Atatürk'ün gönüllü-kadrolu başyazıcısı sanıyorduk. Oysa mesele sadece bu kadar değilmiş. Aslında aynı meselenin tarihi köklerinden süzülüp gelme bir durum. O yeni lider ve yeni rejim için, o yenilerin kökleşmesi için yapılması gereken her şeyi yapmayı kendine vecibe edinmiş azat kabul etmeyen köle adeta. Önceki rejime başkaldıran, devletin düzenini değiştirmeye yönelen, var olan yasal zemini anarşi ve terörle yıkmaya çalışan hemen herkesi kahraman ilan edinme cehdi edinmiş. Bunlardan biri malumunuz Ali Suavi. Rıfkı'nın oğlu Falih onun da kitabını yazmış. Tek çıkış noktası da Ali Suavi'nin inkılapçılığı olmuş. Daha doğrusu Atatürk inkılaplarına temel olması. Kitaba haşmetli ve dehşetli bir isim vermiş: Baş Veren İnkılapçı… İlk değerlendirmeyi alalım: "Türk inkılabının kökleri bu uzun geçmişin bağrındadır ve her devirde Türk kurtuluşu için doğru fikirler ve asil duygularla kalpleri çarpanlar Türk kurtuluşunun müjdecileridir. (S.9)

Ali Suavi Türkçülük fikrinin ilk eylemcisi kabul ediliyor. Bu kitabımsı şey onun hatırası adına telif edilmiş. Bu şey yeterince ilginç. Rıfkı'nın oğlu Falih, Ali Suavi için oluşturduğu notları bir bütün şeklinde yayımlarken, fazlaca uzun olan, bir önsözden çok daha uzun, bağımsız bir bölüm gibi yazmış giriş yazısını. Onun eserlerinin topluca yayımlanmadığından, söz ediyor.

Geneli şöyle anlatılanların: Ali Suavi siyasi ve sosyal sıkıntılara çözüm arayışı içinde. Bu çözüm gelip Türkçü görüşlere dayanıyor. Paris ve Londra'da bulunmuş, buralarda gazete çıkarmış. Ali Suavi adından önce Küçük Hoca namıyla anılırmış. Sultan Abdülaziz döneminde yurt dışında yaşamış, Sultan Abdülhamid zamanı memlekete dönmüş. Hükümetin aleyhinde olduğu, Galatasaray Sultanisi müdürlüğü yaptığı, Çırağan Sarayı'nı basarak çıkardığı isyan sırasında öldürüldüğü…

Faydasız kitaplardan yazarken onun kim olduğuna bir de farklı kaynaktan bakalım ve tarih bilgilerimizi güncelleyelim de faydalı olsun: "… Açılan bir imtihanı kazanarak Bursa Rüştdiyesi'ne muallim oldu (1856). Uygunsuz halleri şikâyet edilince ayrılmak zorunda kaldı. Simav'daki rüşdiyede ve Kurşunlu Medrese'de hocalık yaptı. … Sofya'da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe'de rüşdiye hocalığı ve tahrirat müdürlüğü yaptı. Azledilince İstanbul'a döndü. İstanbul'da şehrin fikir muhitleri olan paşa konaklarına devam etti, Şehzade Camii'nde vaazlar verdi. (1866). Dinî ilimlerde güçlü, hitabeti kuvvetliydi. Dinleyenleri tesir altına alabiliyordu. Şöhreti arttı. … Muhbir gazetesinin sahibi Filip Efendi'nin teklifi üzerine bu gazetede yazdı. … Belgrad Kalesi'nin teslimi ve Mısır'la ilgili tenkitlerle dikkatleri üzerine çekti. 21 Şubat 1867 tarihli Muhbir'de, gizli Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin hamisi Mustafa Fâzıl Paşa'nın Fransızca bir mektubunun yayını, aynı mektubun Nâmık Kemal tarafından Muhbir'den iktibasla yorumlanarak Tasvîr-i Efkâr'da yer alması üzerine, gizli cemiyetten herkes haberdar oldu. Ali Suâvi'nin Belgrad Kalesi'nin düşmesi ve Mısır meselesiyle ilgili Alî Paşa'yı şiddetle tenkit eden makalesi üzerine, sansür nizamnâmesi çıktı. Ardından 32. sayıda Muhbir hükümet tarafından bir ay süreyle kapatıldı. N. Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi sürgün edildi. Gizlice oradan ayrılarak İstanbul'a geldi ve Avrupa'ya kaçtı. … Ali Suâvi, Abdülaziz'in tahttan indirilişi ve V. Murad'ın çok kısa süren padişahlığı ardından tahta geçen II. Abdülhamid'in izni ile İstanbul'a döndü (Ekim 1876). … Midhat Paşa'nın azledildiği ve Meclisin kapatıldığı günlerde (Haziran 1877) Midhat Paşa ve meşrutiyet aleyhine yazdığı birkaç makale ile sarayın güvenini kazanan Ali Suavi, Mekteb-i Sultânî müdürlüğüne getirildi. Fakat kısa zamanda okul idare ve disiplininin bozulması ve aslen İngiliz olan karısı ile okulda yatıp kalkması dolayısıyla çıkan dedikodular yüzünden bütün resmî görevlerine son verildi (16 Aralık 1877). Abdülhamid'in gözünden düşen Ali Suâvi'nin 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (Doksanüç Harbi), Meclisin kapanması gibi memleket meselelerinin yaşandığı bu tarihten ölümüne kadar geçen süre içinde İngiliz ve Ruslar'la sıkı münasebette bulunduğu söylenmektedir. 20 Mayıs 1878 günü, Doksanüç Harbi yüzünden Balkanlar'dan İstanbul'a gelmiş Filibeli muhacirlerden topladığı yaklaşık 250 kişilik bir grupla Çırağan Sarayı'nı basarak büyük bir ihtimalle V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak isterken, Beşiktaş Karakolu muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa vurularak öldürüldü. Birçok araştırmaya rağmen, evindeki evrakın da karısı tarafından imha edilmesinden olay tam olarak aydınlanamamıştır. Hayatı gibi ölümünün arka planı gizli kalan Ali Suâvi'nin, hangi gaye uğrunda olursa olsun, II. Abdülhamid'e karşı V. Murad'ı yeniden tahta çıkarmak isterken can vermesi, bir süre sonra Jön Türkler tarafından millî bir kahraman olarak benimsenmesine ve bayraklaştırılmasına yol açmıştır." (İslam Ansiklopedisi)

Onun 127 eserinden bahsedilir ama ancak 14 kitabı ve çevirdiği 4 eserle 18 yazısının varlığı söz konusudur. Onun İngiliz eşinin bütün birikimi yok ettiği düşünülebilir elbette. Onun fikriyatının kendisinden elli yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti ile hayat bulduğu söylenebilir. Dilde sadeleşme, harf inkılâbı ve eğitimin tek bir standart olmasını ilk tavsiye eden odur. Hatta kuvvetli olmasa da din ve dünya işlerinin ayrı mefhumlar olduğuna yani laisizme işaret eder. Dahası Meşrutiyetin Osmanlı'yı kurtaramayacağını söyler, bunu da onu bayraklaştıranlar "demokrasiyi işaret etti" diye anlar. Namazda sûrelerin Türkçe'sinin okunabileceğine cevaz verildiğini yazar. Fikirleri İttihatçılar ve Cumhuriyetçiler için ilham olur. Rıfkı'nın oğlu Falih şu değerlendirmeyi yapar: "Ali Suâvi, bir davayı sonuna kadar güden ve onun uğruna korkusuz, telaşsız, gurur ve imanla başını vermiş bir inkılâpçıdır. Ali Suavi, Türk inkılabı tarihinde eşsiz bir fikir kahramanlığı misali bırakmıştır. Mezarı yoktur: Gönüllerimizde bir yeri olmalıdır." (S. 68) Aynı zamanda Ali Suavi'ye çatan cümleler de var: "Hürriyet, aklına geleni söylemek ve dilediğini yapmak demek değildir. (S. 79) Rıfkı'nın oğlu Falih'in dil devrimi heyetlerinde, eğitim heyetlerinde falan yer almasının derin vukufiyetiyle ilgili olduğunu da, yazdığı faydasız kitapları niçin yazdığını da bu arada öğreniyoruz. Acar fikirler acar yazardan: "Halkı, okuyunuz, diye teşvik ediyoruz ama ne okuyalım, nasıl okuyalım ve neler okuyalım, diye bize sual etseler cevap veremiyoruz. Medrese usulü okuyunuz, desek bu türlü okumakla tahsil en aşağı on beş sene sürer. Hele şu on beş senede öğrenilecek şeyler ise dört senelikten ibarettir. Sonra herkes hoca mı olacak? Tüccarlık, askerlik, esnaflık, kâtiplik lazım değil midir? Tüccardan birinin oğlu büyüdüğü vakit babasının işini uygun ve düzgün yapabilmek için Arapça babları, tasrifleri ve i'lalleri öğreneceği yerde mektup yazmak ve türlü tüccar defterleri tutup ticarethane usulleri öğretilse daha faydalı olmaz mı?" (S. 32)

Rıfkı'nın Oğlu Falih'e dair acar fikirler devam ediyor. Kendi döneminde sanki bir eleştiriye tahammül etmiş gibi önceki rejim zamanı eleştirinin kurumsallaşamaması üzerine, sanki Yedisekiz Hasan Paşa, Ali Suavi'yi yazdığı bir metne kızıp da onu öldürmüş gibi yaparak bir terör ve ihtilal durumunu sevimli hale getirmeye çalışıyor: "Ali Suavi'yi Hasan Paşa'nın sopası değil, bizim fikir adamlarımızın kayıtsızlığı ve tenkit sistemimizin bozukluğu öldürmüştür." (S. 13)

Rıfkı'nın Oğlu Falih bir Ali Suavi portresi denemiş. Olmuş mu olmamış. Biraz daha gayret etse olabilirdi elbette. Onunla ilgili net tanımlamalara gitmiş. Bu elbette ezberdir. Bakalım: "Davasından başka bir şey görmez ve düşünmez. Asla ümitsizliğe düşmez. Yıkıcı tenkitleri yanında daima yapıcı, iyimser ve sarsılmaz bir savaşçı ruhu vardır. Ne padişah ne vezir ne paşa ne de bey dinlemiştir. Bağrından koptuğu aşkı, iliklerine kadar işlemiştir." (S.18) Bu ifadeleri, Rıfkı'nın Oğlu Falih tarafından belli çevrelerde nutuk çekmesi üzerine oluştuğunu düşündürten retorik içeriği gördüğümü beyan ederim. Rıfkı'nın Oğlu Falih'le alakalı olarak da şunu ifade etmek isterim: o aynı metinde bile birkaç kere kendisiyle çelişen, verilerin neredeyse tamamını eski gördüğüne karşı bir tepkisellikle karşılayan, serinkanlı bir inceleme ve değerlendirmeden uzak bir yazar. Buyurun: "Mesele medresede de değil, okunanda ve okutandadır." (S. 76) Bütün kitaplarında medreseye yekten saldıran bu Rıfkı'nın Oğlu Falih mesele tespitinde haklıdır. Mesele insandır çünkü. Bu tıpkı en iyi rejimin halkın memnuniyetiyle belirlendiği rejim oluşu kadar normaldir. Mesela Kanuni döneminde padişahlıktan memnun olmayanların olmaması gibi. (Varsa da bilgimiz yoktur. O da bizim ayıbımız olsun.) Bir yerde söz etmiştim. Rıfkı'nın Oğlu Falih harf ve dil encümenlerinde görev yapmış (1930'lar…) bir acar bilimci ve yazar olarak dil değişimine değiniverir arada… "Asıl derde çare bulmadıktan sonra medresenin adını mektebe, mektebin adını okula çevirmekten ne çıkar?" (S. 76). Şöyle düşünelim: medrese herkes tarafından bilinen bir kelime. Ders verilen-okunan-okutulan yer. Abartı olmasın ama İngilizler bile anlıyor. Çünkü bu kelime kadim bir bilgiden geliyor. Hz. İdris'ten. İngilizce' deki dress elbise, giysi anlamına gelir. Geldiği bir başka kök de 'ders'dir ki bu öğretmek, öğrenmektir. Diğer kelime mektep. O da bütün toplumun bildiği bir kelime. Hatta köylerde bile hala muvakkat –yaz dönemi- Kuran kursları için kullanılır. Gelelim okul kelimesine. Okul kelimesi Fransızca ekol (ecole) kelimesinden esintilenmiştir. Ne olduğunu 1930'larda kimse bilmemektedir. Medrese ve mektep kelimelerini okula çevirmekten şunlar çıkar Rıfkı'nın Oğlu Falih: aynı kökten gelen diğer çekimlerin tamamını kaybedersin. Ders kökünden elde edilmiş olan, müderris gider. Sonra profesör gelir, hadi gelsin. Rektör ve dekan gelir. Etimoloji bu iki unvanın baya büyük papazlar olduğunu söyler. Mektep giderse, kâtip-kitap-mektup-kütüp(hane) gider. Bu kelimelerle yazılmış-yakılmış türkülerin bile gider. Kâtibim türküsü gider. Bla bla bla.

Şimdi yazıyı uzattığımı, ilgili kitap kapsamında çok bir şey yazmadığımı söyleyenler çıkabilir. Ya hep söylüyorum. Bu faydasız kitaplardan yola çıkarak size faydalı şeyler anlatıyorum şurada. Bu malzemeden anca bu kadar çıkar. Yazıyı buraya kadar okuyan kişi! Lütfen bol oksijenli bir ağaçlık bölgeye git. Bu iyi olacak. Oralarda bir ateş yak. Hava soğuk. Memleketinin üç türküsünü biliyorsun umarım. Orada el mecbur türkü söyleyeceksin zaten.

Baş Veren İnkılapçı: Ali Suavi

Falih Rıfkı Atay

Pozitif Yayınları

104 sayfa


Yazar: Salih BORA - Yayın Tarihi: 24.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.12.2024 11:24
2.175

Salih BORA Hakkında

Salih BORA

Yazar, Eleştirmen, Dergici

Salih BORA ismine kayıtlı 48 yazı bulunmaktadır.