Geçmiş ve Şimdinin Değerlendirildiği An: Zamane, Düşünce, Ülker GÜNDOĞDU

Geçmiş ve Şimdinin Değerlendirildiği An: Zamane yazısını ve Ülker GÜNDOĞDU yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz

Geçmiş ve Şimdinin Değerlendirildiği An: Zamane

11.11.2022 09:00 - Ülker GÜNDOĞDU
Geçmiş ve Şimdinin Değerlendirildiği An: Zamane

Okur Kazanımı

Kitap Haber Okuma Hareketi kapsamında, okur grubuyla birlikte okunan eserlerin; her bir okur için kazanımı nasıl olmalı?

Herkes okur. Herkes nasıl okuması gerektiği konusunda kafa yormaz. Okur grubunun önemi burada başlar. Okura okurluğun ve değerlendirmenin önemi konusunda gurupça kazanım sağlanmakta grubun önemi büyüktür.

Her okur, kendince bir değerlendirmeye sahip olur. Bunu paylaştığı diğer okurlara bambaşka görüş sunmuş olur. Ve bir eserin birçok okurla okunarak değerlendirmesi ortaya konduğunda muazzam bir değerlendirme ortaya çıkmaktadır. Her okur edindiği görüşü mutlaka paylaşma arzusu duyar. Biz bu arzuya sahip okura ulaşmaktayız. Kitap Haber Okuma Hareketini başlattığımız Türkiye genelinde okuru okurla bir araya getirme hareketi içerisinde; okur gruplarımızda her geçen gün daha çok okura ulaşmaktayız. Çok okur ile tek eseri, zengin içerikte paylaşma imkânı bulmaktayız.

Gruplarımızı kurduğumuz iller ile birlikte Eylül ayı Engin Geçtan'ın Zamane adlı eserini okuduk. Okurluğun birlikte okumakla eşsiz bir zevki doğurduğunu keşfetme olanağını deneyimledik. Okurun eseri, okuyarak edindikleri değerlendirmeleri ile bir araya geldiğimizde ufuk açıcı fikir ve düşünceler paylaştık. Üzerine tartışılarak birbirimizin düşüncelerinin sınırlarını genişlettiğimiz bir paylaşım gerçekleştirdik. Okurken edinilen zihin zenginliğini, paylaşırken kat kat fazlasına eriştiğimizi gözlemledik. Bu, biz okurlar için inanılmaz büyük bir nimet.

Okur, okuru bulur ve olan tek şey fikir, eleştiri, analiz, değerlendirmeyle geçen eşsiz bir Entelektüel Kültür etkinliği olur. Okur kazanımını sağlamakla yükümlü olan okur temsilcisinin katılımcıların her birinin değerlendirmesini dinledikten sonra gözlemlediği izlenimleriyle esere açıklık getirmesi aydınlatıcı olmaktadır. Okur, kitabı nasıl okuması gerektiğini biliyor mu? Biliyor. Okur, eserin vermek istediği kazanımları doğru alır mı? Alır. Bunlar okurun sahip olması gereken okuma edinimidir. Olmazsa olmazıdır. Peki, temsilci hangi yöntemle eserin kazanımını güçlendirmektedir. İzlediği yol kazanımları yöntemlere ulaştıracaktır. Okur faydayı deneyimlemektedir. Umulandan ziyade ihtivanın kazanımıdır. Okurun dokuz temel unsuru göz önünde bulundurması üzerinden kazanım sağlanmaktadır. Bu yolun dokuz yapı taşının ilki olay örgüsü, ikincisi dil ve anlatım, üçüncüsü karakterler, dördüncüsü zaman ve uzam, beşincisi itki, altıncısı nesneler, yedincisi canlandırma, sekizincisi konum ve dokuzuncusu toplumsal çözümleme olmalıdır. Tabi ki; onuncu taş yazar tanıtımıdır. Okuma yolunun yapı taşlarını kullanarak, eserin sonucuna ulaşmak için geriye sadece noktaları birleştirmek kalır. Noktaları birleştirmek okura bırakılarak, yeni düşünce edinimiyle kazanımı sağlanmaktadır. Okur gruplarının toplanması sayesinde okur, gelişimine zengin bir kazanım sağlama olanağı bulabilmektedir. Böylece okur, eser üzerinden bütünü çözümleme becerisi edinebilmektedir.

Yazar Hakkında

Engin Geçtan, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesini bitirdikten sonra uzmanlık eğitimini New York ve Columbia üniversitelerinde tamamlar. Bu dönemde genel psikoloji, dinamik psikiyatri, çocuk psikolojisi ve nöroloji alanlarına yoğunlaşır. ODTÜ, Ankara, Boğaziçi ve Marmara üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışır. Psikiyatri üzerine yazdığı kitaplarında genelde varoluşçu psikiyatri ve psikanalitik düşünceye yer verir. Psikiyatriyi Edebiyatı ve Akademik Çalışmaları dışında, Roman yazarıdır. Özgürlük, depresyon, çocukluk, birey ve toplum ilişkileri, yaşam ve ölüm gibi temel varoluşsal kavram ve sorunların yanı sıra uyku, psikodrama yöntemleri, yeme bozuklukları gibi özel konuları da ayrıntılı biçimde ele alıp işlemektedir. Okuduğum bütün kitaplarında, genel olarak, yaşamı seyredenler ve gerçekten yaşayanlar diye iki tipleme üzerinden insanı betimlemektedir. Yaşarken düşünmeyi bıraktığımızı ve çözüme ulaşamadığımızı çağrıştırır. Sorunlar üreterek zamanenin geçip gittiğini vurgular. Yaşamın içine girmemiz gerektiğini öğütler. Engin Geçtan, birey ve toplumun oluşturduğu rahatsızlıkların nedenlerini ve sonucunu deşerek ülkenin toplumsallığını kişisel sorunlarımızla doğru orantıda incelemektedir.

Eserde yer alan yirmi bir deneme Geçtan'ın, çok inandığı ve çok önemsediği bir konu temele oturtulmaktadır. Bu önemli konu örgüsü askeri darbenin ardından yönetime ve kurumlara karşıt görüşün otoriter tutuma oluşturduğu sineye çekilen tepkilerden oluşmaktadır. Artık siyasi ya da toplumsal bir kutuplaşma olduğunda, şaşırtıcı bir hızla karşıt bir kutup oluşmaktadır. Bu etkinin dinamizmi bizi ileriye doğru mu taşıyor, yoksa yerinde mi saydırıyor? Akıntıya kapılıp sürüklenmemize mi neden oluyor? Yönetilen ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini ileriye taşıyan bir başka ülke mi var? Sorgusuna cevaben olay örgüsü iç içine geçmiştir. Geçtan'ın deneyimlerinin kaynağı psikoterapide de benzeri bir süreç yaşanmaktadır. Olayların süreçleri neleri yaşamamıza neden olurdu çıkarımlarına dayandırılmaktadır.

Zamane adlı eser adından anlaşılacağı üzere gelecek ve şimdiki zamanın uzamındadır. Bunalmak ve bunalmamak arasındaki tercihimiz artık sadece kendi bencilliğimizin meselesi halini alıyor. Bundan sorası geleceği denetlemek ve kontrol altına almak için çırpınmak oluyor. Peki yaşanan o ana ne oluyor? Asıl yaşanması gereken şimdiki zamanın yok olup gitmesinin farkına bile varılamaz hal alınıyor. Peki, neyin pahasına? Yaşamın.

Konum

Ülkenin, insanın psikoterapideki konumunu zamane içerisinden görmemizi aktarmaktadır. 1940lı yıllarla karşılaştırarak zamanımızın anlaşılma çabasını daha iyi yaşayanlar üzerinden özenilerek sınıf atlama çabaları yoktu, zaten kimse aniden zengin olmadığını aktarırken o günün memleketi zemini oluşturmaktadır. O zamanın konumunda psikolojik sorun diye bir kavramın henüz olmadığı belirtmektedir. Bazı bireylerin toplum üzerinden ayrıksı oldukları konumun anlaşılırlığına ışık tutmaktadır.

Engin Geçtan geniş bir zaman aralığında, konum olarak ülkemizin ve bireyin iç dünyasını yansıtmaktadır. Diğer eserlerinde de olduğu gibi Türkiye'de yaşanan süreçlere uzmanlık alanı olan psikiyatri üzerinden bakış sunmaktadır. Bütün bir toplumun ve tek bir bireyin olumlu yönde değişmesine dair düşüncelerini ve vardığı sonuçları eseri üzerinden okura vermektedir. Bu çıkarımlarını ve fikirlerini sunarak birey neyi iyi biliyor cevabına, toplum neyi önemsiyor cevabıyla kurduğu denklemin sonucu olan bilgi ve inancın önemi vurgulanır.

Bir ikilemin arasındaki zamanenin irdelendiği an asıl konumdur. Bunu Jung'un bir sözüyle aktarmak mümkün: Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda İlahi bir güzeIIiği var. AnIamIı oIuşunun mu, yoksa anIamsızIığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağIı, der Carl Gustav Jung. Toplum üzerinden otorite, öfke, sıkışmış kızgınlıklar, persona ve gölge, özerklik, kimlik sorunları, çocuk yalnızlığı gibi sorunları yüklenen birey bu konularda söz alırken aynı zamanda sorunlarını taşıyamamaktadır. Deneyimlerinden buna dair gözlemler de aktarmaktadır Geçtan. Zamane hallerine yılların birikiminden bir uzam görüşü içermektedir, eser.

Bilgi yaşamı ve konumu anlamaya yetmez. Yapıtaşları yerli yerine oturmaz. Söylenen sözler havaya karışır. Öfke dolar taşar bu haliyle birey tehlikeye düşer, düşürür kötülük saçar, hayat anlam kelimesinin ifadesi yokmuş gibi hissettirmektedir. Böyle bir zamanede düşünebilen var mı? İnsan asıl düşünebilir ki? Geçtan gibi ilk kurtarılacaklar arasında insan olmak vardı belki ama yanmayı kim öğrenebilir? Okuru, insan olmayı öğrenebilme şansı bulabilir. Okurlar bilmelidir Zamane okumakla anlaşılmaz. Yaşamda, manayı doğru yere konumlandırabilirsek öfkeyi sakinleştirebilir, anlamı yaşamın içine aktarmaktayız.

Canlandırma

Geçtan'ın eserindeki "çocuk" anlatısı üzerinden konuyu şu şekilde özetlemeye çalışacağım: -Çocuk karakterin yerine kendini koyarak- Gerçekten o da ülkenin yükünü üzerinde hissediyor muydu? Eğer öyleyse, bu sözü o yaşta söyleyen ya da içinden geçiren çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor olabilirdi? Pek çok çocuk, farkında olmadan zaten ebeveyninin duygusal yükünü çekmek zorunda ve geleceğin "yaşlı gençleri" olmaya aday mı? Sorgulamalarıyla anlamı bulmaya kendi çocukluğuyla mukayeseyle çıkarıma yönelir: Benim çocukluğumda, o çocuğun yaşında biri böyle bir görüşü dile getiremezdi. "Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçti sayılır. Sofrada misafir olduğunda, mutlaka savaş tartışılırdı. Müttefikler, Naziler ve Kızıl Ordu'nun katıldığı bu acımasız satranç oyunuyla ilgili anlatılanları ilgiyle dinlerdim. Kaygılanmazdım, çünkü büyükler kaygılı değillerdi. Ebeveynlerinin savaşı satranç oyunu gibi stratejik değerlendirdikleri ve kaygıları olmadığı için kaygı yüklenmediğine değinmektedir: Hatta, babamın Berlin'de eğitim görmüş Nazi yanlısı arkadaşı geldiğinde çıkan tartışmalar beni eğlendirirdi. Bir kez bile Almanlar'ın bize de saldırabilecekleri olasılığının konuşulduğunu duymadım". Tartışmaların espirili dili çocuk Geçtan'ı eğlendirmekteydi: Ülke sakin ve huzurluydu, tanıdığım kimsenin evine hırsız girmemişti; cinayet, filmlerin ve romanların konusuydu. Etrafta şikâyet kültürü yoktu; ekmek karnesi ve içinde kılçıksı buğday sapları barındıran, şimdilerde sapsızları rağbet gören siyah ekmeklerden hoşlanmaz, ama bunu ve bazı diğer yoksunlukları dert etmezdik. Çok üzüldüğüm bir noktaya değinmekte; şikâyet yakın geçmişten günümüze bir kültür olarak yer etmektedir. Çocukluğundaysa dertleri umduklarını bulamamak değildi, neşeleri de espri diliydi. En önemlisi bulduklarıyla huzurlu olduklarıydı: "Savaşta müttefik donanması tarafından kovalanıp İzmir Körfezi'ne sığınan İtalyan savaş gemileri tam karşımızdaki uzaklara demir atmışlardı. Tutsaktılar, savaş sonuna kadar orada kalmaları gerekiyordu. Ailelerimizin karşı çıkmasına rağmen birkaç kez gizlice gemilere kadar yüzmeyi deneyip başaramamıştık, zaten son girişimimiz aileler tarafından fark edilmiş, bazı pencerelerden çarşaflar sallandırılmıştı. O gemiler trajedi simgesi değildi, yeni bir oyundu, çocukluğun dokunulmazlığını yaşıyorduk, dünyanın yükü bizden uzaktı". Çocuklara hissettirilmeyen gerçekler yetişkinlerin yetenekleri ve zamaneyi olduğu gibi kabullenerek yaşama becerilerini çocuklarına aktarmaktaydılar. Ülke kendini yenilemiş olmanın coşkusunu hâlâ yaşıyordu, gelecekte olacaklardan habersiz. Yaşamda kendini yenilemekteydi. Anın iyileştirme gücünü görebilme kabiliyetimizi keşfetmek bir an önce.

Çocukluğundan askeri darbenin olduğu döneme dek gözleminden canlandırmaya çalıştığım çocuk Engin Geçtan ve yetişkin Engin Geçtan arasında geçen Zamane eserin kapağına tekbir karede resmedilebilmiş aslında, yine de bir bakalım neler oldu: Bu anlattıklarım, 1940'lı yılların ilk yarısının çocuklarını ve büyüklerini dile getiriyor. Hayatın daha kendiliğinden ve yavaş aktığı günleri. Kaygılar o zaman da yaşanıyordu, ama bugün baktığımda, üretilmiş kaygıdan çok, somut nedenlerle ilintililermiş gibi görünüyor. Trajedi yaşandığında acısı da içten paylaşılırdı. Kadercilikten farklıydı bu, hayatı geldiği gibi kabuldü. İnsanlar bulundukları konumu da kabul etmiş gibiydiler. Daha iyi yaşayanlara özenip onlara benzemeye çalışılmazdı, açgözlülük ve sınıf atlama çabaları yoktu, zaten kimse aniden zengin olmazdı. "Psikolojik sorun" diye bir kavram yoktu, sadece bazı insanlar biraz ayrıksıydılar. Diye tasvir etmekte tabi bunu bildiği kadarıyla aktarabilmektedir: geçmişte değil, gelecekte değil: şimdi aşamasında gününü olduğu gibi yaşamayı canlandırtmaktadır, Geçtan.

Toplumsal Çözümleme

Bir çocuk: Türkiye, adaletli bir yer değil, cümlesini kurdurmayan aile görgüsüne ihtiyaç duymaktadır. Yetişkin olduğunda Ulus olarak tehdit altında güdülenen bir toplumda yer alacaktır. Bireysel ve toplumsal olarak: Dibe vurmaya az kala dayanışmaya geçip silkiniveririz. Üst sistemler tarafından savrulup sürüklenirken, kendini taşımakta zorlanır hale gelenler giderek artmaktadır. Artık insanın iradesi gerçekten kendi ellerinde değil ve böyle çocuklar yetiştirilmektedir. Kadınların mağazaları didik didik ettiği günümüzden, toprağı tırnağıyla eşeleyip işe yarayacak bir şeyler arayan, insanlık tarihinin uzak geçmiş kadınlarını hatırlatır mı?

Hayata karşı kendi kavgamızın yarattığı gerilimi, toplumun kavgalarını seyretmekle giderilemeyeceğini ne zaman farkına varacağız. İnancı başkasından edinemeyeceğiz.

Sonuç

Yirmi bir denemede değişen toplum ve değişen bakış açıları ele alınmaktadır. Toplum psikolojisine mercek ile bakar. Kendi kendini yönetememe sorununu tespit etmektedir. Ahvalimiz ile "Hayatın anlamı nedir ve nasıl tartışılır bilmiyorum" derken "Yaşanılan an ve yaşanmak üzere olan andan öte bir anlam olduğuna da inanmıyorum." Arasında olan Zamane bütün eserlerini okumuş bir okur olarak bir eser daha okumaktır derim. Zamane'yi okuduğum zaman yaşamak üzere olan an anlamlı olan an.

Kitabınız, okuyacak zamanınız ve anlamı yaşayacak çok anınız olsun.


Yazar: Ülker GÜNDOĞDU - Yayın Tarihi: 11.11.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.11.2022 11:54
929

Ülker GÜNDOĞDU Hakkında

Ülker GÜNDOĞDU

1977 yılının Ocak ayında Konya Ereğli’de dünyaya geldi. 18.08.2020 tarihinde Kitap Haber’e katıldı. 1998’den beri İstanbul’da yaşamakta.

Ülker GÜNDOĞDU ismine kayıtlı 143 yazı bulunmaktadır.

Twitter Instagram LinkedIn Kişisel