Geleneksel Anlatı Ekseninde “Adım Aden’de Saklı”

Hikâyenin kaynağı.
Hikâye ilk insandan beri vardır. Anlatı ihtiyacı insanla başlamıştır çünkü. Her hikâyesi olanı tartışmak da insanlığın şanındandır! Bu bağlamda, edebî türler içerisinde üzerinde tartışma olmayan bir türün olmadığını ifade etmeliyiz. Özellikle şiirle ilgili tartışmalar dönem dönem çok şiddetli şekilde icra edilmiş ve tarihe geçmiştir. Hikâye tartışmaları da benzer şekilde sürdürülmüş, özellikle hikâye çeşitleri üzerinden yeni tartışma alanları üretilmiştir. Bu bağlamda "gelişimi sürmekte olan edebi tür" şemsiyesinin koruması altında geçen uzunca bir süreden sonra "küçürek" isimli son tür/evden itibaren hikâye sahasında görece bir dinginlik ve sükûnet havası oluşmuş durumdadır. Burada istisna olarak, geçtiğimiz sene ortaya çıkan "öykü-hikâye" bağlamındaki adlandırma tartışmasından söz edebilirim.
Hikâyenin batı formunun esas alınması üzerinden başlayan gelişmelerden ve ulaşılan sondan geriye doğru baktığımızda; doğu toplumlarına has farklı hikâye geleneklerinden de söz etmemiz gerekir. Araplarda "makâme", Türklerde "halk hikâyesi", Hintlilerde "kelile ve dimne" bu tür için esas temelleri oluşturur. "Makāme Emevîler devrinde halifeler, vezirler, valiler gibi üst düzey yöneticilerinin huzurunda yapılan zühd ve takvâ hitabeleri olarak 'huzurda duruş; huzur konuşması' anlamını kazanmıştır."(Ayyıldız, 2003, s. 417-419). Bu anlamda "Makāme"nin Batı edebiyatına Arapça'dan geçmiş olduğu yolunda bir bilgi de ileri sürülmektedir. (Er, 2020). Muhtemelen Haçlı Savaşları sırasında batılılar orta doğuda buldukları her şeyi batıya götürdükleri gibi makameyi de götürüp hikâyeye çevirmiş olabilirler. Haçlı seferleri, 1096-1272 yılları arasında yapılmış. Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa'nın isteği ve vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki orta doğu toprakları üzerinde askeri ve siyasi kontrol için düzenledikleri akınlar bütünüdür. Buradan elde verimler arasında makamelerin olduğunu da düşünebiliriz. Zaten batılı ilk hikâye yazarı olan Boccacio'da 1349-1352 arasında yazmıştır Decameron'u. Aslında benzer bir şey Kelile ve Dimne'nin de başına gelmiştir. Bir İranlı'nın bu eseri çalmak için Hindistan'a gittiği, uzun uğraşlar sonucu bir kopya ile İran'a döndüğü, İran'dan Arap edebiyatına geçtiği ve bu eserin dünyaya Arapça üzerinden yayıldığı artık bilinen gerçektir. (Hayrettin Karaman, 2015). Halk hikâyelerinin ise tamamen bize özgü bir yapısı olduğu ve sözlü gelenek içinde kaldığı için başka edebiyatlarda bir karşılığı olmamıştır.
Modern Türk hikâyesinin ilk örneklerinden sonra edebiyatımızda yerleşip kök salmasının bağlamını Ömer Seyfettin oluşturmuştur. Temaları ve ana fikirleri tamamen yerli ve millidir. Sait Faik'ten günümüz hikâyesine gelen bu araç, çok hikâyeci ağırlamış ve taşımıştır. Günümüz hikâyesinde görülen manzaradaki mayışıklık, durmuş-oturmuş-dingin eda, görece türün gelişimini tamamladığına (!) delalettir. Bu marazi bir durumdur ve bundan kurtulmak için, günümüz hikâyesinin bir açılım sağlaması gerekir. Bu da eleştiri sayesinde olacaktır. Asıl sorunumuz da budur: Günümüz hikâyecilerinin hikâye üzerine kafa yormaması… Çoğunun "anlatıcı" olmakla yetinmesi…
Geleneksel Anlatı Ve Anlatıcı
Geleneksel anlatı ve anlatıcı için şu ifadeleri kullanmak gerekiyor: Toplum değerlerinin aktarılması esnasında ortaya çıkan, "zaman ve uzamın" belirsiz olduğu bir değerler silsilesidir. Bu kapsamda sözlü geleneğin ürünü olan masallar geleneksel anlatı ve anlatıcı için temeldir. Geleneksel anlatı kapsamında bütün değerleri, kültür, değerler ve bir toplumun ortak ürünü olan yazılı olmayan bütün eserleri kapsamaktadır. Anlatıcı masalda olduğu gibi günümüz hikâyesinde de niteliği ve etkiyi artırmak için en temel gerekliliklerdendir.
Sözlü gelenek Türk toplumunun devamlılığına hizmet etmiştir. Çünkü bilgi, bireysel değil sosyal bir gerçekliktir. Bu sosyal gerçeklik anlatıcı marifetiyle yayılmıştır. Bu nedenle bir bilen, her yerde olan ve anlatıyı istediği yerde bölen, istediği şekle sokan anlatıcı ve bu anlatıcının bakış açısı vardır. Anlatıcı, toplumun sözcüsüdür. O sebeple bizim sözlü gelenek ürünlerimiz olan masal, destan ve efsanelerde pek çok varyant oluşmuştur. Sebep hem farklı anlatıcılar hem de anlatıcının farklı anlatımlarıdır.
Adım Aden'de Saklı Üzerine Notlar
Dil; anlatının hem esası hem istinadıdır. Anlatıcı açısından dil meselesi ise; metni, okura doğru şekilde iletebilmektir. Bu durumun oluşmasını "güçlü sadelik" olarak adlandırıyorum. Bu yapı anlamla da doğrudan ilgilidir. Çelişkiye düşme pahasına şu cümle kurulmalı: anlatının en azından bir bölümünün örtük olması gerekir. Güçlü sadelik meselesi burada net şekilde ortaya çıkıyor: Metnin tüketilmesinin engellenip kalıcı olmasının sağlanması… Bu sağlamayı örtük kısım tamamlıyor. Modernizmin önerdiği şekilde açık hatta transparan metinler tüketime dönüktür. Oysa anlatının görevini ifa edebilmesi kapalılığa bağlıdır. Bu husustaki hüküm açıktır, örtük anlam içermeyen anlatı, işlevini yerine getiremez.
Nurşah Karaca'nın "Adım Aden'de Saklı" (Karaca, 2022) adlı hikâye kitabı Ay Vakti yayını olarak 2022 yılı Ocak ayında yayımlandı. 80 sayfadan mürekkep bu kitapta 11 hikâye var. Kitap kapağından söz etmeliyiz evvelen: kapağın tamamı tek renk renkten oluşuyor. Pastel yeşil. Bu renk biraz da Nil yeşili-buz mavisi. Kapak üzerine tek renk siyahla kitap ve yazar adı işlenmiş. Aynı siyahla bir çizgi çalışması yapılmış. Bu çizgi içeriği yansıtmak adına çok iyi. Çizgiyi çalışan kişinin kitabı okuduğunu görüyoruz. Bu çizgide dağlar, ağaçlar, göller vb görülüyor. Aynı zamanda sınır çizgisi de görmek mümkün. Dağlara dikkatli bir bakış devlerin savaşı gibi de görünüyor. Elbette bunlar benim görebildiklerim. Şunu tekrar edeyim: kapak içerikle çalışılmış. Bu kitabı anlatıcı işlevleri açısından ele alabiliriz.
Yazar, anlatısını belirli imgeler üzerinden kotarıyor. Anlatıda imge kullanımının ilginç boyutları var. İmge, algılanan şeyin bilinç düzeyinde karşılık bulmasıdır. Anlamını buradan kazanır. Bilinçte oluşan görüntüye dönük farkındalıktır. Yazarın kullandığı imgeler, okurun metinden alacağı estetik zevk için, okurun muhayyilesine uyarıcı sinyaller gönderir. Anlatıyı anlamca daha oylumlu hale getirerek, çok katmanlı yapılarını beslerler diğer yandan.
Nurşah Karaca'nın özellikle bazı imgelere yöneldiğini gözlemlemek mümkün. Taş ve tuğla üzerine; dağ, taş ve çöl üzerine yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Taşlar tabiatın bir parçası, değerli taşlar ise mucizesidir. Değerli taşların her birinin bir rengi simgelediği, her birinin kendine has enerjisi olduğu söylenir. Mimariden moda tasarımına kullandığımız aksesuarlarda hatta kimi zaman evimizde bulunan objelerde yer alır. Taş ve tuğla imgeleri okura ev-yuva görüntüsü sunar. Ev, insanın kalesidir. Sırrı ve mahremidir. Taş sertlik ancak işlevselliktir. Bu anlamlar ışığında hikâyelere bakıldığında evden uzak olma durumu, ayrılık, acı çekmek olgularını ifade için taş kelimesinin imgeleştirildiğini düşünüyorum. İlk hikâyede çöl, eşkıya, esaret ve özgürlük bağlamında bir tamamlayıcı unsurdur taş. Kahramanın yaşadıklarını ona yaşatanların da taş kalpli oluşunu anlatabilecek bir düzlemde kullanılır. İzlek kavuşmayla tamamlanır. Bir masal havasıyla anlatılan bu hikâyenin iyi bir kurgu olması bu hikâyeye anlatım açısından yaklaşmamıza mani olmuyor. Geleneksel anlatıcılığa, masal tadına çok uygun bir metin. Hikâyenin masal, destan ve efsaneyle anlatım ve anlatıcılık açısından kardeş olduğu muhakkak.
Taş imgesinin şiddetli şekilde bir piyon ve bir azep askeri gibi ileri sürüldüğü asıl hikâye "Dilek Taşı" adına sahip. Kuyuya taş atan ve fakat taş atarken dilek tutan çocuklar, bir de çocukların dileklerine taşın bakışı anlatılıyor. Kuyu imgesi, aslında kayıplarımızın, kıymetlilerimizin içimizdeki yerine işaret eder. Boğulma, derinlik ve tehlike başat anlamdır. Bu hikâyede de bir masal tadı var. Üçüncü çocuğun dileğinin kabul edilmesi, masal açısından değerli bir izlek. Çünkü padişahın üçüncü oğlu muradına erer. Masal tadını sağlayan en temel ayaklardan "olağan dışılık" bu metinde var. Aynı zamanda masal olmaklığın din ve milliyet dışı ortak değerlere yaslanması da var. Dil de masala uçlanan bir yapıya sahip. Çerçeve hikâye içinde ayrıca taşların da hikâyesi anlatılıyor. "Hayalleri vardı taşların. İlki yüzük olmayı hayal ederdi. /.. Üçüncü taşın hayali pek farklıydı ötekilerden. O büyüyüp koca bir dağ olmak istiyordu." (Karaca, 2022, s. 18). Aynı zamanda fabllardaki gibi taşlar üstünden sanatlı bir söyleyiş elde ediliyor. Geçiş aralarında tekrarlanan "taş bildi gerçeği" ifadesi de masalla efsane arasında gelip gidiyor. Aynı zamanda şiirsel bir ahenge kapı aralıyor. Bu ve benzer veriler bize Karaca'nın geleneksele hâkim olduğunu ve geleneksel anlatı imkânlarını kullanmakta mahir olduğunu gösteriyor.
"Labirent" adlı hikâye de taşın farklı bir kimlikle karşımıza çıktığını görüyoruz. Sembolik olarak yazarın yakaladığı anlamlar için ifade arayışı ya da anlam yakalama çabası karşısında hayatın değişik engeller çıkarması sırasında taş ve tuğla anlamı tamamlama göreviyle metinde yerini almış. Aynı şekilde çöl keza soğuk hava…"Aynadaki Sır" hikâyesinde de aynı durum geçerli. Dağlar ve taşlarla hayatın açıklaması yapılıyor. Bu metinden iki alıntı yapmak istiyorum: ilki "Saatleri üst üste yığıp günlerden, aylardan, yıllardan duvarlar yapmayı ben bulmuştum." İkincisi "İnsanın aynasıyla sırrı arasında görünmez koca bir dünya vardı." (Karaca, 2022, s. 33). "Çıkrık" adlı hikâyede de hayat-ölüm arası bir fantazya içinde dağ ve taş kelimeleri anlam yükseltici olarak kullanılmış. "Smendes'in Kaderi" hikâyesinde de çöl, eşkıya anlam tamamlayıcı olmuş, ilk paragrafta yine dağ var. Bu metin de zaman sıçramalarıyla ve fantastik havasıyla bir masal tadında. "Kırmızıyla Sarının Savaşı" hikâyesi okuduğum en güzel mülteci hikâyesi! "Trablusgarp'tan Gelen Mektup"la beraber kitaptaki en çarpıcı iki metinden biri. "Zilzal" hikâyesinde de "tuğla" imgesi anlam tamamlayıcı göreviyle kullanılmış. Zilzal suresi için bir tür yorumlama denemesi yapmış yazar. Son iki metin "Trablusgarp'tan Gelen Mektup" ve "Sen Gidince" adlarını taşıyor. Bu iki metinde iki önemli savaştan üretilmiş iki farklı ve güzel anekdot var. Yazar bu anekdotlara kayıtsız kalamayıp kurgulamış ve hikâye formatına getirmiş.
Sonuç
Yazar bu eserde anlatı ve anlatıcı kavramlarının hakkını verecek şekilde bir genişlik yakalamış. İzlekleri dile aktarırken tabiatı bir arka plan olarak kullanmış. Dağ, taş, çöl, ırmak vb imgeler bu sebeple "anlam tamamlayıcı" ya da "yükseltici" olarak tarafımca adlandırıldı.
Eserde öncelikli olarak göze çarpan, dikkati üzerine toplayan şey anlatıcı! Anlatıyı yalnızca anlatı olarak tutmak çok zordur. Yazarın başarısının sırrı burada saklı. Bunun okura ve hikâye alanına gösterdiği şey; seçilen imge üzerine hikâye oluşturmak değil bilakis oluşturulan hikâyeyi anlatırken imgeleri anlamın şiddetini kontrol altında tutmak için kullanmaktır. Yazarın geleneksel anlatı ve anlatıcıya yakınlığı hatta yatkınlığı söz konusu. Bu durum kitaptaki hikâyelerde de görülebilir durumda. Geleneksel anlatı ile bağ çoğunlukla, motifler ya da imgeler üzerinden kurulur. Nurşah Karaca bunu anlatım ve anlatıcılık üzerinden yapıyor, iyi yapıyor.
Kaynakça
Ayyıldız, E. (2003). https://islamansiklopedisi.org.tr/makame.
Er, R. (2020). Bediüzzaman Hemezan El-Hemezani ve Makameleri. Ankara: Hece.
Hayrettin Karaman, B. T. (2015). Kelile ve Dimne. İstanbul: Ensar Neşriyet.
Karaca, N. (2022). Adım Aden'de Sakli. İstanbul: Ay Vakti.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 11.04.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.04.2022 09:15