Göçmüş Kediler Bahçesi
İnsanoğlu bin yıllardır kendi hakikatinin hikâyesini anlata gelmiştir. Kimi zaman efsanelerle kimi zaman mitlerle kimi zamansa masallarla... Kutsal kitaplar içlerinde pek çok hikâye barındırmış, gerçeği açıklamak için nice meseller getirmiş. Belki bu yüzden not düşüyorum kitabın arka sayfasına İbrahim suresinden bir ayet: "Size meseller getirerek gerçekleri anlattık." Kimi yazılmış kimi henüz yazılmamış masallarımızı yerleştirecek bir yer arayışımız geliyor aklımıza. Bazen apaçık bazen imgelerin örtüsüne bürünmüş nice hakikatimiz, bir zaman bir mekân kollar kendine, kelime ikliminin selamet kollarında. Ve bazen de lâmekân lâ-vakit kalıverir masallar ömrün orta yerinde.
"Göçmüş kediler bahçesi" oldukça ilginç bir kitap. Zamana ayarlanmış on iki artı bir masal ve bir öyküden oluşuyor."Avından el alan" ilk masal. Benim için kitabın ilk can alıcı can vurucu yeri. Bir hayali balık imgesiyle kalbin "sevi" ile sınanması. Sevi deyip geçmemeli; oltayı attığında av mı olursun avcı mı? Bir düşün gerçeğe dönük yüzü, kırılgan yansıması, kalbin oturup hesaba durması, kaçması ya da kovalaması, kovalanması, kendini hep kaçtığı yerde bulması...
"Geceden geceye arabayı kaçıran adam" geçiyor sahillerden, "bir orta çağ abdalı" cebinde hep aynı yüküyle geziniyor hanların kapı diplerinde, "korkusuz kirpiye övgüler" geliyor, yiğitliği bileniyor. Sonra kuşanmış hıncını, düşmanına haddini bildirmeye yeminli bir yengeç düşmanınca övgüye mazhar oluyor. Gözü her sabah pencerede umudu güneş olan bir adam, umutsuzlar kentinde "yağmurlu kentin güneşçisi" oluveriyor.
Dünyanın, fıtratın gereğini çoktan unutturmuş çıkış neresi, girişi belirsiz dehlizlerinde gözleri ışığı unutan adamın masalı ya da bir deniz balığı denizde nasıl boğulur? Kıyısına vurduğu denizin dehlizlerine adamı çekişinin hikâyesi: "dehlizde giden adam".
Gün akşama, kedere evriliyordur artık kiminin yüreğine bir onulmaz yara bir garip yas düşer. Masal döner dolanır ölüme kapı açar. Adı: "usta beni öldürsen e" olur. Geçmiş hiç mi gelip karşına dikilmez? O senin asla seni terk etmeyen masalın. "Bizim denizimiz" diye anlatırsın. İnsan ne ağırdır böyle kendine. Üzerinde bin bir taşın yükü. Dünyayı giydikçe omzu düşüyor insanın. Kaçıp yüksek dağlara, öte diyarlara, denizin sakladığı adalara yüklerini dökebilmek geçerdi kalbimizde çıkın ettiğimiz bilmem kaç masalda. "İncitme beni" diyor masal, bütün incinmişliğimize, tersine büyüyen beklentilerimize...
"Sözlüklerde boşuna aramayın. Bulsanız da, uydurmadır o çiçek." diyerek not düşüveriyor yazar sayfanın alt ucuna. "Alsemender" diye bir masal çiçeğimiz oluyor narin ve nazenin, el değmemecesine nazlı. Bir yol düşüne kapılır önce insan, sonra yola düşer, düşlerinin peşinden gider. Ya da yol düşürür düşlerini kendi peşine. Yol nedendir tepeleri mezil gösterir hep, adı "bir başka tepe" olur. Gün gelir dayanır gecenin yarısına. Yırtılır masal, kelime gerçeğe değer. Her ne varsa dökülür testiden. "Masalın da yırtıldığı yer"deyizdir.
Bu kitapta bir taş atıyor her masal kalbin taştan duvarlarına, anlayana bir hakikati fısıldıyor. Türlü kelime oyunları, birbirine ördüğü cümleleriyle kendince bir insanı ete kemiğe giydiriyor. Aklı eleyip aklına fikir örüyor, Bilge Karasu. Bir de "göçmüş kediler bahçesi" hikâyesi var. Bu her şeyiyle bir oyun. Sonra gözlerini soru işaretlerine çeviriyorsun. Sökün eden sorulara" bu bir masaldır" deyip arka kapağı çeviriyorsun.
Göçmüş Kediler Bahçesi
Bilge Karasu
Metis Yayanları
230 Sayfa
Yazar: Ayşe BAĞCA - Yayın Tarihi: 19.02.2015 10:41 - Güncelleme Tarihi: 12.03.2024 19:06