Goldsmith’in Madame Curie’si
Ben, Madame Curie. Bilim savaşçısı kadın. İnsanlık tarihinde benim gibi ismi bilimle özdeşleşen ikinci bir kadın yoktur. Ben bilime gebe kaldım radyoaktivite, polonyum ve radyom elementlerinin yalıtılmasından dolayı, bilim beni doğurdu. Artık sadece dünyada barışın ve bilimin olması için savaşan özgür ruhlu bir kadındım. İki defa Nobel ödülünü almam işin hikayesi. Çok sevdiğim iki kızımın olması (Eve, İrene) hikayemin insani meyvesi.
Hayatı anlamam gerektiğini daha yolun başında öğrenmiştim. Yaşanacak bir hayat vardı ve onu ne pahasına olursa olsun anlamam gerekirdi. Hayatım hakkında üç gerçeği anlamıştım. Bir kadındın her şeyden önce, bilimle bütün varlığımı özdeşleştirmiştim ve insanlık için faydalı işler yapmayı seviyordum. Bunları yapmam için de tamamen özgür olmam gerekirdi. Ne pahasına olursa olsun asla özgürlüğümden taviz vermeyecektim. Bir kadın olduğum için kendimi ezdirtmeyecektim.
Bana özgürlüğün yolunu, kendimi ve bilimi sevdiren ilk kişi babam Wladyslaw Sklodowski oldu. Onun "fizik aygıtları" hep ilgimi çekti ve hayat ve bilim yolumu aydınlatan ilginç fenerler oldular. Hayatımın her anında, fizik aygıtlarını her tuttuğumda babamın ellerini tutar gibi oldum, onu yanı başımda hissettim. Yine koruyucu ve sevecen, yine anlayışlı ve babacan. Babam olmasaydı bilim yaptığım fizik aygıtları hiç olmazdı. Fizik aygıtları olmasaydı ben, ben olamazdım, kendimi tanıyamazdım, özgürlüğümü kazanamazdım. Babamın dilinden İki Şehrin Hikayesi'ni dinlemeyi hep çok sevdim. Babamla Londra ve Paris'e yolculuk yapıyordum, büyülü maceraların peşinde koşuyordum. Zamanla bir şehir değişti. Londra'nın yerini Varşova aldı babamdan miras. Paris hep yerinde kaldı kemiklerimle bir.
Varşova-Krakow arasında kendime büyük haksızlık yaptım Casimir Zorawski yüzünden. Kalbimdeki hislere kapıldım. Duygularımın tuzağına, aklımın ve mantığımın uzağına düştüm.
Hayatımın ilk ilkesine sahip oldum: Kişilerin ve olayların beni bozguna uğratmasına izin vermeyecektim bundan sonra. Kişilerin ve olayların beni ele geçirmelerine müsaade etmeyecektim. Kişiler ve olaylar hayatımın dış kapısından içeri girmeyecekti. Şeylere yoğunlaşacaktım. Şey bilimden başka bir şey değildi ve büyük bedeller ödeyerek sahip olduğu ilkelerinden taviz vermeyen kaç kişi vardı şu hayatta?
Paris-Sarbonne üniversitesine kaydolduğumda (Lehçe) Manya'yı geride bırakıp (Fransızca) Marie olmuştum. Madam Curie olma yoluna girdiğimi bilmiyordum. Pierre Curie yoldaydı, geliyordu. Yeni, narin "fizik aygıtları" ile babamın gösterdiği bilimsel yoldan gelecekti sevgili Pierre. Ben Anna Karenina olmayacaktım. Şanslıydım; çünkü Pierre Curie Kont Vronsky'e hiç benzemiyordu. Pierre ile "insanların çok uzağında yaşamanın düşünü" kuruyorduk ama hayatımızda "tuhaf rastlantılar" hiç eksik olmuyordu. Onlardan birisi de Wilhelm Conrad Röntgen'di ve x ışınlarıyla Bertha Röntgen'in eli dünyanın en meşhur eli olacaktı. Bu el hayatımıza da el atacaktı, hayatımızı kıskıvrak tutacaktı, hiç bırakmayacaktı. "Konu yepyeniydi" her açıdan ve ben bütün sorunlara rağmen bu işin peşini bırakmayacaktım.
"En iyi koşucular" kimlerdi? Ben mi, Pierre mi, J. J. Thomson mu, Rutherford mu, Paul Villard mı, Emilio Villari mi, yoksa benim sağ kolum-sadık dostum Andre Debierne mi? Belki de Frederick Soddy haklıdır: Ben Pierre'nin en büyük keşfiyim, radyoaktivite de benim en büyük keşfimdir.
"Soluk peri ışığı" ile "güzel bir renk" olan radyum hayatımıza hepten girdiğinde ölümü de getirdi radyoaktivite ışınlarıyla. Başarı ve ölüm, aşk ve özgürlük, insan ve Tanrı hiç bu kadar şık durmamıştı aynı yerde. Pierre'nin elindeki radyum bromür cam tüpünü gördüğümde ölümün soğuk nefesini ensemde hissetmiştim.
Mendelyev'in periyodik cetvelinde polonyumun 84. sıradaki yerini bulmam iki yılımı aldı ama ben ülkemin ismini bilim tarihinde sonsuza dek yerini almasını sağlamıştım. Polonya polonyum ile hep var olacaktı, yad edilecekti. Ben ülkemin kalbinde yerimi almış olacaktım. Bir bilim insanı için de bundan daha güzel, daha kıymetli bir şey olamazdı.
O hiç istemediğimiz, hep kaçındığımız şöhret "hayatlarımızın felaketi" oldu. Artık insanlardan çok uzak bir dünyada kurmuş olduğumuz yaşam düşüne ihanet ediyorduk ister istemez, kendimize uzak düşüyorduk, bilim için yaptıklarımızın ağır bedelini ödüyorduk. Bilimin bedelinin bilimden daha ağır olduğunu öğrenmemiz yıllarımızı aldı. "Biz mutluyduk" her şeye rağmen. Ta ki Pierre'nin ölümüne kadar. Tehlikeli ışıltısıyla iyilik ve ölüm meleğinin adı radyumdu. Hiç şaşırmamıştım.
Daha 39 yaşımda içimdeki yaşama istediğim ölmüştü. Hayata küsmüştüm bütün benliğimle. Çocuklarım olmasaydı ölmek ve gitmek ya da her şeyi terk etmek hiç zor olmazdı. Çocuklarım için yaşıyordum ama onların varlığı "içimdeki hayatı uyandırmıyor"du. Etrafımda büyük bir sessizlik yaratarak içimdeki hayatı uyandırmaya çalışıyordum. Kızlarım bunu görüyorlardı ve susuyorlardı. Onları ne çok susturuyordum.
Pierre'nin yokluğu beni dehşetli bir umutsuzluğa düşürdü. Muhabbet edebileceğim, dostluk yapacağım birini arıyordum. Hayat karşıma Paul Langevin'i çıkardı. Yine yanılmıştım. Yanlış zamanlarda yanlış kişiye umut bağlamıştım. Ben kendimi aşkın tehlikeli tarafında bulmuştum.
Yorulmuştum ve Curie bilim meşalesini devretme vakti gelmişti. Curie Enstitüsü'nün kontrolünü kızım İrene'ye verdim. Mirasım belliydi hep öteden beri: Vatanseverlik, özveri, barış arayışı, kadınların eşitliği ve mükemmellik.
Madame Curie -Saplantılı Deha-
Barbara Goldsmith
Remzi Kitabevi
Çev. Saadet Özkol
Sayfa 223
İstanbul, 2008
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 09.10.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.09.2024 14:08
Hikaye anlatısı olarak güzel bir anlatı olmuş. Yine de kendisi ve keşifleri ve nobel ödülü kısmı çok cılız kalmış. Oysa kesiflerinin hayatımıza yansımaları da konu edilebilirdi. Kalemine sağlık.