Gündeme Gelen Hitler
Enes Güllü yazdı...
Medya araçlarının en yeni üyesi kabul edilebilecek Netflix 21 Nisan 2020 tarihinde 183 milyon aboneye ulaştığını açıkladı. Aboneliklerin, kapsamındaki kullanıcı sayısının üzerinde ortak kullanıldığı ve içeriklerin her zaman yalnız değil aile veya arkadaşlarla birlikte de izlenildiği çok açıktır. Aşikâr bu gerçekle birlikte bu platformun etki alanına girenlerin kesin bir sayı eldesi de mümkün değildir. Açıklanan abone sayının en azından iki katı sayıda kullanıcının varlığı düşünülebilir. Böyle düşünüldüğünde Netflix nüfusu Çin ve Hindistan dışındaki tüm ülke nüfuslarından fazla çıkmaktadır.
Netflix’in Türkiye’de ise şirket yetkililerince yapılmış açıklamalara göre 2019 şubat ayında 65 bin abonesi, aralık ayında ise 1,5 milyon kullanıcısı var. Güncel veriler için yukarıda tahmini yapılan işlemler burada da tekrarlanabilir.
Nicelik açısından fazlalığının yanında nitelik bakımından da nüfusun aktif ve etkili bölümünde Netflix’in kullanıldığı gazetelerden ayrıca artık gazete manşetlerine ve köşe yazılarına da yön veren sosyal medyadan bellidir.
Netflix dizi ve film yapımlarının yanında kullanıcılarına belgeseller de sunmaktadır. Örneğin, İstanbul’u Fatih Sultan Mehmed değil de Mara Brankoviç istemiş yine padişah almamış da Galata Podesta’sı ve Giustiniani bırakmış gibi bir senaryoyla 6 bölümlük Rise of Empires: Ottoman isimli anlatılana bakılırsa fetih değil de bir işgal belgeseli gibi.
******
Aytunç Altındal, 18 Kasım 2013’de son yirmi yıldaki şartlara göre genç kabul edebilecek 68 yaşında kaybettiğimiz kitapları çok baskı yapan çok satan yayıncı, araştırmacı, yazardır. 1945 yılında doğduğu, lisansını Fransa’da Sorbonne’da tamamladığı belirli sitelerde yazılmıştır. Doktorasını İsviçre’de Teoloji alanında yaptığı da kendisi hakkında verilen bilgiler arasındaysa da tezi hakkında başlığı dahil hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ulusal tez merkezinde 2016 yılında Aytunç Altındal’ın Eserlerinde Hristiyanlık başlığıyla yazılmış bir yüksek lisans tezi gözükmektedir. Bu tezde de hayatı hakkında haber sitelerinde dönen bilgilerden başka bir şey verilmediği gibi eserlerinin bir bibliyografyası dahî bulunmamaktadır.
Wikipedia’da 20 tanesinin ismi verilmiş 11 çeviri 16 telif olmak üzere 27 kitabının 400 kadar da makalesinin olduğu, hakkında verilen bilgilerdendir. Ancak basılı materyale baktığımızda Aytunç Altındal’ın kitaplarını iki farklı yayıncıda görmekteyiz. Yayınevlerinden ilki Alfa Basım Yayım’da, 10 eseri bulunmaktadır. İkincisi Destek Yayınları’ndan ise iki Halil Cibran’dan çevirisinin yanında dördü Alfa’dakilerle aynı, biri şiir 19 eseri basılmıştır.
Altındal bu eserlerini ve düşüncelerini belirli bir tez çevresinde yazmıştır. O tez de dünya tarihinde geçen önemli siyasi, bilimsel veya dini olayların arka planında okültik, gnostik ve ezoterik bir ilginin, kişinin veya grubun bulunduğudur. 2000 yılında yayınlanan ve bugün 23. baskıya ulaşmış son 40 sayfasında fotoğraflar ve kaynakça bulunan 305 sayfalık Bilinmeyen Hitler de yazarın bu tezi bariz şekilde işlediği kitapları arasındadır.
Netflix ve Altındal’ın alakasına gelecek olursak…
Netflix’te anahtar kelimeyle arama algoritması sayesinde konusu yakın seçenekleri görme imkânından dolayı Aytunç Altındal’ın kitabının girişinde yer alan “Adolf Hitler, istatistiklere göre İsa Mesih’ten sonra hakkında en çok yayın yapılmış kişidir.” hükmünü doğrulayacak bir sonuç görüyoruz:
Hitler’s Circle of Evil, Hitler Bir Kariyer, Hitler’i Öldürün!, Hitler’in Çelik Canavarı gibi doğrudan ona dair belgeseller; Nazi Toplama Kampları, Auschwitz’in Muhasebecisi, The Pact gibi führerin çevresi ve Nazi Partisi’ne dair begeseller; Benim Führerim, O Geri Döndü gibi Hitler’in kendisine dair filmler başlıcaları. Daha II. Dünya Savaşı’na dair filmler ve belgeseller savaş sonrası Naziler’i yakalama operasyonları konularını işleyen yapımlarda bu listede sayılabilir.
Özetle bu platformu kullanan gitgide artan kişi sayısı ve bu kitlenin niteleliksel durumu göze alındığında bu yapımların rağbet gördüğü ve konunun ülke gündeminde atan bir damara denk geldiği açıktır. İlgi çeken bu konuya dair de ulaşılabilecek ve dikkat çekecek başlıca kitabın Bilinmeyen Hitler olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple kitabı dikkatlice okudum ve maalesef çok basit hatalar ve bilgi yanlışlarıyla dolu olduğunu gördüm.
20 yıl önce yayınlanmış bu kitabın elimde bulunan Alfa Yayım’daki 22. baskısında bu yanlışların devam ediyor olması daha önce bir eleştirinin, düzeltmenin gerçekleştirilmediğine delil olabilir. On üçüncü baskıya yapılan önsözde de yazarın yalnızca Yılmaz Karakoyunlu’nun kitapta index bulunmayışını eleştirdiğini söylemesi toplumun hazır bilgiye ne kadar alıştığını göstermektedir.
Öncelikle çok bariz hatalarla başlıyorum:
Sayfa 225’in son paragrafından 226’nın ilk paragrafının bitimine kadar şöyle bir ifade var: “Zvi’nin tilmizlerinden Jacob Frank, Polonyalı bir Eşkenazdı ve o da Bektaşi olmuştu. Frank, daha sonra tüm dinleri bir araya getirmek isteğiyle önce Katolik, sonra da Ortodoks Hıristiyan olmuştu. Onun taraftarlarına Türkiye’de ‘Yakubiler’ denilir ve bu insanlar üç Tek-Tanrılı dinin gerçekte Hz. İbrahim ’den gelen tek din olduğu görüşündedirler.”
Jacob Frank’ın doğum tarihi 1726 iken Zvi’den kasıt Sabatay Sevi’nin ölüm tarihi 1676’dır. Tilmizlik ilişkisi organik olarak mevcut değildir. Varsayalım ki Altındal burada ilham alma, onun öğretilerini takip etmeyi kastetti. Nitekim Sebataycılık konusunda en ciddi çalışmayı yapmış ve ömrünü bu olaya aydınlatmaya ayırmış Gershom Scholem’de usulden bakılırsa Frank’ın Sevi’ye bir halef olarak değerlendirilebileceğini ama özellikle ahlaksal yasalara tutum konusunda önemli öğreti farklarına sahip olduklarını söylemiştir.[1] Ancak bundan sonra verilen bilgi de hatalıdır. Bir kere Jacob Frank’ın Doğu Avrupa’da ortalığı ayağa kaldırdıktan sonra bugün de devam eden takipçilerine verilen isim Yakubiler değil Frankistler’dir. Yakubî olarak isimlendirilen cemaat Sebatay Sevi’nin 5. Eşi Ayşe’nin erkek kardeşi Yakup Çelebi’nin çevresinde toplananlardır.[2]
Sayfa 202’nin ilk satırından itibaren de şu satırlar ile karşılaşıyoruz: “Apollonius’un iki kitabı Arapçaya çevrilmiş ve ünlü matematikçiler, Cabir (Cebir’in kurucusu) ve Razi (aynı zamanda kimyacı) tarafından kullanılmışlardı. Hacı Kalfa da, Apollonius’un eserlerini Arapçaya çevirmişti.”
Öncelikle Câbir diye geçen isimden Câbir İbn Hayyân’dan bahsedilmek istendiğini kabul ediyoruz. Câbir’in hayatı bir muamma gibi gözükse de bilim tarihi çalışmalarında hayatı hakkında kabul görmüş iki tez bulunmaktadır. İlki Paul Kraus’un ikincisi ise Fuat Sezgin’in görüşleridir. Ortak nokta şudur ki o da Cafer es-Sadık’ın talebesi olduğudur. Kesin olarak bilinmektedir ki bu önemli isim de 765 yılında vefat etmiştir. Bu göz önüne alındığında Câbir’in yaşadığı dönem 8. Yüzyıldır. Fuat Sezgin kitaplarından birinin başına düşülmüş kayıttan yola çıkarak onun 815 yılında vefat ettiğini söylemiştir.
Râzî yazıp geçilmesi ayrıca bir negatiflik olarak görülebilir. Çünkü Râzî, şu an Tahran’ın bir mahallesi olarak kalmış, Tuğrul Bey’in Selçuklu Devleti’nin başkenti ilan ettiği Rey şehrinden mülhem verilen nisbedir. Aile köklerini veya nereli olduğunu gösteren bir izdir. Bağdadî’nin Bağdat’ı anlatması gibi Râzî Rey’i anlatır. Yalnızca İslam Ansiklopedisi’ne bakıldığında dahî 19 tane Râzî nisbeli kişi maddelerde yer almaktadır. Kastedilenin Ebubekr Muhammed b. Zekeriyya er-Râzî olduğunu kimyacı notundan ve Aytunç Altındal’ın meraklarını göz önüne aldığımızda çıkarabiliriz.
Apollonius ismi de Razi nisbesi kadar olmasa da açıklanmadığında karışıklığa neden olmaktadır. Aytunç Altındal’ın ismine kitap çıkardığı Tyanalı Apollonius’u dikkate aldığını başka yerde Balius diye düştüğü nottan anlıyoruz. Ancak İslam matematikçilerinin çalışmalarında dikkate aldıkları isim Tyanalı’dan 250 yıl önce yaşamış Pergeli Apollonius’tur. Onun da 8 makaleden meydana gelen Konika’sı Kitabü’l Mahrûtât ismiyle ilk dört makalesi Hilâl b. Ebû Hilâl el-Hımsî (ö. 833), kalanı da Sâbit b. Kurre (ö. 901) tarafından çevrilmiştir. Bu çevirilere bakıldığında bunlar üzerinde ölüm tarihlerinden bahsettiğimiz üzere Cabir ve Razi’nin çalışmalar yaptığını söylemek de mümkün gözükmemektedir. Onların çalışmalar yaptığı kişi Emevi halifesi Halid ibn Yezid zamanından çevrilen Tyanalı’nın kitaplarıdır. Ancak matematikçiler diye anlatıma başlanması ise bir kargaşaya sebeptir.
Hadi buranın zevahiri kurtardığını kabul edelim. Ancak cebirle Câbir’in hiçbir alakası yoktur. Cebirin kurucusu Hârezmî veya pek kabul görmeyen bir teze göre de Abdülhamit İbn Türk’tür.[3] Cebir kelimesi yazarın e yerine a koyup kökenini bulduğunu düşündüğünün aksine Harizmi’nin Kitabü’l Cebr ve’l Mukabele kitap başlığında ilk kez yer almıştır.
Sayfa 203 ise insanın kendini neye şartlarsa her şeyi oradan göreceğinin güzel bir örneğini sunmaktadır. “Sebottendorff, İstanbul’da, ‘Gül’ün Sırları’ diye bilinen ezoterik bilgilere de ulaşmıştı. 13. yüzyıldan itibaren ‘Gül’sembolizmi İslamda da önemli rol oynamaya başlamıştı. Sünni İslam, ‘Lale’yi yüceltirken, Rafızi İslam ‘Gül’ü benimsemişti. Apollonius da ‘Gül’ taraftarıydı ve bu çiçeğin sembolik değerlerini açıklamıştı. İşariyye akımında, ‘Gülbang’ denilen ve Kuran’da bulunmayan duaları okuma geleneği vardı.”
Tıpkı marksizme reflekslenmiş bir zihnin tarihte ve güncel siyasi vakalarda sömüren sömürelen gruplaşmalarını bulması gibi Aytunç Altındal da zihnini sembolizm gibi işlere yoğunlaştırdığından neye baksa bir anlam yüklemektedir. Lale ve gül sembollerinin kaynağı ebcedden gelen değerlerdir. Ebced de öyle gizli saklı bir şey değil harflerin taşıdığı sayı değerleriyle yapılan bir hesap sistemidir. Şu an kullandığımız basamak tanımlı ve 10 rakamla istediğimiz sayıyı yazmamızı sağlayan Hind sistemi, cebirde olduğu gibi Harezmi sayesinde tanınmıştır. Ondan önce Yunanlılar, İbraniler ve Araplar başta olmak üzere Akdeniz bölgesi kavimleri rakamlara ayrıca bir sembol atamak yerine harflerden seçip kullanmışlardır.[4]
Allah kelimesi ve lale kelimesinin Arap harfleriyle yazımında elif lam ve he olmak üzere aynı harfler kullanıldığından bunların ebced hesabına göre değeri 66 olmaktadır. Bu yüzden Tanrı için remz lale kabul edilmiştir. Tevhid dini İslam için Tanrı’dan daha üstün bir şey bulunamayacağından elbette ki diğer her türlü sembol onun altında yer alacaktır.
Gül ise peygamberimiz Hz. Muhammed’in sembolüdür. Bu sembolün ebcedden ziyade peygamberde görülen üç temel vasfın baş harflerinden oluşturulduğu kabul edilen bir görüştür. Bunlar velilik, rahmet ve davetçiliktir. V,R,D harfleri de Arapça gülün karşılığı verd’i oluşturur.[5]
İkinci olarak ise gül, güzellik ve kokusundan ilhamla edebiyatçıların benzetmesinden kaynaklı kullanılır. Yunus Emre’nin Sordum Sarı Çiçeği ilahisinde “Gül sizin ne’niz olur?” sorusuna “Gül Muhammed teridir.” cevabı verilir. Milli kültürün en muhteşem isimlerinden Süleyman Çelebi’nin de:
Terlese güller olurdu her teri
Hoş dererlerdi terinden gülleri
dizeleri Yunus Emre ile aynı anlamı taşımaktadır. Divan Edebiyatı’nda Fuzuli’ninkiler başta olmak üzere pek çok beyitte gül ile peygamberi telmihi görürüz. Necati Bey’in şu beyti ise doğrudan doğruya konuyu ifade eder:
Yılda bir kere menâr-i sahdan dîdâr gül
Gösterir nite ki nur-ı Ahmed-i Muhtâr gül.
Modern Türk Şiiri’nin en önemli isimlerinden Sezai Karakoç’un Çocukluğumuz şiirinde de bu meşhur benzetmeye rastlanabilir:
Annem bana gülü şöyle öğretti
Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi.
Ne demektir yani Rafızî? Yazar ya tanımı bilmemekte ya da tarikatlar hakkında Bektaşiler iyi ajandı gibi klişelerden beslenmektedir. Bir de zaten son kısımda Kur’an da olmayan dualar etmişlerdir cümlesi vardır ki yüzbin kahkaha attırır. Bu satırları okuyan da Gülbang denen muhteşem belagatli sözleri hokuspokuslu büyü sihir ifadesi sanır.
Allah Allah illâllah
Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir
Hiç olmaz soran
Eyvallah, Eyvallah...
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan
Kulluğumuz padişaya ayan
Üçler, yediler, kırklar
Gülbangı Muhammedî, nûri nehî, Keremi Ali
Pirimiz hünkârımız Hacı Bektaşı Velî
Demine, devrânına hu diyelim!.
Bu bir Yeniçeri gülbankıdır.
Nasrun minallahi ve fethun karîb fe beşşiril mü'minîne yâ Muhammed
Allah Allah
Allah Allah
Allah Allah
Evvel Allah
Âhir Allah
Zâhir Allah
Bâtın Allah
Küllün min indillah
Vemâ teşâûne en yeşâallah
Fezkûrullahe le'alleküm tüflihun
Yâ eyyühellezîne âmenuzkurullahe zikran kesîrâ ve sebbihûhu bükraten ve asîlâ
Gönüllerden hubb-i sivâ ihrâc ola
Gönüller aşkullah ve muhabbetullah ile münevver ola
İlâhsızlar kahr ola
İnsâniyyete hâdim olanlar pâyidâr ola, adl ile kâim ola
"Ve yensurekallahu nasran azîzâ" sırrı ile dâim ola
Gönüller murâdın bula
Âşıklar vuslat bula
İstekler ve niyâzlar kabûl ola
Yüzlerimize nûr, gönüllerimize sürûr ola
Bi hürmeti aşk-ı Mevlâ, nûr-i Nebî, kerem-i Ebû Bekr ü Ömer ü Osmân u Alî
Pîrimiz Muhammed Nûreddin Cerrâhîyyü Velî
Dem-i Hazret-i Pîr
Tekabbel minnâ kerem-i Mevlâ
Bi ism-i zâtike yâ Allah Hû[6]
Bu da Halveti kolunda zikr esnasında söylenmiş bir gülbanktır. İman etmiş bir kişinin amin dememe olasılığı mı vardır?
Gülbank Farsça kökenli bir kelimedir. Bülbülün güle ötüşü için söylenmiştir. Bank, çağırış veya nida demektir. Örnekteki gibi deyişler için terim anlam kazanmıştır.
Kur’an dışında başka dua edilmez gibi bir hükme çıkan cümleye dair ise söylenecek pek bir şey yok. Bizzat peygamberin Hz. Aişe’ye öğrettiği “Allah’ım sen affedicisin. Affı seversin, bizleri de affeyle.” gibi dualar mevcuttur. Diğer dostlarına da dua tavsiyelerinde bulunmuştur.
Sayfa 262’de de Almanya’nın Führer yardımcısı Rudolf Hess’in İngilizlerin eline 1942’de geçtiği yazılmıştır. Ancak Mayıs 1941’de kendisinin uçakla İngiltere’ye gittiği bilinmektedir.
Sayfa 219’da “O dönemde Beykoz, Bektaşi tekkelerinin en yoğun olduğu semtlerden biriydi.” cümlesi geçmektedir. Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan Fahri Maden’in hazırladığı Bektaşî Tekkelerinin Kapatılması (1826) adlı eserin sonunda bulunan eklerde 17. Yüzyıldan 1826’ya tekkelerin listesi verilmiştir. 1826’dan sonra tekrar açılabilmiş veya ilk defa kurulmuş tekkelerin listesi de ayrıca bulunmaktadır. Bu listelerin yalnızca ikincisinde Beykoz’da Akbaba Tekkesi’nin ismi vardır. Çoğul eki ve Beykoz’un tekke bakımından yoğun olduğu nereden çıkarılmış, izaha muhtaçtır.
Ne anlattığını emin olalım şu bölümde kendisinin de pek anlamadığı Aytunç Altındal sayfa 226’da tarikata giren Bektaşiler’e dair şöyle bir cümle kuruyor : “Bu dönemde kendisine ‘İlm-i Miftah’ veya ‘İlm-i Nizan’la ilgili hiçbir bilgi verilmez.” Moto mot bir çeviriyle anahtar ilmi falan diye çevirip yine bir komplo yakaladığını düşünerek giz, sır gibi şeyler açılıyor sandığını düşünüyoruz. Miftah literatürde bugün İngizlizce kitaplarda Introduction to diye başlayan ifade, Türkçe kitaplarda matematiğe giriş, lineer cebire giriş gibi tamlamalardaki giriş için kullanılabilecek bir ifadedir.
Dönemin eğitim sisteminde eğer ki bir kişi herhangi bir ilim dalını öğrenmek istiyorsa önce alet ilimlerini öğrenmesi istenir. Bunlar mantık ve dildir. Yani ilimleri anlamak için olmazsa olmazdır bu ikisi. Nitekim aşağıda bahsedeceği de büyük dil bilimci Ebu Ya’kub es-Sekkaki’nin Miftahu’l Ulum adlı eserine ait yorumlardır. Bu eserde birinci bölümde sarf, ikinci bölümde nahiv, üçüncü bölümde de belagat konuları anlatılmıştır. Herhangi birinin Arapça eserler satan bir merkezden veya internetten alabileceği bir eserdir. Uzmanları da haylice fazladır.
Sayfa 226’da devam ediyor Altındal:
“Miftah 13. Yüzyılın sonlarında ve 14. Yüzyılın başlarında “Seyyid Şerif tarafından “Şerh-i Miftah” olarak kompoze edilmişti. Aynı yazarın diğer bir kitabı da “Şerh-i Mevakif’ti.”
Seyyid Şerif’in bu konuyla bir alakası var ancak tam olarak böyle değil. Sekkaki’nin Miftah’ına Kazvini bir Telhis yazmıştır. Bu telhisi Taftazani Mutavvel namıyla şerh etti. İşte bu Mutavvel’e Seyyid Şerif bir haşiye yazmıştır. Seyyid Şerif Cürcani’nin bu haşiyesi asıl eserin 3. bölümü belagat kısmını kapsar.
Metin şöyle devam ediyor: “Evet ‘Şerh’ bir tür tez çalışmasıdır ve hiçbir zaman da ‘ilm’ olarak da değerlendirilemez. Bir ekleme, düzeltme, yenileme çalışmasıdır.”
Ne demek istiyor en ufak bir fikrim yok.
“Seyyid Şerifin bu ‘Şerh-i Miftahı’ o denli karmaşık ve anlaşılması zor bir çalışmaydı ki, bunu okuma ve öğrenme hakkı sadece astronomide çok ilerlemiş olan müderrislere (Profesör) tanınmıştı.”
Metnin içeriği belagatle ilgiliyken astronomi nasıl çıkarıldı bunu anlamak çok mümkün gözükmüyor. Ayrıca başta kitap, telhis, şerh, haşiye yani artık en ince ayrıntıların tartışıldığı bir eser olduğundan herkesin okumasına lüzum yoktur. Olağanüstü bir durum varmış gibi bahsedilmemesi gerekir.
“Bu bilim adamlarının en ünlüsü Bursalı Taşköprülüzade’ydi (1465). 20. Yüzyıl Osmanlı’sında bilinen ‘Miftah’ işte bu ünlü bilim adamının hazırladığı ‘Şerh’ten kaynaklanıyordu.”
Miftah’ul Ulum ile Taşköprülüzade’nin Miftah’ı diye kastedilen Miftahüs Saade’nin hiçbir alakası yoktur. Biri arap dili hakkındadır. Diğeri ise bir ilimler tarihidir. Kitabın başlığı ise Mutluluğun Anahtarı olarak çevrilebilir. Böyle ifade edilmesinin sebebi önemli bir gelenek olan Meşşailik’in ebedi saadet vesilesinin beşeri nefsin nazari ve ameli iki kuvvesinin kemale ermesiyle mümkün olacağını söylemesidir. Bu kuvvelerde ancak ilim öğrenilerek kemale erer. Cımbızla çekip güzelce çorba edilmiş bir metin görüyoruz. Kapağı bile açılmamış kitaplar hakkında yorumlar yapılmış. Elbette burada bitmemiş:
“Rudolf Glauer bir dönem Bursa’da yaşadığı ve Okültizm’le uğraşanlardan ders aldığı için bu ‘Şerhi’ mealen öğrenmiş olmalıdır.”
Taşköprülüzade’nin Bursalı olmasıyla 450 yıl sonra Glauer’in de Bursa’ya gidişi ilişkilendirilerek sır perdeleri şovu devam ettirilmiştir. Buna hiç gerek yok. İstanbul medreselerinde de gayet bilinen bir eserdir.
Bu eserdeki tüm bilgilere mesafeli yaklaşmakta fayda var. Ancak usul konusunda yazarı tebrik etmek gerekiyor şu soruyla uğraşması açısından: Hitler’i etkileyen yazar, şair ve düşünürler kimdi? Lanz von Liebenfels, Guido von List, Robert Hamerling, Dietrich Eckart kitaptan öğrenilen isimler arasında.
Bu isimler yalnızca Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve Hitler’in değil bugün Avrupa’daki halkımıza ve diğer yabancı halklara yönelik Neo Nazi eylemlerinin sosyolojik ve psikolojik temelini anlamak için de bir yol haritası kabul edilebilir.
Kaynakça
[1] Gershom Scholem, Sabetay Sevi Mistik Mesih, Kabalcı Yayınevi, çeviren Eşref Bengi Özbilen,1. Baskı, 2011, sayfa 650
[2] Cengiz Şişman, Sabatay Sevi, TDV İslam Ansiklopedisi, 35. Cild, sayfa 334-335
[3] Aydın Sayılı’nın Hârezmî ile Abdülhamîd İbn Türk ve Orta Asya’nın Bilim ve Kültür Tarihindeki Yeri adlı makalesine hangi terimin ne anlama geldiği ve geniş bilgiler için bakılabilir. Harvard Üniversitesi Bilim Tarihi profesörlerinden Rüşdi Raşid’in TDV İslam Ansiklopedi’si için kaleme aldığı “Matematik” maddesine ve İhsan Fazlıoğlu’nun “Cebir” maddesine de bakılabilir.
[4] Joseph Mazur, Matematik Sembollerinin Kısa Tarihi, İş Bankası Yayınları, çeviren Barış Gönülşen. Bu kitaptan tarih boyunca kavim ve medeniyetlerin kullandıkları sembollere bakılabilir.
[5] Bilal Kemikli, Gül Kültürümüz ve Hazreti Peygamber, Somuncubaba Dergisi, sayı 90.
[6] https://defter-i-ussak.blogspot.com/2017/01/muzaffer-efendi-hazretlerinden-bir-gulbank.html 05.06.2020
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 04.09.2020 15:14 - Güncelleme Tarihi: 17.11.2021 22:09