Güneşin En Son Doğduğu Adadan Karanlığa Reddiye
Birsen Çay, Kitaphaber için kaleme aldı...
Samoa kabile reisi Tuiavii'nin Avrupa seyahatlerinden edindiği izlenimlerin konu edindiği kitapta "Bilinenden bilinmeyene ulaşma" kuralıyla, sayfalar arasında bulabiliriz kendimizi. Avrupa'yı Beyaz Adam üzerinden tanımlarken keşfe çıkarıyor, batı hayranı aklımızı silkeliyor. Kendi düşünce tarzı ve yalın anlatımıyla batının gizli senaryolarını gün yüzüne çıkarmayı usta bir şekilde beceriyor. İsimlerini bilmediği nesnelerin amaçlarını gören gözlem yeteneği ve bunları kendi dilince yorumlaması hayranlık uyandırıyor. Gez, gör, öğren ama taşıma! diyor adeta. Kimliği, kişiliği ve değerleri koruyarak kültürler arasındaki farklılıkları öğrenmenin zenginlik kattığını görmekteyiz. İlk konusu "Beyaz Adam'ın etini örtmesi ve çeşit çeşit kılıflarına dair" den itibaren yaptığı analizler oldukça ilgi uyandırıcı.
İnsan vücudunu bir bütün olarak değerlendirmede Tuavii'ye katılmamak mümkün değil. Beden ve ruh arasındaki bağı anlatırken kılıfları, örtüleri; beden ve ruh dünyasını birbirinden ayırdığı, aralarında çelişkiler oluşturduğu için kınar. İnsanın kimliksizliğe doğru ilerleyişine bağlantı yaparak çarpıcı örnekler sunar. Çıplaklığı yücelten, kılıfı hakir gören yalın anlatımı tedirgin edici bir yaklaşım gibi gözüküyor ancak, çelişkiler yumağından dokunmuş kılıfların, insan özünü gizleyen kılıf oluşuna, insan ve tabiat arasındaki manevi irtibata zarar verişine vurgu yapmaktadır.
Beyaz Adam kılıfları yüceltir, onu över, üretir ve tüketimini de sağlar. Kılıflar üretmek için savaşlar çıkarır. En güzelleriyle kendi çirkinliklerini örter ve kılıfına asalet yükler. Kılıfı olmayanlar Beyaz Adamın gözünde köledir. Ve bu köle Beyaz Adamın kılıflarına tutsak olmalı. Yoksulluğa bakan yanı varsa da kılıfa vahşet saklayanlar yanında çıplaklığa asalet yükleyen bu kabile reisini anlayabiliyorsunuz.
Sokağın, caddenin, evlerin, kapıların, pencerelerin, odaların, duvarların, arabaların, yayaların, gemilerin, adını (bilmediği için ) kullanmadan sizi kent seyyahı yapıyor. Kentli ve köylü insanına dair gözlemlerini, kentli ve köylü arasındaki bağı ve farkı anlatıyor. Yeni şehrin yeni eşyası sevdasıyla alış veriş mekânlarında soluğunu alanlara, gezmenin hakkını veren bir insan olarak örnek teşkil ediyor. Zira Tuiavii, kentlerin tozunu bile üstüne almadan kendi coğrafyasında bir şehrin tanıtımını yapabilme iradesini göstermiştir.
Mark, Frank, Şiling, Liret gibi ortak adı "Para" olan Tanrısı vardır Beyaz Adamın. Para ve Güce dair gözlemlerinde, zihin haritanızı açıyor, dünya savaşlarının doğumu gözleriniz önünde canlanıyor, maddiyatçı zihniyetin dünyaya salgıladığı ve tesirini gösterdiği zehri görüyorsunuz. Fakir olmak bu kadar lezzetli, ihtiyaçlar bu kadar şeytani olarak gözüme çarpmamıştı. Dünyanın huzurlu olmasının fakirlikten geçtiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Zenginliğin tarifini yapıyor sonra Tuiavii; "Biz konukseverliği, uzattığı her meyve için bir karşılık bekleyenleri hor gören geleneklerimizi sevelim. Birinin her şeyi varken, diğerinin hiçbir şeyi olmamasına izin vermeyen geleneklerimizi sevelim." (s.42) "Para kimseyi ne daha mutlu eder ne de daha neşeli yapar. Yaptığı tek şey, insanın yüreğini kötü bir karışıklığa sürüklemektir." (S.42)
Çağın üretim çılgınlığını sorguluyorsunuz "Nereden esiyor bu rüzgar?" diye. Birileri ihtiyacımızı yaratıyor ve biz onu elde etmek için elimizin bütün gücünü, vaktimizin büyük bir bölümünü ona hibe ediyoruz. İki "şey" vardı. Biri Beyaz Adamın yaptığı "şey"ler, birde Büyük Ruh'un yaptığı "şey"ler. Bu iki şeyler arasındaki farklılıkları ortaya dökerek, ihtiyaçlar altında pestili çıkan insanın kaygısının ve çabasının ne kadar beyhude olduğunu vurguluyor
Tüm hesapları kendi çıkarları için yapan ve başkalarını da kendi çıkarlarına köle yapan "Benim, benim olmalı" diyen Beyaz Adam'a çok kızar reisimiz. "Şey"lerini yaratan Beyaz Adam "Benim" diyecekti. Hayatını, düşünce tarzını, kültürünü kendi "Benim"ine göre tasarlayacak ve başkaları da bu "Benim"ine hizmet edecekti. Her şeye sahip olan Tanrı, her şeye sahip olmak isteyen Beyaz Adamın baş düşmanıydı. Ya onu unutturacaktı. Ya da yok edecekti. İhtiyaçları yarattı, "şey" dedi. Keşfettiği için "Benim" dedi. "Benim olmalı ki senin olabilsin!" dedi. İnsan arasında ben ve sen kavramını açtı.
Savaşlar, ölümler, cinayetler, kaoslar, fitneler bunun ürünüydü. "Benim" demenin alt temelinde yatan tehlikeyi böyle sızdırıyor içimize doğru Somualı Kabile Reisi. "Bizde, 'benim olan senindir' demek vardır" diye ekliyor.
Günün saniyeye, dakikaya, saate bölünmesi; insanın kendine ayıracağı vakti olmayışı ve bu koşturma içerisinde kaçırdığı güzellikleri hatırlatıyor. Zamanın mekaniğe dönüşmüş halin doğurduğu sonuçları kınamasına hak veriyoruz ancak, insan yaşadığı zaman diliminde özünü koruyabilme mücadelesi verecekse bu zamana karşı da yapılabilmeli. Zaman insanı değil, insan zamanı yönetebilmeli.Ölümü, hayatın tadını,neşesini kaçıran yönüyle ele alışı, toprağa kardeşi olmuş insana uzak bir anlayış. Bilakis şikayetçi olduğu bölünmüş zamanın nefes aldığı an; ölümün hatırlanıldığı andır. Dünyanın değişimlerine, açık olmakta fayda var. Ruhu arkada bırakmadan ve dokuya zarar vermeden üretmek; değişen ve gelişen dünyada insanın hedefi olmalı. Rutin yapılan işlerin insanı makineleştirmesinden yola çıkarak her iş için oluşturulan mesleklere karşı yaptığı tenkit, bir işe gözle, dille, kalple dahil olamamaktan dolayı yaptığını fark ediyoruz. Herkesi bir düşünmeye sevk ettiğinden, akıl üzerinden oynanan oyunlardan dolayı gazeteler için yapmış olduğu tespitlerin gerçekliği göz ardı edilemese de Bir Somualı kendi gözüyle Avrupa'yı okuyabiliyor ve kendi diliyle anlatabiliyorsa, her insan her düşünceyi kendi aklıyla pekala okuyabilir.
Düşünme ve düşüncenin işlevsiz oluşuna kaygı duyarken zamanımızda, onu ölümcül hastalık olarak değerlendirişi içsel çıkışlara sebep verebiliyor ancak, insanı iki parçaya bölen düşünceye karşı çıktığını ilerleyen sayfalarda anlıyoruz. Düşünmek… "evet, ama bunun da bir usulü var!" diyor okuduğunuz satırlar. Beyaz Adam'ın beceremediği şeylerin olduğunu ve Tanrılık nişanesi addederek, ürettiği makinelerinden daha güçlü Tanrı'nın olduğunu söylerken çok coşkulu. Her şeye akbaba gibi üşüşmüş bu Beyaz Adamın acizliğini görmek arzusu uyanıyor içinizde. "…hala kendisini ölümden koruyan bir makine yapmayı beceremedi. Tanrı'nın her an yaptığından, gerçekleştirdiğinden daha büyük bir şey beceremedi şimdiye dek. Makineleri, marifetleri, büyüleri, hiçbir şeyi insanın hayatını uzatmaya yetmedi; ne de insanı daha mutlu, daha huzurlu kılmaya." (s.71) Kendi ışığını karanlığa götürürken Beyaz Adam, bir delik açmıştı ufukta. Ve o delikten tüm zenginlikleri, değerleri çekip aldı. "Yenilik" dedi, "İlerlemişlik" dedi, "Gelişmişlik" dedi. Bu da onların sömürüye geçirdiği bir kılıftı. Üstün gayretleri görünürde tesir etmiş olsa da biz Somualı Kabile Reisi Tuiavii'nin sözlerine eşlik ediyoruz. " Kes şu cırtlak sesini. Senin sözlerin bizim için kayada patlayan dalgaların şakırtısı, palmiyelerin hışırtısından başka bir şey değil. Hele hele güneş hiç değil; Kendi yüzün gülmedikçe, güçlenmedikçe, gözlerin parlamadıkça, Tanrı'nın sureti içinden yansımadıkça. Dahası, kendi kendimize ant içip yüzüne haykıralım: 'Zevklerin, sevinçlerin uzak dursun bizden, bütün zenginlikleri vahşice elinde ya da kafanda toplaman, kardeşinden daha üstün olma hırsın, anlamsız işlerin, türlü marifetlerin, ne idüğü belirsiz göz boyamaların,meraklı düşüncen, hiçbir şey bilmeyen bilgin bizden uzak dursun. Senin bile uykularını kaçıran, döşeğinde rahatını bozan bütün çılgınlıkların uzak dursun. Bizim bunların hiçbirine gereksinmemiz yok,yete bize Tanrı'nın bol bol sunduğu soylu güzel mutluluklar. Işığının gözümüzü kamaştırıp bizi yanılgıya sürüklemek yerine yolumuzu aydınlatması için yardımcı olsun bize. Onun ışığında ilerlememiz, o ışığının bizi kavraması için yardım etsin bize. Bu ışık birbirimizi sevmemizdir. Yürekten "talofa"(selam) diyebilmemizdir."(s.101)
Göğü Delen Adam
Pascal Bruckner
Ayrıntı Yayınları
Çeviren: Levent TAYLA
110 Sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 23.11.2015 13:00 - Güncelleme Tarihi: 06.03.2023 23:07