Günümüzün Anlatıcıları: Abdullah Harmancı İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
İçimizde bir sır var. Hayat ona ulaşmak ve onunla baş etmekle geçiyor. İcat değil keşif bu. Fetih ya da. Biz tercih ederek buraya gelmedik. Aslında başka çaremiz yoktu. Burada olmaktan başka… Ama elbette olayın tarihsel bir kısmı var. Elli sene önce yaşasaydım küçürek öykü yazmazdım. İki yüzsene önce yaşasaydım gazel yazardım.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Öyledir. Bir bakıma. "Ne oldu da ben bunları yazdım?" şaşkınlığını yaşıyoruz. Bakıyorsunuz içiniz bomboş. Yazamazsınız. Dilediğiniz zaman çıkmıyor ortaya. O dilediği zaman çıkıyor. Sanki bir hastalığın pençesinde eriyorsunuz. Nöbetler geçiriyorsunuz.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Bilim şablon peşindedir. Sanat şablon yıkıcıdır. Malum. Şablona oturmamalı elbette. Ama anlamak, öğretmek isteyenler için de şablon gereklidir. Şablon olsun ama olduğu anda yıkılmaya başlar.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dergiler bizi yönetmemeli. Biz dergileri yönetmeliyiz. Yazmakta olduğumuz bir kitabın tefrikası gibi bir yayımlama biçimine kadar faydalıdır. Hep kendi yazdığımız metinlerin kusurlarını görürüz. Hem de henüz ortaya çıkmayan kitabımız okurların nezdinde bir yer edinir. Bunu böyle yapanlara selam olsun. Ama dergiler ne yapacağımıza karar veriyorlarsa üzücü. Savrulma ihtimali var.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Daima sorgulayan ve küçümseyen biri olur. Hayali. Yönlendirir. Acıtır. Kızar. Öfkelenir. Ama beğenir de. İşte bu zalim sesin bizi beğenmesi –ki nadirdir- bir şeyleri başardığımızı gösterir.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Bunun için yaratıldım. Kulluk dediğimiz şey de bu. Kuş cıvıldar. Çiçek açar. Toprak tozar. Canlı hareket eder. Taş susar. İnsan da ona verilen ilmi yerine getirir.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Çok oldu bu. Allah korusun. Ama etkiliyor. Behrengi nasıl öleceğini biliyormuş gibi yazmıştı. Exupery nasıl öleceğini bilmişti. Veya başka tezahürler de olabilir elbette. Onu bunu bilmem. Allah yazdıklarımızla deniyor bizi.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Etgar Keret'i.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Hikaye insanlık tarihi boyunca tüm anlatıları içerir. Öykü ise 200 senelik bir türdür. Aynı şey olamazlar. "Story" ile "short story"yi ayıran İngilizler bunu niteleme ile çözmüş. Biz ise farlı bir terim bulmuşuz.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Okumadan nasıl yazılacak? Ben çağdaşlarıma emek veriyorum. Değer veriyorum. Önemsiyorum onları. Haklarında yazılar yazıyorum. Bunlar olmadan insan kendi çağını çözemez. Anlayamaz ve geçemez.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 10.11.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 06.11.2022 23:35