Günümüzün Anlatıcıları: Ahmet Şevki Şakalar İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Bunun net bir cevabı yok bende. Yazmak çok büyülü, gizemli bir şey. Herkes az veya çok okumalı ancak sanat ve estetik kaygılarla düşünen insanlar yazmalı hatta çok yazmalı. Benim yazma serüvenim babamın anlattığı efsaneler, çocukken okuduğum Dede Korkut hikayeleri, radyo tiyatroları etkili oldu diye düşünüyorum. İlkokulda Türkçe kitabımdaki "Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi" hikayesi aklım başımdan gitmiş, hikâyenin etkisinden haftalarca kurtulamamıştım. Okuduklarımı, babamdan ve radyodan dinlediklerimi anlatıyordum ve bundan büyük bir keyif alıyordum. Anlatmayı seviyordum ve bunu kendime özgü bir söyleyişle yapmaya çalışıyordum. Bunun yazarlık üslubunun ilk nüveleri olduğunu bilmiyordum tabi. Sonra yavaş yavaş başlayan küçük, acemi karalamalar, olay kesitleri, hikayecikler falan…
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
İnsanlığın başlangıcından beri sözün ve sözlü kültürün kültüre ve medeniyetlerin oluşumuna, gelişmesine ve sonraki kuşaklara uzandığını biliyoruz. Bütün kutsal kitaplarda insan ve başka karakterler vasıtasıyla mesajın olay, kıssa, durumlarla dile getirilip hedef kitlelere vardığını gözlemleriz. Örneğin Kur'an-ı Kerim, edebiyat dili olarak harikuladedir. Allahu Teala, peygamberine der, peygamberimiz ümmetine anlatır. Kıssalar üzerinden insanın hayatıdır resmedilen. Hz. Musa'nın yaşadıkları, Yusuf kıssası, Ashab-ı Kehf… Örneklemeler, benzetmeler ve semboller üzerinden etkileyici ve müşahhas bir anlatım dilidir bu.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Türler arası akrabalık, benzerlik, tür alışverişi de diyebileceğimiz bu durumu son dönemde tartıldığını biliyoruz. Bir roman, öykü, deneme, saf kendi özelliklerini taşıyarak mı var olmalı? Bana kalırsa büyük oranda kendi türünün omurgalarını taşıyarak yukarıda bahsettiğimiz tür alışverişi de normal bir durum olmalı. Normal derken şunu da kastediyorum. Bu durumun yazarın çalıştığı, meşgul olduğu yakın türlerin etkisiyle de oluştuğu kanaatindeyim. Bir öykünün içinde şiirsellik, deneme unsurlarına, roman pasajlarına rastlanabilir. Deneme yazısının içine öykü cümleleri, tasvirler yerleşmiş olabilir. Çoğu zaman bunları bilinçli olarak yapmaz yazar. Beslendiği kaynaklar, okuma geçmişi, faydalandığı farklı sanat türleri, yazının rengini etkileyebilir. Aslolan yazarın neyi nasıl anlattığıdır. Kafasının karışık olmaması, meramını net anlatması, dilinin inceliklerini yazıya yedirebilmesidir.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ara ara dergilerde yazıyorum. Öykü gönderdiğim dergiler, bunun yanında benden öykü isteyen dergiler var. Bazen söyleşilere bazen de dergi dosya soruşturmalarına cevap veriyorum. Yazarın ürün yayımladığı dergi sayısının sınırlı olması gerektiğini düşünüyorum. Bir elin parmaklarını geçmemeli bu sayı. Yazma yolculuğunda yazarlar, küçükten büyüğe doğru dergi hedefleri koymalı kendine. Bu, yazarı geliştirir ve ona yazı motivasyonu sağlar. En güzeli belki bir derdi, rengi, poetikası, duruşu, tavrı olan dergiler de var olmaktır. Dergilerdeki yolculuğunuz yazarlığınıza da istikamet çizecek bir yolculuktur. Her yerde görünmemek, Çok okuyup az yazmak, üzerinde iyi çalışılmış metinler üretmek üzerine çabalıyorum. Bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim, büyük dergilerde görünen yazar ve şairler, gençlerin liselerde, üniversitelerde çıkardığı veya Anadolu'nun ücra bir ilçesinde kıt imkanlarla çıkan bir edebiyat dergisi/seçkisinin yazı-şiir isteğini geri çevirmemeli, oradaki heyecana ve gayrete ortak olmalıdır. Edebiyat dergileri, Merhum Cemil Meriç'in deyimiyle "Hür Tefekkürün Kaleleri"dir. Yazarlık şairlik mektepleridir. Tabiri caizse müfredatsız mekteplerdir. Nesirle ve şiirle uğraşan, okumayla yazmayla ömrünü tamamlamaya aday bir insanın sanat ve edebiyat serüvenini dergiler üzerinden yürütmesi çok kıymetlidir. Çağdaşlarını takip etmek, üzerinden çalıştığı tür üzerinde yazılanları, konuşulanlardan haberdar olmak için dergiler çok gereklidir. İyi bir edebiyat eserinin eninde sonunda görülüp bilinip değerini bulacağına inanan biri olarak şunu söylemek isterim: Yazarlık yolunda yürüyenler, telefonlarına, elektronik postalarına cevap vermeyen editörlere, yayın yönetmenlerine kızmasınlar, ürünlerini yayımlamayan dergilere "çete" demesinler. Yazmaya küsmesinler. Çok okumaya ve inatla yazmaya devam etsinler. Günün birinde eğer metnine güveniyorlarsa o öyküyü, o şiiri, o yazıyı güçlü bir dergide görecektir okur.
Şunu da eklemek isterim: Dergilerle ilgili yüz yüze söyleşiler yapıyorum. Bunu yazarlığın dergiler üzerinden yürümesi gerektiği için yapıyorum, dergilerin bilinirliği ve meraklı kitlelerle buluşması, zor emekler ve gayretlerle devam eden serüvenlerine destek vermek için yapıyorum. Günümüz edebiyatçıları arasında Sevgili Selçuk Küpçük ve Mustafa Uçurum'u dergilerin, dergiciliğin üzerine kafa yormaları sebebiyle takdirle zikretmek istiyorum. Dergiler çıkmalı, yaşamalı, biz de bunun üzerine düşünmeli, dertlenmeliyiz.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Her yazarın bir yazma şekli vardır. Benim zihnimi meşgul etmeyen ve beni heyecanlandırmayan hiçbir şeyi yazmıyorum. Yazarı harekete geçiren ruhsal heyecanlar ve sarsıntılardır. Yazara yazarken heyecan vermeyen bir mesele, durum okura da heyecan vermeyecektir. Benim sürecim şöyle gelişiyor: Bir mesele haftalarca bazen aylarca zihnimde dönüp duruyor. Kahramanlar, karakterler daha sonra şekilleniyor. Yazma stilimi inşaatın kolonlarına benzetiyorum. Bu yazının omurgası demek benim adıma. Sonra ince işçilikler başlıyor. Karakter ayrıntıları ve şekil verme işi, ince işçilik aşamasında beliriyor. Her yazı yazarından bir parça ipuçları taşır. Bu süreçte kendimi mümkün olduğunca dışarıda tutmaya çalışıyorum. Bunu başaramadığım zamanlar olmuyor değil. Beni dışarıda tutup üslubumu öyküye yedirmek gayretindeyim. Çünkü öykücülükte neyi anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız daha önemli.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Okuduğum, dinlediğim her öyküden sonra bunu ben daha farklı anlatabilirdim, dediğim zamandan beri öykü yazıyorum. Yaşadığım çağda görebildiğim ayrıntıları, yüzleri, anlatılmaya değer durum ve anları öyküye dönüştürmek çok sevdiğim bir şey. Ömrü hayatımda, günümüz öykücülüğünde bir Ahmet Şevki Şakalar söyleyişi, ifade edişi bırakmak istiyorum. Gerçekleşir mi? Nasip…
Yazmasam ne olurdu? Kıyamet kopmazdı. Radyolardan armağan edilen şarkılar, ismini vermek istemeyen bir dinleyiciye gitmeye devam ederdi. Ajda Pekkan, on yedi yaşında olmaya devam ederdi. Yazmasam, okumaya devam ederdim.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Yazdıkça ve yaşadıkça sokakta, şehirlerde kahramanlarınızla etrafınızdaki insanların yer yer birbirine benzediğini fark ediyorsunuz. Eğer bir karakter üzerinde çok fazla düşünmüşseniz, rüyalarınıza giriyor; işyerinde veya sokakta her an karşınıza o çıkacak hissine kapılıyorsunuz. Bu benim, dediğim karakterlerden mümkün olduğunca kaçmaya çalışıyorum. Öykünün benden uzaklaşmasını ve okuru yakalamasını bekliyorum.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Öykücüler şairler gibi çok kavga etmezler, belki de uzun yazmaktan kavgaya fırsat bulamazlar(!). Bir dergide çok iyi bir öykü veya beni sarsan bir öykü kitabına başladığımda ona gıptayla bakıyorum. Bu öyküyü ben yazsaydım diyorum bazen. Metinlerinden heyecan duyduğum öykücüleri radarıma alıyorum. Kitaplarını, dergilerde çıkan metinlerini takip ediyorum. Kimi geçmek isterim, bilmiyorum. Bunun yerine her yazdığım öykünün daha öncekilerden daha derinlikli ve gelişmiş olmasını yeğlerim. Bundan hareketle iyi metinler yazmak ve çağdaşlarımdan iyi öykü yazanların arasında olmayı murad ederim.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Feridun Andaç, hikâye ile öykünün ayrı türler olduğunu söylüyor. Hikâye, sözlü edebiyatımızın köklü bir ürünüdür. Tahkiye geleneğinin tezahürüdür. Genellikle uzun bir yazın geçmişi olan yazarlarımız ''hikâye''yi kullanırken yeni nesil yazarlar ''öykü''yü tercih ediyor. Öykü, modern bir formdur, tasarımdır. Bana göre hikâye, anlatmaktır, eskilerin tabiriyle "heykat etmek"tir; öykü ise anlatmamaktır, saklamaktır.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Evet. Abone olduğum ve dışarıdan takip ettiğim her derginin ilk önce öykülerini okurum. Sonra şiir, deneme, inceleme… Hakkında yazılan öykü kitaplarına bakarım, eğer o kitabı okuduysam bir kez daha bakarım. Öykü dergileri başta olmak üzere birçok dergiyi yakından takip ediyorum. Dergilerden öykülerine aşina olduğum, beğendiğim öykücülerin kitaplarını çıkar çıkmaz alırım. Öykü dilimi zenginleştirmek için düzenli olarak şiir, roman ve deneme metinleri okurum. Öykü dışarıdan beslendikçe gelişen, kendi kimliğini bulan bir türdür.
Bir kitap yerine son zamanlarda okuduğum birkaç kitap önermek isterim haddimi aşmadan:
Kar Gibi Patiskalar/Cihan Aktaş
Kuşlar, Pıtraklar ve Tıraş Sandığı/Zübeyde Andıç
Yorgun Mermi/Kuddusi Demir
Susmak Ya da Yeniden Doğmak/İsmail Kılınç
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 13.03.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.03.2025 11:24