Günümüzün Anlatıcıları: Ahmet Şimşek İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Benim için ilk önce şartlar öyle gelişti sanırım. İlk öyküm bir gazetede yayımlanmıştı ama ısmarlama bir öyküydü. Biz Kıbrıs göçmeniyiz ya da göçmeniydik diyeyim ve gazete göçmen bir çocuğun gözünden bizim gibilerin kendi hikâyelerine yer vermek istiyordu sanırım ve şans eseri gazeteden birinin okumaya yazmaya ilgisi olduğu düşündüğü bir çocuktum. Sahiden de öyleydim. Yayın kurulunun biz bir edebiyat dergisi değiliz, daha önce bir öykü yayımlamadık, nasıl olacak bu iş diye tartıştıklarını hatırlıyorum. Ben de inatla ama bu bir öyküdür, diyordum ama öyküme bir başlık bile yazmamıştım ve yine de inatla ama ben size bir öykü verdim, diyordum. Öyküme haber yazısı gibi bir başlık atıp yayımladılar. 16 yaşındaydım ve öykü nedir ne değildir aslında pek bir fikrim yoktu. İlk kitabım Hammurabi'nin ise daha çok bir hayal ürünü olduğunu söyleyebilirim. Bazı hikâyeleri etrafta geliştiğine şahit olduğum bazı şeylerden dolayı yazmak zorunda hissediyorum. Tamamıyla hayal ürünü olan öyküleri yazmak da bana ayrı bir keyif veriyor. Kimi zaman ikisi de farklı acıtıyor.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Yazma eyleminin kutsal bir yanı olduğuna düşünmüyorum. Elbette okuduğum bir cümlenin beni epey bir düşündüğü oluyor ve yan yana dizilmiş birkaç sözcüğün bir ağırlığı varmış gibi geliyor. Bir kitap okuyorum ve aniden yalnız değilim diyorum. Ufak bir sihri olabilir mi. Ama yani, bazen beş para etmez öyküler yazıyorum. Bazen de büyük başka yazarın beş para etmez bir yazısını okuyorum ve vakit kaybıydı diye düşünüyorum. Bence yazıda bir kutsallık arayacaksak günün sonunda ortaya çıkan metinde bizi etkileyip değiştirecek bazı yönlerinin olup olmadığına bakmalı.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Hiç üstüne düşünmedim. Ama insanların her şeyi bir şablona oturtmasına gerek yok bence. Konu yazmaksa, hikâyeye uymak gerekiyor diye düşünüyorum. Bir metinde ne anlatmak istiyorum ya da öyküm ne kadar anlaşılsın istiyorum. Bu ikisini bulduktan sonra şablonlara uysun uymasın alabildiğine rahat, türlerden ve şablonlardan bağımsız yazmak isterim şahsen.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Arada görünüyorum. En son Sözcükler'in 98. sayısında bir öyküm yayımlanmıştı. Birileri beni dürtüp de hadi bu dergiye bir öykü gönder diyene kadar aklıma dergilere öykü yollamak gelmiyor doğrusu. Ben dergileri daha çok dosya konuları için takip ediyorum çünkü. Bir yazarın görünürlüğü için arada dergilerde yazılarının çıkması güzel bir şey tabii. Hâlâ saygınlığını koruyan ve yayın hayatına devam edebilen dergiler var. Ve sanırım her derginin az çok bir çevresi ya da kendi yazar/okur kitlesi oluyor. Eğer o editör ve yazar çevresinden birileri öykülerinizi ya da şiirlerinizi görsün, okusun istiyorsanız kesinlikle göndermelisiniz. Kıbrıs kültür edebiyat dergisi bakımından epey kısır bir yer. Ve Türkiye'deki bir dergi siparişi verdiğiniz zaman ki neredeyse her zaman sipariş vermeniz gerekiyor, derginiz size ulaşana kadar yeni sayısı çıkabiliyor. Burada olan bir ya da iki dergide de hep aynı isimleri görüyorsunuz. Öyle olunca da insanın heyecanla bitirdiği yeni öyküsünü o çevreyle paylaşası gelmiyor açıkçası. Ben Hammurabi çıktığından beri yalnızca benden öykü isteyen dergilere öykü verdim ya da okur dostlarımdan biri, atıyorum, Sözcükler'e bir öykü göndersene gibisinden beni dürttü.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Kişisel geçmişimden yararlanarak yazdığım öykülerde muhatap olarak kendimi ya da öykü zamanındaki kendimi alıyorum karşıma. Böyle öykülerde kendime dürüst kalmaya çalışmak beni zorluyor ve sanırım bu tarz öyküleri yazmak bu yüzden hoşuma gidiyor. Kurmaca öykülerdeyse bir arkadaşa yazdığımı düşünüyorum sanırım. Hayalî, kimi zaman fazla ciddi, kimi zaman kibirli, bazen matrak ve bazen de sizi dinlemek istemeyen bir arkadaşa.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Kıbrıs'la ilgili gözüme takılan meseleler oluyor arada ve bana öyle geliyor ki önemli sayılması gereken bazı konular kimsenin umurunda değil gibi görünüyor. Bu durum beni kızdırıyor ve kendimi yazmak zorunda hissediyorum. Ben yazmazsam kimsenin bunu yazacağı yok gibi bir düşünceyle değil ama hassasiyet göstermek gerektiğini düşündüğüm bazı konularda hatırlatmalar ya da küçük farkındalıklar yaratmak için yazıyorum. Kendimi yazar olarak kabul edip bu düşünceyle yaşadıkça kendimi aileme, yaşadığım bölgeye ve buranın insanının bazı dertlerine karşı sorumlu hissettiğim oluyor. Bu demek değil ki bu sorumluluğu yerine getiriyorum ya da arada yüz çevirmiyorum. Ama kendimce Kıbrıs'ın belli bir kesimine karşı büyük bir sorumluluk hissi geliştiriyorum.
Kurmaca öyküler içinse yine farklı şekilde konuşmam gerekiyor sanırım. Onları yazmazsam ne olur? Kendimde bir eksiklik ya da açlık gibi bir şey hissederim sanırım. Çoğunlukla kendim için yazıyorum ve bazen de bunları deli gibi paylaşasım, herkese okutasım geliyor. İnsanlar bunları okumasa ne olur? Onlar bir şey kaybederler mi bilemem ama ben yine bir çeşit eksiklik duyarım. Çünkü tüm bu sözcükler ve dil temelde bir iletişim aracı ve anlaşılmayı arzuladığım kadar okunmak ve karşı tarafa kendimi geçirmek isterim.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Evet, inanıyorum. Kıbrıs küçük bir yer ve burada yaptığınız şeyin küçük olduğuna inansanız dahi etkisinin düşündüğünüzden daha büyük olduğunu görebilirsiniz. Hammurabi iki senede hayatımı oldukça değiştirdi. Benim öykü yayınlatıp kitap çıkarmaktan kazanmak istediğim tek şey, bir şekilde yazmaya devam edebilmek. Bunun için de biraz okunmak gerekiyor elbette. Şimdilik kitabımı alıp öykülerimi okuyan insanların devamında yeni bir kitap veya öykü geldiğinde bunu hoş karşılamaları sağlamak ve okur güveni kazanmak istiyorum. Tabii bunun için daha iyi yazmaya gayret ediyorum ve kendimi okur ve yazar olarak geliştirmeye çalışıyorum.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
İleride Kıbrıs Edebiyatı dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olmak istiyorum. Ve burada, hocam olarak gördüğüm bir iki isim var ancak kendimle kıyaslayabileceğim pek yazar yok. Kıbrıs'ın kesinlikle daha çok yazar ve şaire ihtiyacı var. Belki o zaman tatlı bir rekabet beni daha iyisi için motive edebilir. Bu sene için hedefim yalnızca romanımın taslağını bitirmek ve kafamdaki birkaç öyküyü daha yazıya geçirmek.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Bana da ikisi farklı şeylermiş gibi geliyor. İyi hikâyeler ve kötü hikâyeler duyduğum gibi iyi öyküler ve kötü öyküler de okuyorum.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Yazdığımdan daha iyi bir okur olduğumu umuyorum. Dergileri dosya konularına göre takip ediyorum. Bir dergide bir dostumun öyküsü çıkmışsa merakımdan yine alıp bakıyorum. Yeni çıkan ve almak istediğim çok kitap oluyor tabii. Ama bir kitap ilçe ya da üniversite kütüphanesinde falan varsa satın almıyorum, yoksa mecbur alıyorum. Benim Hammurabi de Kıbrıs'taki ilçe kütüphanelerinin çoğunda bulunuyor (katalog taraması yaptım) ve bu kütüphanelere kitap bağışlayan herkesten minnettarım çünkü kitabımı kütüphanede görmek kitapçı rafında görmekten daha çok mutlu ediyor beni.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 24.11.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.11.2022 22:35