Günümüzün Anlatıcıları: Ali Işık İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Şartların edebi metin yazımıyla çok alakası olduğunu düşünmüyorum. Yazar düş kurmaya başladığında mevcut şartlardan ve gerçeklerden uzaklaşabildiği ölçüde başarılı metin ortaya koyabiliyor. Metafizik irtibat yazıyı kanatlandırıyor ve kalıcı hale getiriyor. Yazarın elindeki ve gönlündeki tek asa "arayış" asası sanırım. Bu asayla düşünü genişletiyor, deşiyor, şekillendiriyor ve oradan yeni bir sese ulaşıyor. Yazar düş kurmaya devam edebildiği ölçüde yazmayı sürdürüyor. Yazmaya devam edebildiği ölçüde düş kurmayı sürdürüyor. Yazıyı ilk gençlik yıllarımda içimde bir tohum olarak buldum. Okuma yolculuğumun bu tohumun büyümesine vesile olduğunu söyleyebilirim. Yoksa çürüyüp gidebilirdi. Çürümüş olsaydı şartlar da, kurduğum düşler de sanırım bana yazdıramazdı.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Çocukluktan itibaren insanın en önemli çabası eşyanın anlamını kavrama gayreti sanırım. İnsan; yakaladığı anlamı kalıcı hale getirme, geleceğe aktarma çabasına giriyor ve bu çabanın sonucu olarak hikâyeler kurmaya başlıyor. Kurduğu hikâyeleri korumak da insanın önceliği haline geliyor. Sözlü kültürde sözün uçmasını engellemek için kurulmuş hikâyelerin dilden dile dolaşarak en parlak ve derin halini alana kadar kendini yenilemesi, havzasını genişletmesi de bu önceliğin bir sonucu. Yazının hayata dâhil olmasıyla insan, önce hikâyesini kayıt altına alma zorunluluğu hissetmiştir.
Eşyanın isimleri Hz. Adem'e öğretilmiştir. İnsan, anlamlandırma gayretini buradan alır. Bu durum, anlamlandırma gayretiyle kalmaz insanın anlatma zorunluluğuna dönüşür. Bu zorunluluk öyle hale gelir ki insanı, söyleyemeyince boğulur hale getirir. Yunus Emre'nin "Ya ben öleyim mi söylemeyince?" sorusu gerçek cevabını arar. Ama esas olan sorunun kendisidir. Dolayısıyla anlatının zorunlu bir yanı vardır. Biz isteyerek yazdığımızı, anlattığımızı sanırız, oysa o bir zorunluluktur. Bu zorunluluk yazının uzun yolculuğunda kutsalla da mecburen ilintili hale gelir.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Edebi metne yazarı tarafından bir sınır çizilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bahsettiğiniz her imkânı ve daha fazlasını yazar kullanabilir. Bugün edebi imkân diye kullandığımız biçimsel yenilikleri ilk deneyen yazarlar, o günün sınırlarını aştıkları için başardılar. Bir temanın ya da biçimin, modern mi yoksa post modern mi olduğunu yazar bilmek zorunda değildir. Bilmek yazarı sınırlandıracak ve daraltacaktır. Yazar genişleyebildiği ölçüde, yükselebildiği ölçüde yolculuğunu genişletmekle ve derinleştirmekle görevlidir. Ortaya çıkan şiiri, öyküyü ya da romanı okurlar, eleştirmenler istedikleri gibi tanımlayabilir, isimlendirebilirler. Bu yazarın görevi değildir.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Yazmaya başladığım yıllarda görünmemin faydalı olduğunu düşünüyordum. Artık öyle düşünmüyorum. Mümkün olduğu kadar saklanmanın, kenarda durmanın ve ötelerde gezinmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Yazar, zamanın gerekliliklerine teslim olmamalı. Kalabalıktan uzakta kenardan, patikadan yürümeli ki farklı sesler duyabilsin. Bunu söylerken yazdıklarımızın okura ulaşacağı mecraları kurutmaktan söz etmiyorum. Yerini ve zamanını yazarın belirleyeceği mecralarda yazar elbette görünebilir. "Yazar okura kendini unutturmamalı" diye bir söylem gelişti son dönemlerde. Ben buna pek itibar etmiyorum. Gayretkeş okurun kendi kanından yazarı unutacağını sanmıyorum.
Günümüz edebiyat dergilerinin yazarın yolculuğuna katkısı olduğunu düşünmüyorum. Dergilerin kahir ekseriyeti geleni yayımlayan bir anlayışa büründüler maalesef. Bir okul olma hüviyetlerini sürdürebilen dergi neredeyse kalmadı.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Söz tutunabilmek için muhatap ister. Karşımda benim de bilmediğim birileri elbette oluyor. Ama karşımda duranları tanımıyorum. Tanımaya başladığımda metne etkileri olacağını düşünüyorum. Yani karşımda tanımadığım, belirsiz birileri oluyor.
Ayrıca yazarın öyküde okura alan bırakması gerektiğini düşünüyorum. Yazar okuru da yolculuğuna katabilmeli. Her şeyin söylendiği, okura alan bırakılmadığı öykülerin okur tarafından ciddiyetle okunduğu kanaatinde değilim. Okur iyi metni okumaya başladığını yazarla birlikte yürüdüğünü hissettiğinde anlıyor. Bu tür metinleri yazabilmek için de yazarın karakterle ve o hayali okurla konuşabilmesi, metni birlikte inşa edebilmeleri gerekiyor.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Ben yazmaya öyküyle başladım. Bugüne kadar tür değiştirme ihtiyacı da duymadım. Öykü yazmak, dünyada kendine duracak bir yer belirlemeyi de beraberinde getiriyor. Hayata oradan bakıyorsunuz. Hikâye insanın hayatla daha derin ilişkiler kurmasını sağlıyor. İnsanın hayatla kurduğu bu organik ilişki kendini bilmek istemesiyle ilişkili. İnsanın kendini aramasının farklı yolları var tabi ki. Öyküyle meşguliyet bunlardan sadece biri. Öyküyle uğraş benim için öncelikli olarak kendimi ve dolayısıyla insanı anlama gayreti. Yani başlı başına bir arayış. Ne bulacağını bilmeden bir arayış. İnsan kendini görebilmek için kendine dışarıdan bakabileceği bir göze ihtiyaç duyuyor. Kendini anlama ve anlatması başka bir bakış açısıyla mümkün hale geliyor. Ötekini anlamadan kendini anlamak oldukça güç. Öykü bana ötekini anlamada dolayısıyla kendimi anlamada önemli imkânlar sundu. Okura da sunacağını düşündüğümden yazmaya devam ediyorum diyebilirim. Yazmasaydım hiçbir şey olmazdı. Hayat aynı şekilde devam ederdi. Belki aramaya başka yollardan devam ederdim.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Bu soruya çok dikkatli cevap vermek gerekiyor sanırım. Bıçak sırtı bir soru. Yazdığım kurgunun kaderimi ekileceğini inanmam ama bazen birbirine yakınlaştığını hissederim. Yazarken ilerde beni meşgul edecek meseleleri hissettiğim zamanlar oldu. Yazdıklarımı, üzerinden çok zaman geçtikten sonra kavradığım anlar da oldu. Yaşadığımız olaylar, o anki hislerimiz ilerde yaşayacaklarımızın bir nüvesi olabiliyor. Bunları yazarak askıya aldığımızdan bazen yazının sezgisel imkânı bize bazı şeyleri önceden fısıldayabiliyor. Ama yine de bu durumu kaderimizi etkilemek olarak görmemek gerekir.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Sanatçının ve edebiyatçının yarışı kendisiyledir. Bu da daha iyi eserler verebilmesini sağlar. Yazarın yarışabileceği birileri üzerinden kendisini konumlandırmasını çok sağlıklı bulmuyorum. Bu yazarın istemediği yollara sapmasına neden olabilir. Özgünlük yazarın üzerine titrediği bir özelliğidir. Yarışmak öncelikle yazarın özgünlüğüne zarar verir diye düşünüyorum. Bununla beraber çok beğendiğim ve imrendiğim eserler var tabi ki. Helal olsun deyip şapka çıkartıyorum. İmrendiğim eserlerin iyi bir okuru olmaya gayret ediyorum.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Hikâye; öykünün, romanın ya da senaryonun omurgasını, kurgusunu ve yapısını oluşturur. Öykünün hikâyesi, romanın hikâyesi olur ama hikâyenin öyküsü ya da hikâyenin romanı olmaz. Bütün kurgusal metinlerin ana hattını hikâye oluşturur. Hikâye bu türlerin ortak noktasıdır. Hikâyenin farklı formları vardır. Roman, öykü, masal, tiyatro, senaryo… gibi. Ben bu meseleyi böyle anlıyorum. Böyle olmak zorunda değil tabi ki.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
İyi bir okur olmaya gayret ediyorum. Öyküye ayrı bir vakit ayırdığımı söyleyebilirim. Önemsediğim dergileri takip etmeye çabalıyorum ama eskiden bu konuda daha gayretliydim. Yeni çıkan kitapların hepsine yetişebilmek mümkün değil. Takip ettiğim genç yazarlar var. Onların kitaplarını edinmeyi geciktirmem. İzninizle örnek vermeyeyim. Birini unutup haksızlık etmek istemem.
Söyleşi için çok teşekkür ederim.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 08.06.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.06.2023 00:27