Günümüzün Anlatıcıları: Esra Kılıç Türedi İle Ko, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Esra Kılıç Türedi İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemi

Günümüzün Anlatıcıları: Esra Kılıç Türedi İle Konuştuk

05.09.2024 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Esra Kılıç Türedi İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Dereceleri ve ehemmiyetleri yazardan yazara değişen birçok etken var elbette. Kendi yazı yolculuğumdaki en mühim etkenin; içime yığılan onca yaşanmışlıkla, duyguyla, kelimeyle, bekleyişle ve arayışla ne yapacağımı bilememenin verdiği o huzursuzluk hissi olduğunu söyleyebilirim. Çocukluğumdan beri olayların, akışların, kalabalıkların ortasında duran; o akıntıya kapılıp sürüklenen biri olamadım. İçimdeki bir ses beni hep çemberin dışına çıkarıp kendi kabuğumdaki o dünyaya sürükledi. Oradan hayatı, insanları, kendimi, hayallerimi, düşlerimi uzun uzun izlemeyi sevdim. İnsanın izlemeyi öğrenmesi, izlemeye alışması, izledikçe bakması, baktıkça görmesi, gördükçe anlaması, anladıkça fark etmesi, fark ettikçe daha çok hissetmesi ve hissettikçe o yığının; içindeki göğe doğru yükselmesi hâliyle hayata karşı daha derin duyarlıklar geliştirmesine neden oluyor. Hayata her daim bu duyarlıkla bakmak ise insanın tek başına üstesinden gelebileceği bir durum değil. İnsan bu durumu doğru şekilde dönüştürüp ondan anlamlı bir amaç inşa etmezse yıllar içinde onu usul usul kemiren, yıkan, yok eden bir dertle; çevresi tarafından nedensiz ve yersiz addedilen başıbozuk bir hüzünle mücadele etmek zorunda kalıyor. Bunları hayatın gerçek düzlemiyle hizalayabilmek için bir yol bulmak gerekiyor. Ben de yıllarca içimde birikenleri akıtabileceğim bir yer, onları dönüştürebileceğim anlamlı bir yol aradım. Kelimelere meftun biri olarak hamurunda barındırdığı dert meselesinin de etkisiyle o yolun yazmak olduğunu keşfettim.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Elbette. İnsanlar çağlar boyu bir şekilde kendilerini ifade etmenin yollarını aramışlar ve bulmuşlar. Çünkü biz anlamak, anlatmak ve anlaşılmak ekseninde nefes alan varlıklarız. Bunlardan biri eksik ya da az olduğunda kendimizi çaresiz hissediyoruz, hayata karşı direncimiz düşüyor. Edebiyatın bu noktada çok güçlü bir vasıta olduğunu söyleyebiliriz. Mesela yazmanın sağaltıcı yönünden bahsediyoruz ya da okurun yıllardır anlatamadığı bir hissin bir kitabın bir satırına gizlenmiş olduğunu görüyor, okurun ona rastladığında içinde yanan ışıklarla aydınlanışına şahitlik ediyoruz. Bunlar çok özel meseleler bana göre. Fakat kutsal kelimesinin yazarın dünyasındaki karşılığının ne olduğu önemli bir husus. Anlatmak kutsal olabilir ama anlatılanları kutsallaştırmak yazarın dokunulmazlık zırhını kuşanmasına neden olabilir, bu durum onun yazı yolculuğunda tehlikeli bir dönemece dönüşebilir. Nihayetinde kusurları ve hataları olan varlıklarız. Bizi biz yapan, bize öykü yazdıran özellikler de bunlar zaten. Bunların hepsini aynı ölçüde kucaklamanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Kavramlar, kurallar, şablonlar, kalıplar, sınırlar, dikenli teller… Yazmak gibi özgün ve özgür bir eylemin bu kelimelerle çok da ilgilenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Dünya dönüşüyor; edebiyatın can suyu olan insan ve hayat değişiyor, onların değişimiyle sorunlarımız, odak noktalarımız, anlatacaklarımız ve buna bağlı olarak da dilin imkânları değişiyor. Yazarın bu teknikleri üslubuyla kaynaştırarak metinlerinde kullanmasının ve sonucunda duyacağımız o sesin ileride edebiyat dünyasında özgün bir yankı olmayacağını kim bilebilir? Ben her şeyde olduğu gibi yazarken de 'Asla böyle olmaz'dan ziyade 'Neden böyle olmasın?'ı tercih edenlerdenim. Yerli yerinde ve dozunda kullanılmış teknikler metinleri zenginleştirebilir ve onları güzel noktalara taşıyabilir. Farklı tekniklere ve türlerin değişimlerine yapılan eleştirilerin birçoğunun da kaynağını; sınırlı alanda yapılan okumalardan, kişisel beğenilerden ve öznel bakış açılarından aldığı kanaatindeyim. Elbette her türün gereklilikleri var, bunları kesinlikle yok saymamalıyız lakin bunlar hakkında konuşabilmek ve bunları gözetebilmek için kapsamlı ve derinlikli okumalar yapmak, bir açıdan çerçeveyi genişletmek gerekiyor. Teknikleri tanımanın, onların nitelikli örneklerini okumanın; yapmak istediğimizi anlamaya çalışmanın, özümsemenin, denemenin, yeri geldiğinde yanılmanın ve bu yanılgıyı da kabullenmenin hem sezgisel hem de teknik olarak kalemimize katkı sağlayacağına inanıyorum.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Benim yazı yolculuğum dergilerle başladı ve iyi ki de öyle oldu. Dergilerin bir yazar adayı için çok önemli ve öğretici mecralar olduğunu düşünüyorum. Dergilerde görünmek meselesi aslında bir yolculuğu da anımsatıyor. Adım adım, yere basmayı öğrene öğrene, düşe kalka, dinlene dinlene, demlene demlene ilerlediğiniz emek ve çalışmayla donanmış tempolu bir yürüyüş. Benim yolculuğumun başlangıcında önce küçük çaplı dergilerin kucaklayıcı ve yüreklendirici tavırları çok etkili oldu. Daha sonra büyük dergilere adımımı atmamla bambaşka heyecanlar ve tecrübeler edindim. En önemlisi de devamı için bana güçlü bir motivasyon sağladılar. Dergiler kişiye yazma disiplini sağlamada da çok etkili. Belli periyotlarla çıkan yayınlara yazı yetiştirmek kaleminizi ve isminizi diri tutuyor. Ayrıca gönderdiğiniz metinler; yıllarını bu işe vermiş yazarların, editörlerin eleğinden geçme fırsatı buluyor. Onlardan aldığınız olumlu-olumsuz dönüşler yine kaleminize ciddi anlamda katkı sağlıyor. Bu öykülerin hem editörlerin onayından geçmesi hem de buralarda bir yazı geçmişinizin ve tecrübenizin olması ilk kitabınızı çıkarmanızda da size avantaj sağlıyor. Hülasa dergilerin varlığını, arka planındaki emeği ve özellikle yazar adaylarının çabalarına destek olan yapıcı tavırlarını değerli buluyorum.

kitap_gorsel Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Yazarken karşıma birini almak ona bir şey anlatmaya çalışmakla eş değer gibi görünüyor. Bu da o kişinin beni anlayıp anlamayacağına odaklanmama, yazdıklarımın onun dünyasında karşılık bulup bulmayacağı kaygısıyla çevrelenmeme neden olur. Bu durumun yazarın özgürlüğüne ket vuracağını, bu kaygının da metni güdümlü ya da zoraki yazılmış bir metne çevirebileceğini düşünüyorum. Elbette muhatabımız okur. Hepimiz kitaplarımızın okunmasını, anlaşılmasını, beğenilmesini, görünmesini isteriz lakin sadece okura odaklanarak yazmak yazarın kendi içsel ve sezgisel yolculuğuna haksızlık olur. Ben her yazının zamanı gelince kendini yazdırdığını düşünüyorum. Bu da içimdeki o sesle beni muhatap kılan bir durumun varlığına işaret ediyor. Ayrıca okunmak da bir nasip meselesi. Belki kestiremediğimiz bir vakitte okunup anlaşılacağız ve bundan haberimiz bile olmayacak. Karşımızdaki kim olursa olsun yazdıklarımız eğer yüreğimizin derinliklerinden kanatlanıyor ve samimi bir uçuşla süzülüp bir kâğıda konmayı başarıyorsa er ya da geç şakıyacak bir yürek, sığınacak bir yuva bulacaktır.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Kurgusal metinlerin şöyle bir gücü var: Anlatmak istediklerinizi kelimelerden yapılmış tül bir perdenin ardına yerleştirip onları adeta gölge oyunu oynatır gibi canlandırıyor, onlara bir yaşam kuruyor, bir süre onlarla nefes alıyorsunuz. Bu nokta beni çok etkiliyor. Bir nevi gizlemek ve gizlenmek de olabilir. Belki de gerçek hayatta gerçek olarak kabul edilen hiçbir şeyin gerçek olmadığını; asıl gerçeğin her insanın içinde kıvranıp duran, göstermediği ve görmediğimiz o gerçeklik hâli olduğunu bilmek beni öyküdeki o gize yönlendiriyor. Öykü yazmasaydım bu gerçekliği anlatamazdım ya da onu hiç bulamaz, bulamadığım bir şeyi kaybetmenin hüznünü de ömür boyu içimde taşımak zorunda kalırdım.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Evet, bunu yaşadım. Bu durum beni hem şaşırttı hem tedirgin etti. Benim 6 Şubat depremini yaşamış olduğumdan hareketle bazı okur ve yazarlar Kırık Kalemler Dükkânı'ndaki öykülerimden bazılarının deprem öyküsü olduğunu düşünmüş. Oysa kitabın içindeki bütün öyküler depremden önce yazılmıştı. Ben de dikkatle incelediğimde öykülerimin bazılarında depreme dair kelimeler kullandığımı fark ettim. Bunu neden ve nasıl yaptığımı bilmiyorum. Bunların illa ki bilinçaltımda bir karşılığı vardır lakin bunu henüz anlamlandırabilmiş değilim. Buna benzer birkaç ufak tefek şey de yaşadım. Yine de böyle bir şeye inanıyorum diyemiyorum. Belki bir denk geliş, bir tesadüf ya da bir tevafuktu deyip geçiyorum.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Bu yolculukta herkesin yolu kendine has ve biricik. Bu açıdan bunu asla bir yarış olarak görmüyorum ve yarış kavramının hayatın ve edebiyatın künhünü kavramış kişilerin dünyasında tutunabileceğine inanmıyorum. Bu yüzden bir isim de veremem.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Hikâye ve öykü yıllarca aynı kavramlar olarak değerlendirildi fakat öykünün şiirsellikten, bilinç akışından, çağrışımlardan, modern-post modern anlatımların imkânlarından çokça yararlanması bazıları için onu klasik tahkiyeden ayırdı ve hikâyenin dışına itti. Aslında hikâyenin öyküye göre bende daha geniş çağrışımlar uyandırdığını, öyküyü de kapsayan ve birçok anlatıyı bünyesinde barındıran bir kavram olduğunu söyleyebilirim. Diğer yandan ikisinin arasındaki o ince ayrımı kabul ederek yazdıklarıma öykü demeyi tercih ettiğimi de söyleyebilirim. Fakat yazarların bu ayrımı, "Öykü değil hikâye!" "Hikâye değil öykü!" diyerek keskin ve sert söylemlerle birbirlerine kabul ettirmeye çalışmalarını vakit kaybı olarak görüyorum.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

Vaktim elverdiğince takip etmeye çalışıyorum fakat bu aralar biraz uzak kaldım. Son çıkanlardan Fatma Nur Uysal Pınar'ın Miyase Çıkmazı kitabını önerebilirim.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 05.09.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.09.2024 00:08
367

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Nasiruddin Tusi, 2020, Kaşif Çocuk Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları
Akşemseddin, 2021, Diyanet Vakfı Yayınları
Kudüs’e Yolculuk, 2022, Mecaz Çocuk Yayınları
Mutlu Dinozor Tontinosoruz, 2023, Tulu Kitap

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 96 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 7 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com