Günümüzün Anlatıcıları: Hıdır Murat Doğan İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Bir Latince özdeyiş "Doğmamış olmak insan için en iyisiydi." der. Akıl gücünü kullanabilen tür insan başta olmak üzere bütün canlıları yaşantılar şekillendirir. Özellikle de korku kavramı bütün canlıların davranış biçimlerini, iletişim şekillerini, yaşamsal aktivitelerini belirler. Elbette hayallerin gücü de yarınımıza tutunmamızı sağlar belki ama bence geçmiş gelecekten çok daha güçlüdür. Beni de yazmaya yaşadıklarım götürdü. Kurgularımın yapısını bile ister istemez kendi korkularımın şekillendirdiğini gördüm.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Elbette. Hep derim, anlatmak birine yaralarının şeklini tarif etmek gibi bir şeydir. Zordur. Tarifi tam anlamıyla mümkün olmaz çünkü hiçbir yaranın. Her şeye rağmen acıyı bölüşmek için ideal bir yoldur bu. Birine yaralarının tarif etmek her şeye rağmen kutsaldır. İçini açmak, derinlerde kalmış bir şeyi göstermek gibi bir şey bu.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkanlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Ben bu noktada bir şablonu, bir zorunluluğu uygun görmüyorum doğrusu. Kendi çalışmalarımda çoğunlukla post modern bir altyapıyı türlerarası bir üslupla harmanlamayan bir yolla ilerliyorum. Elbette kusursuzu bulduğumu iddia etmiyorum. Hiçbir zaman da böyle bir iddiam olamaz. Bence sanatçı, edebiyatçı veya kısacası üreten birey için özgünlüğün yolu bu tür deneyselliklerden geçer.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bazen üretimlerimizin azaldığı dönemler yaşayabiliyoruz. Ben şu sıralar biraz bunu yaşıyorum. Ancak çok uzun yıllar boyunca çok sayıda dergide yer aldım. Bu bağlamda oralarda görünmek gerektiğini düşünenlerdenim. Dergilerin yayınlanması edebiyatın nefes alma süreci gibi geliyor bana çoğunlukla. Orada yazıp çizmek yaşadığını göstermek gibi bir şey oluyor. Üstelik ortaya konan büyük emekler, maddi kayıplar var bu dergiler için. Onların da ayakta kalması mühim. Anlaşılmanın zor olduğu bu toplumda anlatma yollarından biri de bu dergilerdir.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Okuyucumu alıyorum. Tüm anlatılarımın okuyucuma ulaştığı varsayımıyla yazıyorum. Bir dost omuz başı gibi geliyor bu duygu bana. İki sandalyede karşılıklı otutrmuşuz da birbirimize yaralarımızı gösteriyormuşuz gibi geliyor.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasınız ne olur?
Bizzat kendi yaralarım. Benim de yaralarımı tarif etmeye, göstermeye ihtiyacım vardı, ben de bu yolu denedim doğrusu. Elbette edebiyat her bulduğumuzu içine atabileceğimiz bir çöp kovası değildir. Seçkin ve özenli davranmaya çalışıyorum. Kusursuzu hiçbir zaman bulamasam da her seferinde kusurlarımı azalttığımı düşünüyorum. Yazmak eylemi insanın evrenini genişletiyor, duvar ve sınırlarını darmadağın ediyor. İnsan ister istemez uzun yolculuklara çıkıyor. İnsanın düşsel evreni her seferinde yeni bir şekle evriliyor. Bu evrende asılı kalmam gerekiyor.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Evet. Ancak belki de kader değil de bilinçaltımız nasıl ki rüyalarımızı şekillendiriyorsa belki de yolumuzu aynı biçimde şekillendiriyor. Yukarıda da belirttiğim üzere korkularımız hem yazdıklarımızı hem yolumuzu çiziyor. Birbiriyle bağlantılı ve sıralı öykülerden oluşan "Biraz Ormanda Saklanacağım" isimli kitabımın ilk öykülerinin neredeyse tamamı öz yaşantılarımdan oluşmaktaydı. Şimdi son ve kurgulanmış öykülerinde yer alan "her şeyi geride bırakan" bir anlatıcının yolculuğunu gerçeğe dönüştürüyorum şu sıralar.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Çok zor bir soru oldu bu. Kaçak bir yanıt vermeyi de uygun bulmuyorum elbette. Sanırım Murat Özyaşar ve Melisa Kesmez'in isimlerini söylesem iyi edeceğim.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Ben böyle bir fark olduğunu düşünmüyorum. Söylemleri farklı hale sokulsa da her ikisinin kaynağı bizzat yaşamdır. Yukarıda da belirttiğim gibi elbette edebiyatın kendine has bir tavrı, duruşu, biçimi olabilir ancak gereksiz karmaşıklıktan da uzak durmak gerekiyor.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Elbette okumanın sonu, sınırı yok. Dünyadaki her şeyi okumak çok mümkün görünmese de kendi adıma özellikle kendi yazınsal türümün yeni örneklerini ve edebi her tür çalışmayı takip etmeye çalışıyorum. Kitaplar, dergiler, dijital yayın organları…
Nurhan Suerdem'in "Duyuyor musun?" isimli son öykü kitabı son zamanlarda okuduğum ve beğendiğim kitaplardandı.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 01.09.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.08.2022 23:19