Günümüzün Anlatıcıları: İsmail Isparta İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Yazı yazmak için somut bir etkenin olduğunu düşünmüyorum. Hatta hiçbir etkenin olduğunu düşünmüyorum. Sertlik demirin fıtratında vardır mesela. Demire neden serttir diye sorulmaz. Ya da güzel koku çiçeğin fıtratında vardır. Çiçeğe neden güzel kokuyor diye sorulmaz. Yazmak da yazarın fıtratında vardır. İçinde anlamlandıramadığı bir his onu sürekli yazmaya iter. Yazısını her bitirişinde o hissin tatmin olacağını zanneder. Ama hiçbir zaman o his tatmin olmaz, hatta yazdıkça daha da şiddetlenir. Şiddetlendikçe daha çok yazıya sarılır. Bu kısır döngü, bir ömür boyu böyle sürer gider.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Kutsal'ın kelime anlamı sözlükte dinsel saygı uyandıran, yolunda can verilecek denli sevilen olarak geçiyor. Anlatmanın veya yazmanın bu denli yüceltilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Neticede her anlatı insani bir eylemle ortaya çıkıyor ve her insani eylemde olduğu gibi hata ve yanlışlar barındırıyor. Bir şeyler anlatmayı kutsal değil de saygı duyulası bir iş olarak tanımlayabiliriz. Aslında anlatırken bizi ve başkalarını üzmeyecek, ortalama şeyleri anlatıyoruz. Anlatarak yüreğimizi yakan asıl şeyleri gizleyip sözlerimizin arkasına saklanıyor, bu şekilde rahatlamaya çalışıyoruz. Ama yüreğimizi yakan şeyler yüreğimizi yakmaya devam ediyor. Belki de böyle olgunlaşıyoruz.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Edebiyat türleri sanatçının düşüncelerini aktarmaya yarayan bir araçtır ve sanatçı bu aracı istediği gibi kullanmakta özgürdür. Bu yüzden bazen türlerin birbirine yaklaştığı olur ki bu edebiyatın doğası gereğidir. Günümüzde postmodern imkânların edebiyata iyice sirayet etmesiyle türü tam olarak belli olmayan, melez türlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu bence hem yazar, hem de okur için bir avantaj. Yazar böylece eserlerini belirli kalıpların ve kuralların baskısında kalmadan özgürce yazabilecek, okursa yeni ve değişik edebi zevkler tadabilecektir.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Edebiyat dergilerinin birer mektep işlevi gördüğü dönemlerde dergilerde görünmek, özellikle genç yazarlara öykülerinin hem işinin ehli bir editörün elinden geçmesi hem de tanınırlık yönüyle avantaj sağlıyordu. Şimdiki edebiyat dergilerinin çoğunun bu işlevini kaybettiğini, öykümsü diye nitelenebilecek yazılara yer verdiğini görüyoruz. Ayrıca günümüzde piyasada haddinden fazla edebiyat dergisi var. Bir yazar adayı öyküsünü bir dergide, olmazsa öteki dergide, o da olmazsa internette yayınlıyor. Bu durum yazarın öyküsünün artık amacına ulaştığını düşündürüp öyküsündeki yanlışlarını görmesine engel oluyor. Edebiyat dergilerini en azından bir mizah dergisi kadar takip eden okur kitlesinin olmadığını da düşünürsek bir yazar için edebiyat dergilerinde görünmenin pek bir avantajının olmadığını düşünüyorum.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Kendimi anlattığım öyküler olduğu gibi bazen de çevremde gördüğüm insanlardan yola çıkıyorum. Bazen de soruda belirttiğiniz gibi hayali bir karakterden... Bu durum, öyküyü kurgulayıp kendimi öykünün akışına bıraktığım için öyküden öyküye değişiyor.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Yazmasam hiçbir şey olmazdı ve hayatıma yine İsmail Isparta olarak devam ederdim. Öykü yazmasam belki güzel okey oynar, televizyonda birkaç dizi takip ederdim veya gözlük kullanmak zorunda kalmazdım. Kafamdaki soru işaretleriyle didişip durmazdım. Öfkemi, üzüntümü teskin edeceğim bir mecra olmazdı. Belki de böyle diyerek kendimi kandırıyorum. Bilemiyorum. En azından şunu rahatlıkla diyebilirim: Hiçbir şey yapmamaktansa en azından işe yaradığını düşündüğüm bir şey yaptım. Beş tane kitap yazdım.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Hayır, yaşamadım.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Herkesin yarışı kendisiyledir. Yazdığım her öykünün öncekilerden daha güzel olmasını amaçlıyorum. Bu yüzden en büyük rakibimi kendim olarak görüyorum. Çağdaşlarımdan beğenip okuduğum öykücüler tabi ki var. Ancak hiçbirinin önüne geçmeyi düşünmedim. Atalarımız taş yerinde ağırdır demiş. Herkes yerinde güzel bence. Ancak her ne kadar çağdaşım olmasa da öykülerimde derin izler bırakması yönüyle Marguez ve Sabahattin Ali isimlerini vermeden geçemeyeceğim. Marguez kullandığı büyüleyici-gerçekçi dili, Sabahattin Ali'yse topumcu-muhalif anlatımıyla beni etkileyen yazarlar olmuştur.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Bu tartışmaları öykücü-hikâyecilerin değil, araştırmacı veya akademisyenlerin yapması gerektiğini düşünüyorum. Öykücü-hikâyeci bu kısır tartışmalar yerine yazdıklarına odaklanmalı bence. Ancak birkaç cümleyle şunları söyleyebilirim: Hikâyede anlatmak, öyküde ise kurgulamak esastır. Hikâye daha çok geleneksele yakınken, öykü biraz daha modern bir ifade… Fakat bazen hikâye öykünün, öykü ise hikâyenin yerine geçebiliyor. Bunun o kadar da önemli olduğunu düşünmüyorum. Ben de yazdıklarım için bazen hikâye, bazen öykü tabirini kullanırım. Neticede, önemli olan zarf değil mazruftur.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Yirmi yıldır öykü yazsam da hala kendimi acemi öykücü olarak görüyorum. Fakat okurluk için bu kadar mütevazı olamayacağım. Kitap okurken çok seçici davranırım. Her kitabı okumam. Sevdiğim kitabı bazen birkaç kez okurum. Bu yönden bir kitap gurmesi olduğumu söyleyebilirim. Bu söylediklerim edebiyat dergileri için de geçerli. Yeni çıkan kitapları da elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Akif Hasan Kaya'nın Kehanetin İlk Günü ve Adem Tekden'in Ötesi Mavi beğenerek okuduğum kitaplardandı.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 14.11.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.10.2024 23:28