Günümüzün Anlatıcıları: Kuddusi Demir İle Konuştuk, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Kuddusi Demir İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden oku

Günümüzün Anlatıcıları: Kuddusi Demir İle Konuştuk

06.04.2023 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Kuddusi Demir İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Tipide yürüyorsun. Rüzgâr karı yüzüne yüzüne çarpıyor. Gözlerini açamıyorsun. Ellerinle yüzünü kapatmak istiyorsun. Fakat ellerin çıplak. O an eldivenlerin geliyor hatırına. Elini cebine atıyorsun. Eldivenin birini çıkarıp takıyorsun sol eline. Diğer tekini arıyorsun ceplerinde. Nafile. Ceplerin bomboş. Tek eldivenle idare etmek zorundasın. Belli bir süre sol eline takıyorsun o eldiveni, belli bir süre ise sağ eline. Böylece iki elini de soğuktan koruyamıyorsun. Ne var ki parmak uçlarının donmasını engelliyorsun sonuçta. Edebiyat benim için o "tek eldiven"in görevini üstleniyor. Hayat, o tipi misali suratıma suratıma çarpınca, ilerleyemez duruma getirince yolu, edebiyata sığınıyorum. Yaşatmasa da öldürmüyor. Nefes almamı sağlıyor. Edebiyat sayesinde o tipide yol alıyorum böylece.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

"İnsan kendi hikâyesini başkasının hikâyesiymiş gibi anlatmasıdır edebiyat." Buna benzer bir cümleyi Orhan Pamuk'tan okuduğumu hatırlıyorum. Hikâye anlatıyoruz, bu gerçek. Hikâye anlatma meselesini yalnızca yazara ait bir meziyet olarak değerlendirmemek lazım. Sokaktaki adam da hikâye anlatır. Camide vaaz eden imam, sanayideki tulumlu çırak, ne vakit susacak diye beklediğimiz mahalledeki berber, çocuğuna ekmek götüren pavyondaki konsomatris, parkları dünyadaki cennet olarak algılayan çocuk, okul duvarları içine sığamayan sınıftaki öğrenci, oturmaktan birer siyah koltuğa dönüşen devlet dairesindeki herhangi bir memur… her biri birer hikaye anlatır bize. Bu çeşitliliğin sesini işitmeye başlayınca kutsal ve kadim olanın farkına varıyoruz. Yazar, bu anlatma meselesini bir biçim/kurgu dâhilinde yapan kişidir. Kutsal mı bilmem ama yazarın en belirgin farkı burada.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Metinlerarasılık çorba değildir, bir yazıda anlatmıştım. En evvel kendimize ait bir metnimizin olması lazım. Sonuçta bize ait bir metin varsa diğer metinlerle kendimizinki arasında bağ kurabiliriz. Bu bağ yalnızca başka bir yazarla değil, kadim hikâyelerle, anlatılarla, efsanelerle dini metinlerle de kurulabilir. "Dini metinler"i özellikle belirttim çünkü postmodern metinler bu bağlardan kurtulma gayretinde. Varsa yoksa tüm zincirlerinden kurtulmuş "özgür birey." Bağlarından arındırılmış, yolunmuş tavuk gibi çıplak bırakılan bireyi anlatan metinlerin başka bir metne atıfta bulunmasını "plastik" buluyorum. "Plastik" bulduğum diğer bir mesele ise metinlerarasılığın modern kurmaca eserlerde gözümüze sokularak anlatılmasıdır. Metinlerarası olmayan roman ve öykü yoktur. Yazdıklarımız nihayetinde edebî birikimimizin sonucudur. Kendi metnimizin ötekiyle bağı illaki vardır. Okuru aptal yerine koymanın bir âlemi yok. İyi okur fark eder meseleyi. Sağlam metni tanır. Bahsi diğer metnin varsa "ötesi"ni düşleyebilirsin. Postmodern kurmaca, metnin ötesine geçebilmeyi amaçlar. Postmodern kurmacanın etkili olduğu sanat dalını herhangi bir şablona veya formüle oturtmayı imkân dâhilinde olduğunu düşünmüyorum. Mevzuunun yapısına ters.

kibritEdebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Dergilerde görünüyorum. Ziyadesiyle görünüyorum üstelik. Yazmaya yeni başlayanlar için iyi bir durum olabilir dergilerde yer almak. Dergi, yazı ritmini ve disiplinini sağlaması için iyidir. Sonuçta belli bir rutinle çıkar ve siz o rutine ayak uydurmak zorunda kalırsınız. "Ayak uydurmak" eğer asker değilseniz tehlikelidir. Bu aralar sorguluyorum kendimi de. Çünkü ayak uydurduğunuz dergiye göre yazıyorsunuz. Editörler kelimenin niteliğine baktığı gibi sayısına da bakarlar. O "hesaplanan" kelime sayısına göre yazıyoruz artık. Buradan genel anlamda söylüyorum iyi bir sanat ve edebiyatın çıkamayacağını düşünüyorum. Dergilerde krize dönüşmemiş meseleleri anlatıyoruz. Kriz/çatışma yaşamamış bir yazarın metinlerindeki aynılaşan ritim, seneler içinde yazar yaratıcılığını da öldürüyor. Yazarlığın ritmi kendine göredir ama asla aynı değildir. Sanatkâr ve yazarlar aynı ritimle eserlerini ortaya çıkarmazlar. Bırakalım eserleri, tek ritimle bir hayat sürmez, yolda dahi yürümezler. Yazarın saati, galatımeşhur ifadeyle bozuk bir saattir ve doğru zamanı bulması rastlantısal bir durumdur. Yazarın muhayyilesini ise bu rastlantısal durumlar besler. Bozuk saat ilham sebebidir. "An"a ayarlıdır. Yazarın saat ayarı otomatik değildir. Kendinden kurmalıdır. İlhama ulaşmak için o ayarı elle "kur"ar yazar. Nihayetinde yazar, kendine muhtaçtır. Bulduğu da kaybettiği de "kendi"dir. Okur, bu durumu "yazar bencilliği" olarak algılar. Oysa durum yazarın saatinin kurgusuyla ilgili bir meseledir. Kendi kurmaca saatini dergilerin dışında oluşturabilmeyi öğrenmelidir yazar.

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Almıyorum. Hangi karakteri yazıyorsam oyum ben. Karakterin dilinden anlatıyorum hikâyeyi, yazarın/tanrıanlatıcının dilinden değil.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Yazmak yolda olma hallinin benim için en önemli kaynağıdır. Üniversite okurken ne olduysa yolumu kaybettim ve tekrar eve dönüş yolunu bulduğumda o eski, bildiğim yoldan yürümüyordum. Yazmasam tekrar o yolu kaybedebilirim diye korkuyorum.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

"Hayat siz başka planlar yaparken başınıza gelen şeydir," der John Lennon. Edebiyatın hayattan farklı bir yönü anlamlı kılmıyor. Bazen yazdığınız yazgıya dönüşüyor bazen ise yazgınızı yazıyorsunuz. İkisini birbirinden ayıramazsınız. Yakınımdaki hikâyeyi anlatmamaya çalışıyorum. Kızlarımdan birinin ismi Nilgün. Ne zaman çocuk kitabı yazacağımı soruyor sürekli. Bir çocuk hikâyesini çocuklarımdan bağımsız anlatmak imkânsız. Biliyorum. Kaçamak cevaplar veriyorum o yüzden.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Kimseyi geçmek istemezdim. Ayağı kırık bir yarış atı gibidir yazar. Ne var ki öldürülmemiştir, hayatta kalmıştır bir biçimde. Yarıştığının farkında değildir. Yarışı bitirse de "ayağı kırık at"ın hikâyesini anlatır o. Burada çağdaşım değil fakat Thomas Bernhard geliyor aklıma. Nedensiz. Belki de "ayağı kırık at"ı aramızda en iyi o temsil ediyor. Kalpten söylüyorum, mümkünse kendi hikâyemi eksiksiz anlatmak isterim.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Yaptığınız şeye isim koyduğunuzda bunun bir sorumluluğu oluyor haliyle. Yeni bir mesele edinmiş oluyorsunuz. Ego olarak algılanmasın ama çok meselem var. Yahut yazarın biçime/türe dair kafa yormasından daha ziyade "ne/nasıl anlattığına" dair kafa yormasını daha anlamlı buluyorum.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

İyi bir okur olduğumu söyleyebilirim. İlk kitapları, aynı dönem yazan arkadaşları özellikle takip ediyorum. Şiar dergisinde yaklaşık üç yıldır ilk kitaplar söyleşisi yapıyorum ve Olağan Hikâye dergisinde ise eleştiri metinleri kaleme alıyorum. Evet, tüm bunlar büyük zamanımı alıyor ve iyi bir okur olmayı gerektiriyor. Birçok iyi kitap okudum lakin Engin Türkgeldi'nin Orada Bir Yerde isimli öykü kitabını önerebilirim.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 06.04.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.04.2023 23:00
611

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 80 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 5 kitap bulunmaktadır.