Günümüzün Anlatıcıları: Merve Özgenli Çelik İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Yazmanın en temelde, derinlerde, içten bir duyguyla ortaya çıktığını düşünüyorum. Buna ek olarak hayaller de hayat şartları da yazmayı önemli ölçüde etkiliyor. Bende her ikisi de etkili oldu. Hayat şartlarım yazı serüvenimde hayallerime ket vurmadı. Okumak, yazmak için kendime ait bir odam hep oldu. Bu anlamda oldukça şanslıydım. Ancak şunu söylemek isterim kadınların pek çok alanda olduğu gibi yazma meselesinde de zorluklarla karşılaştığı da açık bir gerçek. Kadınların odasına çekilip istediği zaman, istediği kadar yazma lüksü yok maalesef. Toplumsal cinsiyet rolleri bu anlamda oldukça etkili. Ben de mutfakta çorba karıştırırken, kızımı uyuturken düşünüyorum, kurguluyorum, planlıyorum yazacaklarımı. Kendime ait bir odamın olması da tek başına yeterli değil bu anlamda. Yazmak mücadele isteyen bir eylem. Gayret göstermediğimizde yazacaklarımıza dair düşüncelerimiz de uçup gidiyor.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Anlatmak hayatın önemli bir parçası. Yazı dışında iletişimin de en temel ögelerinden biri. Kutsal bir yanının olduğunu düşünmüyorum. Ama hem sözel hem de yazı boyutuyla kelimelerle uğraşmayı, cümlelerle yola çıkmayı çok kıymetli buluyorum.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkanlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Her şeyin çok çabuk değişip dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Bugün hit olanın yarın demode olduğu bu dönemde yeni türlerin ortaya çıkması kadar türlerararası denemelerle karşılaşmak da oldukça olağan. Bu durumun ilk süreçte bir şablona oturması zor. Zamanla bir çerçeveye oturacaktır. Önemli olan yazmaya devam etmek.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Yazı hayatına dergilerde başladım. Dergilerin yazı serüveninde önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Öncelikle kişiyi yetiştirmesi açısından dergiler bir okul gibi yön veriyor, yol gösteriyor. Tek başına gidilmesi gereken zorlu yolu rehber ve yol arkadaşlarıyla daha kolay hale getiriyor. Ayrıca dergilerin yazı hayatında kişiyi motive eden çok ciddi bir misyonu olduğunu düşünüyorum.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Karakterlerimle ve kendimle baş başayım. Okuyucuyu elbette çok önemsiyorum ama yazarken düşünmüyorum. Olması gerekenin de bu olduğuna inanıyorum.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Yazmak beni iyileştiriyor. Acıdan, hüzünden, dünya ağrılarımdan yazarak kurtuluyorum. Yazmak benim kendimi sağaltma yöntemim. Yaşamayı çok beceremediğimden olsa gerek yazıya kaçıyorum.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
İnsan bazen yaşadıklarını yazmakla kalmıyor yazdıklarını da yaşıyor. Kendini gerçekleştiren kehanetin bir boyutu bu. Evet...Yazdıklarımızın kaderimizin bir parçası olabileceğini düşünüyorum. Bir öyküm var bu şekilde.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Şule Gürbüz kadar iyi yazmak isterdim.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
İçinde yaşadığımız yüzyıla en uygun edebi türlerden biri olan öykünün doğuşu aslında hikâyenin doğuşuyla başlıyor. İnsan hikâyelerle örülü bir varlık. Hayatın içindeki "sıradan" her bir an büyük bir eserin çekirdeğini oluşturacak güce sahip. Bir ömrün tamamı da, bir anda yaşanıp biten de hikâyenin kendisi. Hikâye biz farkında olmasak da sürekli devam ediyor, fonda devamlı çalan müzik gibi akıyor. Hayatın bizatihi kendisi. Hikâye hayatın ve zamanın kendisiyken öykü o bütünsel zamanın içinden çıkarılan bir parça, bir kurmacaya karşılık geliyor bence. Gördüğümüz, kaçırdığımız, hiç fark etmediğimiz, orada durup duran, ya da ön plandaki her şey hikâyeyken öykü bunun bir parçası oluyor. Bu anlamda hikâye öyküyü kapsıyor. Hikâye yaşanan, öykü hikâyelerin arasından seçilen oluyor. Birinin diğerine karşı bir üstünlüğü yok ama kapsayıcılığı var. Hikâye öyküyü içine almakta. Öykünün kurulması için gereken şey ise sanatsal bir göz; "sıradanlık"ı fark edebilecek, hikâyeler arasından yeni bir hikâye inşa edebilecek bir göz. Bu anlamda öykü, hikâyelerin arasından yeni bir hikâye (öykü) kuruyor ve oluşturulmuş bu yeni hikâye (öykü) de asıl hikâyeye dâhil oluyor.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Yeni çıkanların tamamına hâkim olmak zor. Özellikle günümüzde öykü türü oldukça zengin. Seçici olmak zorundayız. Tamamına yetişmek mümkün değil. Bu aralar istediğim okuma performansını gösteremesem de elimden geldiğince zaman ayırmaya çalışıyorum. Yazmanın en temel şartlarından biri okumak. Dönemini tanımayı, okumayı çok kıymetli buluyorum. Bu doğrultuda çağdaşları okumak klasikleri okumak kadar önemli.
Dergi anlamında da oldukça bereketli bir zamanda yaşıyoruz. Çok nitelikli dergiler var. Onları da özellikle yeni tarzları ve isimleri keşfetmek için takip etmeye çalışıyorum. Son dönemde çıkan öykü kitaplarını okuma konusunda pekiyi değilim bu ara. Ama Melisa Kesmez'in "Küçük Yuvarlak Taşlar"ını ve İlker Aslan'ın "İnsanlar ve İnsanlar"ını merak ediyorum. Kısa zamanda ikisini de okuyacağım inşallah.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 06.10.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.09.2022 14:17