Günümüzün Anlatıcıları: Merve Uygun İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Kişiyi yazmaya iten temel etkeni rahatlıkla kategorize edemeyiz bence. Herkesin farklı bir hikâyesi, farklı bir etkeni vardır. Üstelik mutlaka bir-iki etkene indirgemek de güç. Kategoriler arasında geçişsiz duvarlar olmamalı. Hayal gücü, içinde yaşadığımız toplumsal koşullar, mizacımız, bilinçli tercihlerimiz ve başka saymadığım birçok neden yazmak için bir sebep oluşturabilir ve bunlar genellikle iç içe geçerek birbirlerini etkilerler.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Sorunuzda sanırım dille kıssalar, mitler, kahramanlık hikâyeleri arasında dolaysız bağların olduğu dönemi kast ediyorsunuz. Bu durum bile kutsal olarak görülemez bence. Kutsallık, Tanrı'dan kutalma anlamını çağrıştırdığı için sorunlu bir kavram zaten; ama arkaik dediğiniz dönemde edebiyat ve sanat eserleri nasıl 'aşkın' olanı ima ediyorsa bugün de aynı imayı yapıyor. Tabii ki dil değişiyor, yeni sanatsal formlar doğuyor, ama iyi eser her zaman aşkın olanı işaret edebilecek bir kapasiteye sahiptir.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Neyin modern, neyin postmodern olduğu meseleleri karışık meseleler. Postmodern edebiyatın nitelikleri olarak saptanan birçok niteliği Don Kişot'ta bile bulabiliyoruz. Bu ayrı bir bahis. Ama sizin tespitiniz merkezinde baktığımda zaten siz de bir şablona oturtmuş oluyorsunuz. Modernle postmodern birlikte kullanılabiliyor diyorsunuz; bunu niye bir şablon olarak düşünmeyelim? Zaten az önce de kategorileri geçişsiz düşünmekten yana değilim demiştim. Janrlar arası geçişkenlik de buna dahil.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
"Görünmek" tabirini doğru bulmuyorum. Çünkü görünmek, dışla yüzeyle, görüntü vermekle ilgili. Post Öykü'nün editörlerinden biriyim. Dolayısıyla bir derginin mutfağındayım, ama bunu görünmek için değil, edebiyat yolculuğumun bir gereği olarak yapıyorum.
Edebiyat dergileri, edebiyatın nabzının attığı mecralardır. Oralardan uzak yaşamak mümkün değildir bence. Ayrıca yazar kendini edebiyat dergileri sayesinde diri tutuyor diye düşünüyorum.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Yazarken illa bir muhatap düşünmemiz gerekiyorsa bu yazdığım öyküde kahramanımdır herhalde. Çünkü öykü, benim onunla diyaloğum sayesinde ortaya çıkıyor. O yoksa öykü de yok. Zira mesela kitabıma da aldığım "In the Mood for Love" isimli öykümü yazarken şöyle bir şey yaşamıştım. Öyküyü yazdığım günlerden birinde iş çıkışı hemen eve gitmeyip Eminönü Karaköy civarında oyalanmıştım. Hava çok güzeldi. Fakat içimde bir tedirginlik var, sanki birini bekletiyorum gibi bir his. Fakat kimseyle bir randevum vs yok. Sonrasında fark ettim ki, bahsettiğim öykümdeki kahramanım, Kemal bekliyor beni. Öykü zihnimde dönüyor ve Kemal hikâyesini bitirmem için beni bilgisayar başına çağırıyor. Yani muhatap düşünmem gerekiyorsa bu kesinlikle karakterimdir.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Yazmamı gerekçelendirme ihtiyacı hiç hissetmedim. Kendimi öykü yazarken buldum. Şimdi geriye dönüp birçok neden sıralayabilirim, ama geriye dönük inşa etmeyi doğru bulmuyorum. Orhan Duru da kendisine yöneltilen benzer soruya, cevabı tam olarak bilmediği biçiminde yanıt verir; sonra da ekler "içimden geldiği için yazıyorum". Bu çok güzel. Evet, benim de içimden derinlerimden geliyor yazmak.
Yazmasam ne olacağını bilemiyorum. Allah korusun bir gün böyle bir duruma düşersem ancak o zaman bilebilirim. Ama mutlu olmayacağım kesin.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Yok. Etkileyeceğini düşünmüyorum. Nihayetinde kurmaca bir karakterden bahsediyoruz. Kader… bambaşka bir tartışma bence.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Her sanatçı kendiyle yarışır. Onun önündeki en önemli rakip edebiyat dünyasının 'ortalaması'dır. Öncelikle o ortalamanın üstünde olmalıdır; sonra da daima kendiyle yarışmalıdır.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Bu soru giderek magazin sorusuna dönüştü sanki. Yoksa kimse böyle bir ayrım olup olmadığıyla ilgilenmiyor gibi. Aslında bu konuda kafam net: Öykü dediğimiz edebi tür 19. yy ikinci yarısında doğdu. Adına hikâye de deseniz fark etmiyor; o yepyeni bir tür. Roman gibi onun da tür olarak öncesi yok. Geriye gelenekle bağ kurmak, gelenekten beslenmek gibi bir mesele kalıyor, o da bir başka bahis.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Post Öykü'nün mutfağında olduğumu söylemiştim. Dergideki öncelikli görevim 'Post Kitap' bölümünü hazırlamak. Dolayısıyla yeni çıkan öykü kitaplarını sıkı takip etmek görevimin bir parçası. Ayrıca bir öykücü olarak elimden geldiğince çağdaşlarımı takip etmeyi, ne yazdıklarını görmeyi önemsiyorum. Bunlardan bağımsız olarak iyi bir okur olduğumu düşünürüm. Çünkü benim için yazmak, öncelikle okumakla ilgili. Neslihan Önderoğlu ile Ali Yağan'ın bu sene içinde çıkan öykü kitaplarını severek okudum. Zaten ikisi de sevdiğim öykücülerdir.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 17.10.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.10.2024 20:37