Günümüzün Anlatıcıları: Mithat Önal İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Yazmanın içten gelen bir duygu olduğuna inanlardan birisiyim. Yazmaya başladığınızda bazen zihninizin peşinden gider, kalem sizi nereye sürüklüyorsa oraya doğru yol alırsınız. Elbette yazmadan önce kafanızda belirli bir öykü şablonu oturmuştur ve o şablona göre yazıyı yazmaya başlarsınız. Yazıyı yazmaya başladığınızda o anki ruh haliniz, içinizden gelen his veya duygularda sizi yönlendirebilir. Kaleminiz sizin kafanızda oluşturmaya çalıştığınız şablondan farklı yerlere gidebilir. Yani hisleriniz o anki duygu ve düşünce yapınız veya etrafınızda bulunan herhangi bir ses, bir renk, gözünüze ilişen küçücük bir yazı, kulağınıza gelen bir müzik ritmi bile kaleminizin gidiş yol serüvenini değiştirebilir. Siz ister istemez peşinden gidersiniz bu etkenlerin. Elbette hayallerin, düşünce ikliminin veya bulunduğumuz zaman diliminin de ortaya çıkan olgu ve nedenselliklerin etkileri de yadsınamaz. Ancak bir yazar için yazmak hissidir. Bir duygu ve içten gelen bir his yoğunluğudur. Yazar istese de yazı yazma isteğini, hissini öteleyemez. Geri plana atamaz veya körleştiremez. O istek elbet bir zaman gün yüzüne çıkacak ve yazıya dönüşecektir. Bunun en tabii örneğini Türk öykücülüğünün ustası Sait Faik Abasıyanık'ta görüyoruz. Sait Faik bir yazım okuluna, bir kursuna veya seminerine gitmedi. Kendisinin de ifade ettiği gibi içten gelen yazma isteğini durduramadı ve yazıya döktü. Yazı yazma isteği zaman zaman kendisini annesiyle bile karşı karşıya getirdi. Sait Faik'in bizim zamanımızdaki gibi imkanları yoktu. Bir kalemi bile yoktu. Masası, bilgisayarı, laptopu, çalışma masası gibi zamanımızın gelişen şartlarını ve materyallerini kullanamamıştı. Bütün bunlara rağmen Sait Faik içinden gelen yazım hislerini bulduğu kâğıt parçalarına dökerek unutulmayacak öyküler kaleme aldı. İmkansızlıklar içerisinde kendisine bir imkân oluşturdu. Ben şimdi bu duruma baktığım zaman şunu söyleme gereği hissediyorum. Eğer Sait Faik'in bir kalemi, çalışma masası, laptopu, bilgisayarı yoksa ve ben bütün bunlara sahipsem ve içten gelen duygularımı, yazma hislerimi gerçekleştiremiyor sudan sebepler, bahaneler uyduruyor yazmada tembellik yapıyorsam kırılsın kalemim. Yani ben yazmanın içten gelen bir düşünce iklimi olduğunu savunuyorum. Yazmak içten gelen bir his, bir duygu bir etki diyebildiğimiz için sadece şartlara, oluşan ve gelişen olaylara bakarak yazmanın çok sığ ve kısır bir yazım olacağını düşünüyorum. Bunlar ancak yazıya etki edebilir veya azda olsa yön verebilir.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle mıdır?
Bu bir düşünce yapısı, duygu derinliği ifade ediyor. Birçok yazar için farklı gelebilir. Öncelikle bir yazar yazdığı yazına kendince bir değer ve önem vermelidir. Yazı aitliktir. Nasıl ki bir çiçek bulunduğu bahçenin mahsulü ise ve o bahçeye ait ise, bir yazı da yazarın kendisine aittir. O yazıyı bir çiçeği kopardığınız gibi yazarından ayırırsanız yazı solar. Kendi özünü ve kimliğini kaybeder. Bir yazar için yazdığı, oluşturmaya çalıştığı duygu ve düşünceleri sahiplenme iç güdüsüyle birlikte düşündüğümüzde bir başka insanın hatta bir başka yazarın dahi ulaşamayacağı derecede kutsaldır. Çünkü o yazın, yazan yazarın kendisine aittir.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Yazım kurallarına bakıldığı zaman birçok düşünce yapısı ortaya konulabilir. Ben yazmanın içerisinde yazım türlerinin hiç birisinde bir kurallık, bir şekil, bir şablon olabileceğini düşünmüyorum. Ve hatta kabul etmiyorum diyebilirim. Eğer yazar içinden gelen duyguları ve düşünceleri etrafında oluşan olgulardan, olaylardan, nesnelerden yararlanarak, etkilenerek kaleme alacaksa yazar kalem konusunda özgür olmalıdır. Yazar kendisini belirli bir ölçünün veya belirli bir kalıbın içerisine sokmamalıdır. Kalemini öyküyse öykü, romansa roman, denemeyse deneme, anlatıysa anlatıda istediği gibi kullanmalıdır. Siz yazıyı bir şablona indirgemeye çalıştığınız zaman bu yazı kısıtlanır, sığlaşır. Düşünce yapısını, zihin belliğini sığlaştırır. Duygu ve düşüncesine bir gem vurulmuş olur. Siz bir canlının küçücük dar bir alana hapsedildiğini düşünün. O canlının oradan çıkmak için, kurtulmak için nasıl bir çaba sarf ettiğine şahit olacaksınız. Düşüncelerinizi de bir olguya, bir şekle veya bir düzleme sokmaya çalıştığınızda ortaya sığ, derinliği olmayan, geniş yapısını göremediğimiz bir yazım ortaya çıkar. Elbette bir yazım türünde genel bir kural vardır. Bir deneme bir öykü değildir. Veya bir roman bir öykü değildir. Genel bir kural ve kaideleri vardır. Ancak bunları kendi içerisinde küçülttüğünüzde, dar bir düzleme oturtmaya çalıştığınızda ortaya basitleşen, sığlaşan hatta elinizden çabucak bırakabileceğiniz bir yapıt ortaya çıkar.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Edebiyat dergilerini bir okula benzetirim. Hepsi de kendi içerisinde birer şair, yazar yetiştiren kısacası edebiyat okullarıdır. Birçok şair ve yazara baktığımızda hemen hemen çoğunluğunun edebiyat dergilerinde yazılar kaleme aldığını görürüz. Bu bağlamda uzun yıllar çeşitli edebiyat dergilerinde öyküler kaleme aldım. Bu benim için ayrı bir gurur ve onurdur. Edebiyat dergileri bir yazarı olgunlaştırır. Tabir yerinde olursa, bir yemeğin kısık ateşte pişmesi veya bir meyve ağacına suyun ve güneşin ziyasının dokunmasındaki meyvenin olgunlaşması gibi yazarında kaleminin olgunlaşmasını sağlar. Edebiyat dergilerini bu açıdan çok önemserim.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Bu hissi bir mesele. Zaman ve mekân aralığında değişebilen, ölçüleri veya şekli yer ve konum değiştirebilen olgudur. Bir yazar çevresinde oluşan olayları, insanların hal ve durumlarını çok iyi gözlemlemelidir. Buna etkilenme de diyebiliriz. Yazar her şeyden, bir olaydan, bir resimden, bir tablodan, gökyüzünde süzülen bir güvercinden, bir serçe kuşunun ağaca tüneme biçiminden etkilenebilir. Hatta okuduğu bir eserde geçen bir cümleden de etkilenip o cümle ışığında yol alarak kocaman bir öykü veya deneme yazısı da ortaya koyabilir. Yazar bu etkilenmeyi içerisinden gelen yazmak duygusuyla harmanlar ve kaleme alır yazacağı türü. Dediğim gibi bu çok değişkendir. Yazı yazmada hayallerinizin gücüde çok büyük etki yapar. Sizi başka hülyalara, duygu iklimlerine, zaman ve mekanlara götürebilir ve oralardan yazım materyalleri toplayabilirsiniz. Parmaklarını kışın ayazında ağzına götürerek ısıtmak için hohlayan mendilci bir çocuk da sizi yazmaya itebilir, bir pencereye dirseğini dayamış, beyazlamış saçları yaşmağının kenarlarından alnına düşmüş yüzündeki kırışıklıklarla sokağın kenarına doğru gülümseyerek bakan ihtiyar bir kadında yazmanızı etkileyebilir. Etkilenme biçimidir diyebiliriz yazı yazmak bir bağlamda.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasınız ne olur?
İçimdeki duygu ve düşünce birikimini, yoğunluğunu durduramamak diyebilirim. Kendim olmak veya olabilmek. Eğer yazmasaydım hasta olurdum. Yazı beni iyileştiriyor. Bir kimyagerin önce yaptığı, bulduğu, oluşturduğu ilacın etkisine, tedavi gücüne kendisinin inanması gibi yazdığım yazılarda önce beni iyileştiriyor. Ben bir yazarı taş ustasına benzetirim. Aslında yazar taş ustası gibidir. Nasıl ki bir taş ustası eline aldığı taşa şekil verir, onu biçimlendirirse, yazarda içerisinde oluşan duygu ve düşünce yoğunluğuna, birimine şekil ve biçim vererek onu bir türe dönüştürür. Ve buna yazı diyoruz.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Şahsi olarak bana çok uzak bir duygu. Böyle bir durum diğer yazarlar için nasıl bir etki ve etken olur bunu bilemem ancak bir yazar her yazdığı karakterin etkisinde kalsaydı veya ilerde yazdığı karakter yaşam sürecini etkileseydi yazar sadece bir iki eser üretmekle kalır, başka eserler oluşturamazdı. Ya da kendisini, yaşam çizgisini etkileyen, yaşam serüvenine dokunan karakterin düzleminde ilerler ve başka eserler üretme imkânı bulamazdı.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Bu bir yarış olduğu gibi birbirinden beslenme de diyebiliriz. Öykü bazında söylemek gerekirse, bir öykü yazarının Sait Faik'i okumadan, Orhan Kemal'e uğramadan, Sebahattin Ali'yi görmeden ve eserlerinin arasında gezinmeden, Yaşar Kemal'in unutulmaz eserlerinin arasında yolculuk yapmadan, yaşayan ustalardan Mustafa Kutlu'yu, Hüseyin Su'yu okumadan ben bir öykü yazarıyım diyemez. Ancak ne yazık ki, günümüzde bunlardan bihaber kendisini yazar olarak tanımlayan, bir iki edebiyat dergisinde öykü yazdıktan sonra "tamam ben oldum" diyen genç arkadaşlar var. Hatta ben edebiyat dergilerinde öykü yazmış kitap çıkartmış ve Sait Faik'i bu süreçlerden sonra tanımış, Lüzumsuz Adam öykü kitabını okuduğunu söyleyip mükemmel bir öykü kitabı olduğunu ifade ederek kendince Sait Faik'e madalya vermeye çalışanlara rastladım. Ne acı bir tablo. Oysa bir edebiyatçı, bir öykücü ortaya ölümsüz eser koymuş yazarları tanır, onların eserlerini bir çeşmeye ağzını dayayıp kana kana su yudumlar gibi okuduktan sonra içinden gelen yazımları kendince, kendi üslubunca kaleme alır. Her yazar kendi ölçüsünce, ortaya koyduğu eserler bazında farklılık arz eder. Üslup olarak ben kendimi Sait Faik'e yakın buluyorum.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Kelime ve yazım bazında aralarında azda olsa anlam farklılığı olabilir. Ben öykü ile hikâyeyi birbirinin aynısı olarak görüyorum. Yani bir hikayeci aynı zamanda bir öykücüdür, bir öykü yazarı da o doğrultuda hikayecidir.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Ben kendimi iyi bir öykü okuyucusu olarak tanımlıyorum. Biraz mübalağa olacak ama evet iyi bir öykü okuyucusuyum. Edebiyat dergilerini takip ediyorum. Çünkü edebiyat dergilerinin edebiyatçı, yazar yetiştiren birer okul olduklarına inanlardanım. Yeni çıkan kitapları fırsat buldukça alır okurum. İncelerim. Ancak ben edebiyat tarihimize unutulmaz eserler kazandırmış yazarlarımızın eserlerini okuyorum. Bu açıdan daha çok onların kitaplarını toparlamakla meşgulüm. Henüz onların bıraktığı eserleri bitirebilmiş, özümseyebilmiş değilim diyebilirim. Yeni çıkan kitapları da zaman dilimi ölçüsünde okumaya çalışıyorum.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 25.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.08.2022 22:53