Günümüzün Anlatıcıları: Muhammet ERDEVİR İle Konuş, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Muhammet ERDEVİR İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden

Günümüzün Anlatıcıları: Muhammet ERDEVİR İle Konuştuk

14.02.2022 10:13 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Muhammet ERDEVİR İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Ben sanatın hangi türünde olursa olsun, sanatçının temel motivasyonunun içten geldiğine inanıyorum. Çevre ve toplum, insan ruhunu elbette şekillendirir. Bununla birlikte estetiği üretme çabası dış gerekçelerle açıklanamaz. Sanatın çıkış noktası sanatçının ruhudur. Buna ilham veya hayal gücü de diyebilirsiniz. Yazmak da böyledir, yazarın içindeki karmaşa ve bundan kaynaklı denge arayışının dışa yansımasıdır. Bu karmaşanın yol bulup kendini ifade etme biçimlerinden biridir yazmak.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

"Önce söz vardı." İfadesi herkesçe malum. Bu ilk "söz"ler bir "anlatı" formundaydı, kutsal metinlerden öyle anlaşılıyor. Dolayısıyla bir şeyler anlatmak ve dinlemek -yazıyla birlikte düşünüldüğünde yazmak ve okumak da- bizim en eski yanlarımızdan biri. İnsan hayal kurabiliyor, daha da güzeli hayallerini anlatabiliyor. Hatta bundan da güzeli başka insanların hayallerine ortak olup anlattıklarını "yaşarmış gibi" deneyimleyebiliyor. Bu müthiş bir şey. Zihnimin içinde bir dünya kurabiliyoruz. Daha sonra anlatarak ve aktararak başka zihinleri bu dünyaya dâhil ediyoruz. Yapılan şey kutsal olmasa bile kutsallıktan besleniyor mu? Bence evet. Anlatabilme becerisinin, derinlerde bir yerde kutsalla çok sıkı bağları var. İlhamı hafife almamak lazım.

Postmodern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

İlk kitabım Lav Denizindeki Ada'da da vardı ama ikinci öykü kitabım Son Gül İçin Prelüt'te çok daha açıktan denediğim bir şeydir bu. Öyküyü şiirsel bir düzyazıya doğru evrilmesi için zorlarım. Metinlerarası bağlamda birçok metne göndermeler yapmayı, selam durmayı eskiden beri severim ama öykünün sınırlarını zorlamayı da çok önemsiyorum. Biraz denemeye, biraz mektuba, bazen bir iç döküşe veya bizzat yoğun imgeli bir şiire doğru salınması hoşuma gidiyor öykünün. Okuduğum metinlerde de bunu arıyorum. Öykücünün bana bir "hikâye" anlatmasını pek istemiyorum. Daha farklı, daha derin bir yoğunluk arıyor öykülerde gözlerim. Türlerarasılık bu anlamda anlatıcının elini güçlendiriyor. Fakat yazdıklarım post modern metinler midir, sanmıyorum açıkçası. Anlatımı alışılmış öykü formunun dışında olsa da yazdıklarımı modernist öykünün bir süreği olarak görüyorum. Modern öyküye bayrak açmış değilim.

Anlatımı bir şablona oturtmak ona sınır çizmek demek olur ki bu, sanatın doğasına aykırı olmaz mı? Sanat, tavır bakımından belli limitleri kabul etse de form ve anlatım olarak sınır tanımaz. Hele günümüzün hız ve çabukluk odaklı dünyasında bu mümkün gözükmüyor. Günümüz dediysem 1850'lerden bu yana olup biten tüm değişimleri göz önüne alın, modern bireyler olarak hikâyemiz oralarda başladı ve henüz bitmedi çünkü.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

erdevir3 Yazdığım ilk öyküm, yayımlanan ilk öyküm oldu. O gün bugündür yazdığım her öyküyü dergilerde yayımladım. Görünmek çabasıyla hareket etmedim ama metnin, kitaplaşmadan önce okurun önüne çıkmasını anlamlı buluyorum. Dergiler, yazdıklarımızın edebiyatseverlerin önüne çıkabilecek nitelikte olduğunun onaylandığı ilk mecralar. Yazdıklarımızın dergilerde yayımlanıyor olması bir bakıma yazma eylemine meşruiyet kazandırıyor diyebiliriz. Yayımlanmaya değer bulunuyorsa okunmaya da değerdir gibi… Elbette dergilerde hiç görünmeden öykü kitabı çıkarıp gayet iyi metinlerle okurun karşısına kitapla çıkan yazarlar da var. Bir tercih meselesi. Dergisiz de olur ama dergiyle daha güzel oluyor. Tabii dergileri ve dergi yayıncılığını sıçrama tahtası, imaj geliştirme, PR çalışması vb. olarak kullananlar da var ama o başka mesele.

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayalî bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Yazarken karşıma kimseyi almıyorum. Ama yazdığım her metni birkaç kez sesli olarak okur, fonetik kusurlarını gideririm. Yazının ritmi benim için önemli, o ritmin aksayan yönleri varsa bulup düzeltmek için kendi kendime sesli okurum. Aslında hayalî bir karakterle konuşarak öyküler yazmak güzel olurdu. Ama hayır, itiraf etmeliyim ki benim çalışma biçimim daha klasik ve sıkıcı.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmazsınız ne olur?

Öykü yazıyorum çünkü yazabiliyorum. Roman yazacak takatim ve sabrım olursa roman da yazmak isterim. Şu an bunu yapabiliyorum. Saniyen, yazmazsam benim açımdan çok büyük bir değişiklik olmaz. Yazmasam da yaşayabilirim. Fakat yazmak virüsü bünyeye bir kez girdi mi bunun tedavisi yok galiba. Sözcüklerin büyülü bir tarafı var, içine çekiyor yazarı.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Kendini gerçekleştiren kehanet olurdu bu. Veya kurgunun yaşamı kuşatması. Hayır, yaşadım diyemem. Dediğim gibi oldukça sıkıcı bir çalışma biçimim var yazarken. Öyle mistik ve şaşırtıcı deneyimlerim olmadı hiç.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Güzel soru. Buna tüm kalbimle ve samimiyetimle cevap vereceğim: Hiç kimseyi. Herkesten iyi olduğum gibi boş bir iddiadan dolayı söylemiyorum bunu. Kalemi elime aldığımdan beri şunun kadar iyi yazayım veya şundan iyi yazayım kaygısını hiç taşımadım içimde. Üslubum ve sözcüklerimin seçilebildiğini, beni ayırt edebildiklerini söylüyor okurlar ve yazar arkadaşlar. Bu, başarı adına bana fazlasıyla yeter.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

erdevir1 Kesinlikle öykü ve hikâye birbirinden farklı. Öykü de bir "hikâye" anlatır ama derdi "hikâye" anlatmak değildir. Öyküyü öykü yapan ve hikâye türünden ayıran şey anlatımı ve atmosferidir. Merak ettirmek yerine hissettirir, sezgiyi tetikler. Okurun metne dâhil olmasını bekler. Hikâye böyle değildir, merak unsuruna yaslanır ve kadim menkıbelerin, destanların, efsane ve masalların anlatma formunu tekrar eder. Bugün adına öykü dediğimiz tür hikâyeden doğdu veya evrildi elbette. Fakat öykü, özellikle 50 Kuşağı'ndan itibaren kendi rotasını çizdi, büyük bir kırılma yaşadı ve bambaşka bir noktaya geldi. Günümüz öyküsü gerçeği değiştirip dönüştürmesi yönüyle kendi yatağında akıyor. Hikâye biraz "hece şiiri" gibi. Yazanı az ve onun sınırlılıkları içinde yeni bir şey yapmak çok zor.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

Ben önce okurum ve eğer bir paye ile kendimi ifade etmem gerekirse kendimi okur olarak tanımlarım. Öykü antolojilerini, seçkileri, tematik kitapları, öykü kuramına dair çalışmaları ve öykü dergilerini takip ediyorum. Yeni kitaplar içinde kalemini merak ettiklerimi ve dikkatimi çekenleri okurum. Usta kalemlerden Ahmet Büke'yle aynı çağda yaşıyor olmak büyük bir şans bana kalırsa. Metinlerinin doğuşuna şahit olmak ve kitaplarının çıkmasını beklemek heyecan verici. Hakeza Cemil Kavukçu da kalemini sevdiğim öykücülerden. Rüştünü ispat etmiş yazarlar yanında çağdaş öykücüleri de yakından takip ediyorum elbette. Kendi kuşağımdan Numan Altuğ Öksüz'ü çok başarılı buluyorum ve yazacağı her öyküyü okumak için sabırsızlanıyorum. Tamer Sağcan'ın öyküleri ve gerçekötesi anlatımı da beni şaşırtıyor mesela. Onların kitaplarını öneririm ve bu önerimin arkasında dururum.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 14.02.2022 10:13 - Güncelleme Tarihi: 14.02.2022 14:18
1057

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Nasiruddin Tusi, 2020, Kaşif Çocuk Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları
Akşemseddin, 2021, Diyanet Vakfı Yayınları
Kudüs’e Yolculuk, 2022, Mecaz Çocuk Yayınları
Mutlu Dinozor Tontinosoruz, 2023, Tulu Kitap

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 84 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 7 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com