Günümüzün Anlatıcıları: Mustafa Uysal İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Her insanın yazma konusunda motivasyonu farklı muhtemelen. Kendiminkinden biraz bahsedebilirim sanırım. Yaşadıklarım, düşündüklerim, okuduklarım ve hedeflerimle birlikte zihnimde oluşan şeylerin birikimi… Bu birikimi kimi zaman yazıya döküyorum kimi zaman dostlarımla konuşuyorum. Bütün bu birikimin konuşarak aktarılmasının mümkün olmadığını, uygun olmadığını düşündüğüm zaman yazıya aktarmaya başlıyorum. Tam burada hikâyenin imkânları beni kucaklıyor. Hikâyenin gerçek/yalan, hayal/hakikat, kurgu/yaşanmışlık sınırlarının esnekliğine bırakıyorum kendimi. Kimseye hesap vermek zorunda olmadığım bir zemin hikâye. Bazen bir olay, olaylar dizisi, sizi veya çevrenizi etkileyen durum yazmaya itiyor. Bu sanki anlık bir şeymiş gibi görünse de beni derinden ve uzun zaman üzmemiş, sevindirmemiş şeyleri yazamadığımı fark ettim.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Konuşabilmenin, yazabilmenin her yönüyle mucize olduğuna inanırım. Bu dünyanın en muhteşem şeyidir. Kafamdan geçenleri karşımdakine aktarabilmek hala hayretle karşıladığım nadir fiillerden. Tam burada tanrının (Allah özelinde konuşmadığım için tanrı diyorum.) insanla irtibatı kutsalı oluşturuyor. İletişimin zirvesi tanrı insan arasında geçiyor. Kutsal metinlerin veya anlatıların varlığı ile karşılaşıyoruz. Bugün kurduğumuz metinlerin kökeninde, üslubunda, hedeflerinden bazılarında bu ilk anlatılar ve metinler var sanki.
Anlatmanın muhteşemliğe ve kutsala yaslanması bir yana kendi anlatılarım için bunu bir gölge, bir takipçi gibi görüyorum. Tanrı konuştu ve insana da bu yeteneği verdi. Öyleyse ne anlattığıma dikkat etmeliyim. Hatta ne anlattığıma değil bazen anlatabildiğime dikkat ediyorum. Önümdeki metne bakıp, aman Allah'ım bu nasıl mümkün oluyor, diye hisleniyorum.
Saçma, abartı vb. ithamlara açık şekilde diyebilirim ki, insanın anlatısı tanrısal bir şeydir. Tanrıdandır en azından. (Vahiy ve ilham kısmına asla girmeden söylüyorum bunu. Normal bir anlatı için diyorum.)
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Üstad Rasim Özdenören'e sormuştum ilk yazmaya başladığım zamanlarda… Hikâyede nelere dikkat etmeliyim, kelimeler, kurgular, duygular, usul, üslup… E-posta ile sormuştum yazılı olarak ve şu an elimde yok ama kabaca şunu dediğini iyi hatırlıyorum: Sen anlat, işin kuralını, kuramını edebiyatçılar çıkarsın, diyordu. Bu zaten neredeyse beklediğim bir şeymiş gibi sıkı sıkıya buna yaslandım. Bu tür kaygılarım olmadı hiç. İşin sahiden teknik kısmını pek düşünmedim. Yazarken kullanacağım malzeme veya yöntem çok kafamı yormadı. Sadece anlatacağım şeyi doğru ve güzel anlatmama o an hangisi imkân verdiyse ona yaslandım.
Okurken beni rahatsız eden bu tür metinler arası ve türler arası geçişler görüyorum. Bazen rahatsızlık veriyor evet fakat bazen de anlatının akışı o kadar iyi oluyor ki bunun farkına bile varamıyorsunuz. Sinemada da buna benzer şeyleri fark ediyorum. Anlatı sağlamsa ve uygulama tam yerindeyse rahatsız etmiyor bir okur olarak beni. O yüzden bunun bir şablon meselesi olduğunu düşünmedim pek.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Edebiyat dergilerinde epey hikâyem yayımlandı. Sonra ayrı düştüm. İş hayatı ve bir sürü sebep bunda etken oldu. Hatta uzunca bir zaman hikâye yazmayı bile bıraktığım oldu. Buralardan koptuğunuzda geri dönmek de zor. İnsanlar değişiyor, akımlar, türler hatta dergilerin kendisi değişiyor. Edebiyat dergilerinin varlığını çok önemli buluyorum. Edebiyat dergilerinde bir nevi onay alıyorsunuz. Bu onayın da yazar ve okur nezdinde çok belirleyici olduğunu görüyorum. Kendimi bu türden görünmelerle onaylanmış bulmasaydım açıkçası çok utangaç kalırdım ve artık anlatmaktan bile vazgeçebilirdim belki de.
Yalnız geleneksel medya artık geride kalıyor. Bu kaçınılmaz bir şey. Radyo ve televizyon çok fazla sarsamamıştı basılı medyayı. İnternet özellikle etkileşimli hale geldikten sonra çok şey değişti. Web 2.0 ile artık her katılımcı üretken olabiliyordu. Sanırım bu önce dergilerin satışına sonra da okur kitlesinin dağılmasına yol açtı. Yine de yazarların bir "Topluluk" olarak kalmasının çok büyük bir yararı olduğunu görüyorum. Dergiler yeni gerçekliğe bir şekilde adapte olmaya çalışıyorlar, farkındayım. Bu gerçekliği yeniden bambaşka bir şekilde kurmalıyız. Nasıl, bilmiyorum.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Çeyrek asır boyunca radyoda konuştum. Tek başıma bir mikrofonun karşısındaydım. O zamanlar aldığım teknik kitaplardan birisinde aynen böyle bir tavsiye vardı: Karşınıza hayali birisini oturtun ve ona anlatın. Sizi tiyatro salonunda olduğu gibi bir kalabalık dinlemiyor, radyo tekil dinlenen bir şeydir… Bu ilk başta tuhaf gelse de işe yarar bir yöntemdir. Ahmet Uluçay'ın Yakup karakteri vardır. Onunla konuşur metinlerinin içinde. Evet, konuşurken bunu yapıyorum ama yazarken böyle bir şey düşünmedim. Konuşmak anlık bir iletişim. Yazmak biraz geniş zamana yayılıyor. Kendimi muhatap alıyorum sanırım yazarken. Hikâyelerimi kendime anlatıyorum aslında. Bizzat yaşadığım bir şeyi bile kendime anlatırken heyecanlanıyorsam güzel bir metnin ortaya çıktığını görüyorum. Defalarca okuyabildiğim şeyler oluyor onlar. Kendime anlattığım hikâyeler çoğu. Bak şimdi, geçip gitti yanımızdan ama bak bir daha düşünelim o geçişi… Yanımdan geçip giden simitçinin hikâyesi böyle daha içten daha anlaşılır ve elbette daha kurgusal donanımla ortaya çıkıyor. Yağmur adlı hikâyemde anlattığım buna benzer bir şeydi. İki eski sevgilinin yıllar sonra, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra yağmur altında sokakta iki dakikalık konuşmalarını böyle kurguladığımı hatırlıyorum. En güzel hikâyeler insanın kendisine anlattığı hikâyeler sanki.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasınız ne olur?
Yazmazsam tıkanır kalırım… Onlar, konuşmanın imkânı içinde aktarılacak şeyler değil çoğu zaman. İnsan anlatan varlıktır. Bir şekilde iletişim kurarız. Yazmak en masumu geliyor bana o yüzden yazıyorum. Zemzem suyuna bevlederek anlatısının farkına varılmasını isteyen insan gördü tarih… Kavga ederek, bağırarak, ağlayarak, susarak, şiir yazarak, müzik yaparak, fotoğraf ve video ile resim ile… Binlerce yöntemle bir şeyler anlatıyoruz. İletişim kuramazsak yarım kalırız. İnsan olamayız. Benim iletişimim de yazarak gerçekleşiyor. İletişimsizlik insanı delirtebilir.
Öykünün imkânı kalbimin diline en yakını, o yüzden…
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Kesinlikle… Kaderle kastettiğinizi anlıyorum yine de benim kastımı da belirteyim. Yazdıklarım neticede bakışımı, düşüncemi, tavrımı, yönümü, hedefimi etkiliyor. Bu da elbette hayatımın akışına etki ediyor.
Kurgunun gerçeğe hâkim olabildiğini sinemanın imkânlarından biliyoruz artık. Bunu ilk, sözlü anlatılar yaptı. Masallar ulusların kaderini değiştirdi.
Rüya Kayıtları adlı kitabımın çoğu kısmı kurgudur fakat bir süre sonra kurguların beni çok sevimsiz bir şekilde etkilediğini fark ettim. Ana kurguya sahiden gördüğüm bazı rüyaları da eklemeye başlamıştım. Sonraki günlerde artık rüyalarımın bütün detaylarını hatırlamaya başladım ki, bu ürkütücü bir deneyim haline geldi. Çok uzun bir rüyanın hissi ve bir iki detayı kalır normalde. Çok nadir uzun ve detaylı rüya kalır elinizde. Fakat Rüya Kayıtları'nı yazarken, dediğim gibi rüyalarımın daha kalıcı hale geldiğini fark etmiştim. Kitap bittikten sonra normale döndü.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Hayatımda yarışma fikrine hep uzak durdum. Olduğum yerin veya şeyin tadını çıkarmaya çalışırım. Yarı şaka yarı ciddi sadece yüzme konusunda insanlara yarış teklif ettim sadece. Kimseyle yarışta görmedim kendimi. En iyi olduğumu düşündüğüm konularda bile o konunun ustalarını takip etmişimdir. Hatta bazı konularda o konunun en iyilerinin yanından geçip gitsem bile bunu fark etmem. Onlar hep önümden yürürler. Bu cesaretsizlik gibi görünebilir fakat hayır, bunu iyice bir düşündüm. Bu olsa olsa haz olmalı. Yaptığım şeyin hazzını alabilmek için böyle olmalı diyorum. Çocukken koşu yarışları yapardık. Yüzümdeki rüzgarı hissetmek ve koşabilmek bana daha çok haz verirdi.
Bunu bir hikâyeci üzerinden düşünürsek… Anlatım tarzım ona pek yakın olmasa bile Mustafa Kutlu'nun peşinden öylece gidiyor olmak hayali beni heyecanlandırıyor. Onu geçmek mi? Hayır, hayır…
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Dergilerde bu tür dosyalara, bazı kaygılara hep rastlarım… Yaptığımız şeye bir isim vermek kaygısı hep olmuştur. Onu bir yere, bir kategoriye koyarak anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırız. Hatta onu başkalarına sunarken bunun gerekli olduğunu düşünürüz. Olabilir. Aralarında keskin çizgiler olduğunu düşünmüyorum. Hikâye veya öykü. İki ayrı şey olabilir mi? Bence hayır. Diyelim ki zorlayarak iki ayrı şeye dönüştürdük. Aradaki esnekliği asla aşamayacağız. Tartışmalar sürüp gidecek. Ne anlatacağımı ve nasıl anlatacağımı biliyorum. Okur ne anlattığımı ve nasıl anlattığımı az çok anlıyor.
Bu ayrımın modernizm bağlamında yürüdüğünü de gördüm çok zaman. Hikâyenin imkânlarının, içeriklerinin, bağlamının, seyrinin farklılaşmaya başladığı günlere denk geliyor. Özellikle bizim kültürümüzde sözlü anlatımdan yazılı anlatıma geçmemizle ortaya çıkan tanımlamalar ve kategorizasyon sorunları gibi bir nevi. Bu teknik konuyu edebiyatçılar aralarında belirginleştirmeye çalışadursun, halk arasında eş anlamlı iki kelime olarak kullanılıyor. Hikâye çok geniş bir alanı temsil ediyor. Öykü daha dar ve hedefini gözeten bir alan gibi. Aslında anlam ve hedef daralması olarak da görülebilir. Bu konudaki tartışmaları takip ediyorum ve evet, etkileniyorum da. Yine de bu yönde bir kaygım yok. Ben anlatımı ortaya koyarım, kimin işiyse o isimlendirmeyi yapsın.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Öykü yazmaya başlamadan çok önce de iyi bir öykü okuyucusu olduğumu biliyorum. Romanların dünyasından çokça kaçıp öykülerin arasında vakit geçirmişimdir. Hatırladığım öykü daha çoktur. Hala öykü okumaya devam ediyorum. Hayatın en güzel anları öyküler.
Önceki paragraflarda belirtmiştim, bir kopuş dönemi yaşadım… Çok uzun değil gerçi. Yeni çıkan ve yazarını takip ettiğim öykü kitaplarını mutlaka almaya çalışırım. Edebiyat dergilerinden 3-4 tane aldığım vardı yine… Son iki yıldır maalesef öykü dünyasından uzakta kaldım. Son çıkanlardan okumadığım için önermek de adil olmayacaktır.
***
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 14.07.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.07.2022 23:42