Günümüzün Anlatıcıları: Ömer Kaya İle Konuştuk, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Ömer Kaya İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyab

Günümüzün Anlatıcıları: Ömer Kaya İle Konuştuk

17.04.2025 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Ömer Kaya İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Gerçek bir yazarın, yani bu fıtratla doğmuş birinin hayale ya da şartlara ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Öyle bakarsam bunu bir yetenek değil, beceri olarak değerlendirmem gerekir ki bu da yazarlık atölyelerinde işini hakkıyla yapan her öğrencinin yazar olabileceği fikrini doğurur. Yani biraz hayal, biraz da şartları belirlemek ya da şartların farkına varıp ondan yazı namına bir şeyler çıkarmaya çalışmak; vasat yazarı doğurur, demek zorunda kalırım. Fakat hayalin ya da şartların, yeteneğin biçimsel varoluşunu belirleyebileceğini söyleyebilirim. Zira gerçek yazarın her ne kadar hayale ya da şartlara ihtiyacı olmadığını belirtsem de bunların temel beslenme alanlarından olduğunu da yadsıyamam.

İnsanoğlu kendini anlama/keşfetme çabası sonucunda bilim, sanat, spor gibi pek çok alanda üretimler sağladı. Bu çabanın çeşitli biçimlerde ortaya çıkışının kanımca tek bir sebebi olmalı: Fıtrat. Kendimizi, insanı ve ona bağlı olan her şeyi anlama, ifade etme biçimimizin tercihlerimize bağlı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle öğretmenlerin sıklıkla rastladığı bir görüntü tasvir edeyim: Çok çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir konuyu anlatırız. Bazı öğrenciler bulduğu her alana usanmadan resimler çizer. Bazıları cümleler yazar. Kimiyse eline geçirdiği her materyalden bir figür oluşturma derdindedir. Onlara çoğunlukla kızarak mukabele eder, önemli (!) mevzuyu atladıklarını söyleriz. Fakat kızdığımız şey, bir kavrama ve ifade biçimidir. Bir fıtrat özelliğidir. Elbette bireysel çerçevede kıyasa tabi tuttuğumuzda birileri daha güçlü, daha güzel, daha anlaşılır, daha karmaşık vs. bulunabilir. Ancak yavan bakışın bizi ulaştıracağı sonucun aynı olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla ben de her birimizin ortak çabasını bana biçilmiş bir yoldan, yazı üzerinden veriyor, bunu elimde olmadan gerçekleştiriyor ve berbat cümlelerle dolu basit günlüklerle sanatsal değeri yüksek metinlerin aynı yerden geldiğine inanıyorum. Geriye kalan her şey, gövdesi ve dalları tastamam bir ağaca dilediğimiz yaprakları, çiçekleri, meyveleri, renkleri katmakla ilgilidir gibi gelir bana.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Yalnızca anlatmanın değil, anlama eyleminin de kutsal olduğunu düşünüyorum. Zira kadim geçmişimiz, çoğunlukla, bu iki çaba üzerine inşa edilmiş gibidir. Çabanın sonunda ortaya çıkan ürünün kutsallığı sorgulanabilir fakat eylemin kendini baz aldığımda bir an bile tereddüt edemem. Tabii inanç düzleminde yer alan bakışlar için bu düşünce geçerli sayılabilir. Zira inancım çerçevesinde insanın yaratıcının sıfatlarını taşıdığını bilir, bunu böyle kabul ederim. Bu da söz konusu eylemlerin varlığına kutsiyet yükler, kanaatindeyim.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

mm Hemen hemen on altı on yedi yıl önce kafa yormaya başladığım bu mevzuda vardığım nokta, sürecin içinde yer alanların bir şablon oluşturamayacağına dair net bir fikir verdi bana. Zira edebi dönemleri göz önünde bulundurduğumda bilinçli toplulukların çok az olmakla beraber çok az da başarıya ulaştığını gözlemliyorum. Bu bağlamda belirleyici unsurların çeşitli dönemlerin önemli figürleri üzerinden okunduğunu gözlemliyorum. İnsanoğlu her dönemde yeni şeyler üretmeye devam edecek. Kendini aşma, anlama, anlatma isteği azalmayacak. Bu da hızı değişken olmakla beraber yeniliklerle karşılaşmak anlamına geliyor. Söz gelimi kendim yıllar evvel bu iki anlayışı –aynı fikirde olanlar varsa da onlardan bihaber biçimde- birleştirip klasik hikâye anlatımından sıyrılmak istemiş ve roman sistemleri üzerine akademik çalışmaların yanı sıra güçlü örnekler okumaya çalışmıştım. Bu çabam gerek birikim elde etmek gerekse de üretmek anlamında hala devam ediyor ve bana öyle geliyor ki rayına oturtana kadar denemeye devam edeceğiz. Sonraki nesiller, anlama ihtiyaçlarını karşılayabilmek için içimizden güçlü figürlere bakarak ortaya bir şablon koyacaktır. Şablonun bugünkü anladığımız manasının bile değişebileceği bir anlayışla belki de. Tıpkı bir zamanlar belirli kurallara bağlı olan şiir gibi. Bu hususta önemli tartışmalara girişmiş Muallim Naci'nin bir gün şiirin bir tanımının bile yapılamayacağı karamsarlığında değilim. Zira bir yolunu bulduk ve şiir hala var. Bu da öyle olur gibi geliyor bana.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Halihazırda yayın hayatında dördüncü yılına yaklaşan Yük Edebiyat isimli dijital derginin yayın kurulunda yer almaktayım. Farklı dergilerde de öykü ve eleştiri yayımlama şansı bulabiliyorum. Fakat bunların içinde matbu dergilerin sayısı maalesef az. Bunda hacimli metinler yazmam önemli bir etken. Zira ülkece ekonomik anlamda iyi durumda değiliz. Dolayısıyla bu yaklaşımı haklı bulmam gerekir. Beri yandan ister matbu olsun ister dijital, dergiciliğimize lobici anlayışın, maalesef, hâkim olduğunu düşünüyorum. Söz gelimi bir eleştiri yazısı ya da sosyal medya vasıtasıyla beğenmediğinizi ifade ettiğiniz eser bir derginin karar merciinde yer alan yazara aitse o kapıdan içeri girmeniz imkânsız hale geliyor. O da yetmiyor, lobi kapsamının da dışına itiliyorsunuz. Kişisel olarak dert etmediğim bir mevzu olsa da bunun pek çok yazarın üretim hevesini kıran, gereksiz hatta çiğ bir tavır olduğuna inanıyorum. Zira yazarın, genel anlamda ise sanatçının vakar durması gerektiğini düşünüyorum. Her şeye rağmen olumlu bakmamız gereken bir pencere de var. Alternatiflerimiz var ve gerekirse bunları tek tek deneyebiliriz. Dolayısıyla edebiyat dergilerinde yer almayı, günceli takip etmek adına kıymetli buluyorum.

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Yazmak eylemim; genel çerçevede insanı, özelde ise kendimi anlamak ve anlatmak üzerine kurulu. Birini karşıma alıyor muyum -üzerine şöyle bir düşününce- evet, galiba çok çok sevdiğim insanları... Zira anladığımız şeyleri sevmenin mümkün olduğunu, anlamadıklarımızdan da nefret etmesek bile uzaklaştığımızı, onlarla mümkün olduğunca az temas kurduğumuzu düşünürüm. Anlama ve anlatma çabası için bunu yaparak herhalde doğal bir tavır sergilemiş olurum.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Öykü yazmak için elimde haklı bir neden yok. Fakat öykü yazmak için haklı bir nedene de ihtiyacım yok. Mümkün olduğunca birikim elde ederek ve edebiyata saygı duyarak yazmaya çalışıyorum. Takdir elbette okurun. Peki, yazmasam ne olur? Eksik hissederim. Fakat okurun bir kaybı olacağını düşünmüyorum. Tabii yazmak eylemini ille de öyküyle, kitap çıkarmakla, dergilerde yer almakla ilişkilendirmiyorum. İhtiyaç duyduğumda kimsenin okumayacağından emin olduğum bir günlük de yeterli olur benim için.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Yazdıklarımın kaderimi etkileyeceğine inanmasam da "Lafa Boğulmak" isimli dosyamı çalışırken bunu iliklerime kadar yaşadığımı itiraf etmem gerek. Fakat bu hem fazla şahsi hem de anlamsız bulunabilecek bir etki. Ancak kurgunuzu oluştururken genel çerçevede zaten algınızı yönlendirmiş oluyorsunuz. Bu da hislerinizi, düşüncelerinizi yönlendiren bir etken.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Çağdaşlarımdan birini geçmekle ilgili herhangi bir isteğim olmadı. Bu geçme isteğinin belirli bir çerçevesi olabilir mi, bunu da düşünmedim. Yani nasıl geçmiş olacağım? Çok satarak, iltifat ya da ödüller alarak mı? Buna ancak esprili ve keyif alacağım bir yanıt verebilirim. Bilindiği üzere Yük Edebiyat Genel Yayın Yönetmeni Emrah Kurul'dur. Ona hemen her fırsatta sataşırım. Bu sataşmaları olgunlukla karşılamasına ise müteşekkirim. Onu geçmek fena fikir değil.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Biri Arapça, diğeri Türkçe iki sözcük olarak değerlendiriyorum bu meseleyi. Kavram alanı içinde ikisini de kullanırım. Ben bir fark olduğunu düşünmüyorum. Hikâye sözcüğünün günlük hayatta edindiği yer ve yabancı bir sözcük olması, başına iş açmışa benziyor.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

İyi bir öykü okuru muyum, bilmiyorum ancak öykü okurum ve pek çok öykü kitabına mümkün olduğunca kapsamlı eleştiriler yazmaya çalışırım. Yeni çıkan kitapların bir kısmına yazarların teveccühleri sayesinde ulaşabiliyorum. Merak ettiklerimi de ekonomik koşullar el verdiğince edinirim. Maalesef Türkiye'de kitap okumak, pahalı bir eylem. Bir dergici olarak da elbette mümkün olduğunca dergileri takip etmeye çalışırım. Tercihim çoğunlukla dijital mecralar üzerine. Matbu dergilere dosya konularının ilgimi çekmesine göre karar vermeye çalışırım. Fakat ilk öykümü yayımladığı için Sözcükler dergisinin ayrı bir yeri vardır bende.

Kitap olarak öneride bulunmak kolay değil. Ancak benim bir öykü kitabından beklentim bana birkaç tane çok iyi öykü sunabilmesi, böyle bir şey mümkün değilse de bir denge tutturabilmesi. Bu anlamda hemen her öykü kitabında çok beğendiğim birkaç öyküye ya da denge kurabilmiş kitaplara rastladım. Bu vesileyle her birine teşekkür ederim.

Kitap Haber olarak gösterdiğiniz teveccühe teşekkür ederim.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 17.04.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.04.2025 15:36
751
Yorumlar
  • Cihan kılıçaslan 2025.04.18 18:31

    Mütevazi bir yaklaşımla edebiyat yoluna ışık tutan bir röportaj

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Yayınlanmış Kitapları

- Dünya Artık Büyülü Değil İhsan, Hece Yayınları, 2025
- Elim Kolum Kulaklığım, Tulu Kitap, 2024
- Mutlu Dinozor Tontinosoruz, Tulu Kitap, 2023
- Kudüs’e Yolculuk, Mecaz Çocuk Yayınları, 2022
- Akşemseddin, Diyanet Vakfı Yayınları, 2021
- Bütün Ağırlıklarım, Hece Yayınları, 2021
- Nasiruddin Tusi, Kaşif Çocuk Yayınları, 2020
- Omzumda Biri, Hece Yayınları, 2017
- Kamu Baş Rüyacısı, Ebabil Yayınları, 2014

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 112 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 8 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com