Günümüzün Anlatıcıları: Rukiye Aydın İle Konuştuk, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Rukiye Aydın İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden oku

Günümüzün Anlatıcıları: Rukiye Aydın İle Konuştuk

09.01.2025 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Rukiye Aydın İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

İnsanoğlu, yeryüzüne ilk ayak bastığından beri hikâye anlatma ihtiyacıyla yaşamıştır. Bu olgu çağlar boyu devam etmiş, çağımızda devam ediyor, dünya durdukça da devam edecek. Bu anlatma ihtiyacını antik çağlarda sözlü olarak gerçekleştirmiş. Yazının bulunuşundan sonra anlatmak istediğini mağara duvarlarına, kayalara, kil üzerine yazmış. Toplumları yönetenler, halklarına buyruklarını yazı ile iletmişler. Peygamberler, ümmetlerine kutsal kitaplarındaki mesajlarını yazı ile ulaştırmışlar. Kısacası hikâye anlatmak bir ihtiyaç bana göre. Ben de bir eğitimci olarak görev yaptığım sırada anlatmak istediğimi sözel olarak anlatmıştım. Yazmak için büyük bir istek vardı içimde. İlk gençlik yıllarımda günlük, daha sonra şiir, daha sonra öykü. Beni yazmaya yönelten etkenler; olaylar, olgular, doğa, okuduğum kitaplar, hayallerim, hepsi. Bazen gözümün önünde çarpıcı, bir olay gerçekleşir, etkilenirim. Bazen olumlu veya olumsuz olgular üzerinde düşünürüm, yazma isteğim doğar. Bazen okuduğum kitaptan çok etkilenirim. Bazen geniş hayallere dalarım, yazarak çıkarım hayallerden. Bazen doğanın eşsiz devinimi çarpar beni, o kadar ki gözümdeki perdeler açılır, bana bir şeyler fısıldar. Bunların hepsi beni yoğun duygulara ve hikmetlere boğar, kaleme sarılırım.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Evet, ben de öyle düşünüyorum; Kutsal kitaplar, anlatı yoluyla peygamberlere ulaşırlar, peygamberler de ümmetlerine mesajlarını anlatı yoluyla iletirler. Kutsal kitaplarda hikâye anlatımı vardır. Kur'an- Kerim'in önemli bir bölümü kıssalarla ulaşır bize. Bunun dışında antik çağlarda hikâye anlatıcıları toplumda saygı görürdü, çözülmesi gereken her sorunda onlara başvurulurdu. Kadim Türk geleneğinde de ozanlar saygıdeğer ulu kişilerdi. Hastalıklara şifa bulurlar, problemleri çözerler, yol gösterirler, kopuz eşliğinde şiir söylerler, insanları mutlu ederlerdi. Antik Yunan, Roma, Mısır, Hint, Çin Nordik mitolojilerinde de mutlaka Tanrıyla ilişkilendirilen yönler vardır.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Postmodernizm akımının geçerli olduğu zamanımızda sanatçıların genellikle modernizmin getirdiği kuralcı ve kısıtlayıcı bakış açısından uzaklaştığına şahit oluyoruz. Modernliğin parametrelerine karşı çıkan, onları sorgulayan, belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, alt kültüre, kültürel çoğulculuğa, daha fazla duygulara, daha fazla sezgilere, daha fazla fanteziye, yaratıcılığa, hayal gücüne, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına, yerelliğe, özgürlükçü bakış açısına sahiptir sanatçılar. Edebiyat da bu akımdan nasibini almaktadır. Modern çağdaki gibi tekdüze, kuralcı, kısıtlayıcı, açık metinlerin yanında karışık, çeşitli, parçalı, konusu belirsiz metinlerle de karşılaşıyoruz. Bazen şiir mi öykü mü olduğu anlaşılmayan metinlerle, bazen öykümsü şiirlerle de karşılaşıyoruz. Bazen denemenin içine kurgu da giriyor. Bilinç akışı, metinlerarasılık, iç monolog teknikleri kullanılıyor öykü ve romanlarda. Bence bu çeşitlilik güzel. Edebiyat dünyamızı zenginleştiriyor. Ben öykülerimde genellikle metinlerarasılık, iç monolog, geriye dönüş tekniklerini kullandım. İntak, tasvir sanatlarını kullandım. Olay öyküsü, durum öyküsü, gerçekçilik, büyülü gerçekçilik türlerinde öykülerim var. Öykülerimin bir kısmı alegoriktir. Mizahi dille yazdıklarım var. Denemelerim genellikle öykümsüdür.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Dergiler, dünyamızı renklendiren en göz alıcı boyalardır. Gözbebeğimiz gibi büyüttüğümüz eserimizin en kısa zamanda yayımlanmasını sağlayan mecralardır. Hem metinlerimizi gönderiyoruz hem birçok yazarın metinlerini bir arada görüyor, okuma imkânına sahip oluyoruz, onları tanıyoruz, üsluplarını inceliyoruz. Teorik yönden de besleniyoruz dergilerden. Dergilerle tanışıklığım çok eskilere dayanır. Küçükken babamın dergilerinin, kitaplarının yazılarını okuyamazsam bile önce koklar, sonra sayfalarını karıştırmaktan zevk alırdım. Sonra Mavera dergisiyle tanıştım. Daha sonra birçok dergiyi aksatmadan okurdum. Dergilere öyküler gönderirdim. İlk öyküm, bir gazetede yayımlandı. Sonra Merhum Yaşar Kaplan'ın Bu Meydan dergisinde ve haftalık bir gazetede yayımlandı öykülerim. Şimdi de birçok dergiyi takip ediyorum. Dergiler benim için birer okul gibi. Kitabım "Beli Bükük ile Mezar Taşı" yayımlanmadan önce öykülerim Türk Edebiyatı, Olağan Hikâye, Kayıp Kayıt, Trabzon T, Yedi İklim, Heceöykü, Geçerken, dergilerinde yayımlandı. Denemelerim de Diyanet Aile, İstanbul Öğretmen Akademileri, Edebiyat Ortamı dergilerinde yayımlandı.

739-hece-beli-bukuk-ile-mezartasi-kapak-on Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Karşımda değerli okurum varmış gibi yazarım. Onunla sohbet ediyormuşum gibi hissederim. Zaten anlatıcı, anlattığını karşısındaki muhatabına anlatır. Örneğin: Herhangi biri, duyduğu ve anlatmak istediği bir haberi komşusuna anlatır. Çocuk, okuldan gelince o gün okulda meydana gelen bir olayı annesine hikâye eder. Anlattıklarımızı daima bir muhatabımıza anlatırız. Sözlü anlatılarda muhatabımız o an karşımızdadır. Yazılı olarak anlatırsak, okur onu okuduğunda muhatabımız olur.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Duygu ve düşüncelerimi birilerine anlatmak isterim. Bu, sözlü olur, yazılı olur. Eğitimciyken öğrencilerime çoğunlukla sözlü olarak anlatırdım. Şimdi yazarak anlatıyorum hikâyemi. Mutlaka anlatmalıyım hikâyemi. Hikâye etmek benim için bir ihtiyaç. Öyle bir olaya şahit olurum ki gözümdeki hikmet perdesini aralar, çarpılırım, onu anlatmak isterim. Birisinden bir söz duyarım, kitaptan güzel bir bölüm okurum, yoğun duygular yaşarım, tüylerim diken diken olur, gözlerim yaşarır, onu anlatmak isterim. Doğanın mucizevi devinimi ve eşsiz güzelliği karşısında hayrete düşerim, hayran olurum, hayretimi ve hayranlığımı bir başkasına aktarmak isterim. Bütün bu hayranlıklar, heyecanlar, etkilenmeler, düşünceler, duygulanımlar; içimde bir volkan gibi kabarır, kaynar ve lav püskürtmeye başlar, kaleme sarılırım. İçimde biriktirdiklerimi yazmazsam, sıkıntı çekerim. Bu, hemen her yazarda böyledir sanırım. Büyük Yunus'umuz bu konuda: "Aşkım galip geldi yüreğim harlar / Âşık olan ar-ı namusu neyler / Behey yunus sana söyleme derler / Ya ben öleyim mi söylemeyince" der. Büyük öykücümüz Sait faik: "Yazmasaydım, deli olacaktım" der. Yine birçok yazarın buna benzer beyanları vardır.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Böyle bir şey düşünmedim. Böyle bir deneyim de yaşamadım şimdiye kadar. Kurgunun kaderimi etkileyeceğini düşünmüyorum.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Öykücüleri, geniş anlamda yazarları çiçeklere benzetirim. Her çiçeğin bir adı, birbirine benzemeyen rengi, göz alıcılığı, her birinin genzimizi okşayan değişik eşsiz kokusu, aroması vardır. Her çiçek kendinden emindir. Öbür çiçeklerle yarışmaz. Yazarların her birinin de kendine özgü üslubu, çizdiği bir yolu, bir hedefi vardır. Ben birçok yazarın öykülerini, şiirlerini, denemelerini, romanlarını okudum, okuyorum, okuyacağım. İçlerinde çok beğendiğim, hayran olduklarım var. Kendimi arı yerine koyuyorum. Her birinden aromamı alıp bal yapıyorum. Kaliteli bal yapabilirsem ne mutlu bana. Kendimden başka kimseyle yarış halinde değilim. Benim rakibim, kendim. Kendimi aşmaya çalışıyorum.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

TDK sözlüğüne göre hikâye: "Bir olayın sözlü ya da yazılı olarak anlatılması." Yine TDK sözlüğünde öykü hakkında: "Serim, düğüm ve çözüm bölümlerinden oluşan eserlere öykü denir. Öykü kelimesinin ilk anlamı taklit etmek, esinlenmek ve uyarlamaktır" denilmektedir. Edebiyatçılara göre: Hikâye, daha çok sözlü anlatmaya denir. Dede Korkut hikâyeleri, Köroğlu Destanı gibi… Çoğunlukla anonimdir. Öykü ise, öykülemeden geliyor, daha çok kurmaca metinlerdir. Hakikati kurguya dönüştürmenin bir biçimidir. Bu konuda genellikle edebiyatçıların yaptıkları tanımlar böyle. Bu kavramların eleştirel açıdan, edebi bir dille tartışılması iyidir kanımca. Yazarların, edebiyatçıların görüş ayrılığına düşmeleri, bu çeşit tartışmalara girmeleri birçok kavramın daha iyi anlaşılmasına sebep olur. Her şey tartışılsın, her sanat konusunda her sanatkâr fikrini söylesin düşüncesindeyim. Kısacası, bu kavramlar hakkında katı bir düşüncem yoktur. Her edebiyatçı istediği görüşü belirtsin, yeter ki ortaya güzel metinler çıksın.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

Kitap okumayı seven bir ailede büyüdüm. İlkokuldayken her akşam babaanneme okul kitabımı baştan sona okurdum; o da sonuna kadar dinlerdi, jestlerle, mimiklerle dinlediğini gösterir, tasdik ederdi. Merhum babam, kendisi okurdu, yazardı ve bizim de okumamızı teşvik ederdi. Sevgili annem, yeter ki siz okuyun, ben bütün işleri yaparım, derdi. İlk gençlik yıllarımda akşamları ailece kitap okurduk. O yıllarda elime geçirdiğim her kitabı okurdum. Daha sonra bilinçli bir şekilde Dünya ve Türk klasiklerini okudum. Sonra Mavera dergisiyle tanıştım. Çağdaş Türk öykücülerini, dünya öykücülerini okudum. Edebî türlerden her kitabı okurum; şiir, roman, öykü… Son zamanlarda öykü üzerine yoğunlaştım. Birçok dergiyi takip ediyorum. Dergiler, benim için birer okul gibiler. Dergilerden birçok değerli yazarı takip ediyorum. Türkiye'de beğendiğim çok yazar, öykücü var. Kitaplarını merak eder, alır, hevesle okurum. İyi öyküler yazan kadın öykücülerimiz var. O kadar çok beğendiğim öykü kitabı var ki hangisini önereceğime karar veremiyorum. İyisi mi ben kitap ismi vermeyeyim.

Değerli müzeyyen Hanım, güzel sorularınız için size ve KİTAP HABER ekibine sonsuz teşekkürler…


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 09.01.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.12.2024 10:50
1262

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Yayınlanmış Kitapları

- Elim Kolum Kulaklığım, Tulu Kitap, 2024
- Mutlu Dinozor Tontinosoruz, Tulu Kitap, 2023
- Kudüs’e Yolculuk, Mecaz Çocuk Yayınları, 2022
- Akşemseddin, Diyanet Vakfı Yayınları, 2021
- Bütün Ağırlıklarım, Hece Yayınları, 2021
- Nasiruddin Tusi, Kaşif Çocuk Yayınları, 2020
- Omzumda Biri, Hece Yayınları, 2017
- Kamu Baş Rüyacısı, Ebabil Yayınları, 2014

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 107 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 8 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com