Günümüzün Anlatıcıları: Soner Oğuz İle Konuştuk, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Soner Oğuz İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuya

Günümüzün Anlatıcıları: Soner Oğuz İle Konuştuk

26.01.2023 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Soner Oğuz İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Yazmaya başlamanın, yazmanın benim açımdan planlanmış bir süreç olmadığını söyleyebilirim. Her şey gibi yazmak da nasip meselesi. Okumayı bir uğraş olarak hayatının merkezinde konumlandıran herkes, önünde sonunda bir yazma denemesine girişiyor galiba. Bu bende çocukluğumda dinlediğim eşkıya ve av hikâyelerinin, erken yaşta tanıştığım kıssa ve menkıbelerin, bilhassa da okuduklarımın bir noktadan sonra itici bir güç olarak karşıma çıkmasıyla başladı. Bir kalabalık sohbet ortamında -her ne kadar dinlemeyi tercih etsen, suskun kalmaya çalışsan da- herkesi dinledikten sonra öyle bir noktada, öyle bir söz gelir ki dilinin ucuna, artık o an geriye dönemezsin. Suskunluğunu bozmak zorundasındır. Söylemesen olmayacaktır. Tutar, pat diye konuşmaya başlarsın. Onca insanı dinlemek gibi onca kitabı okumak da bir noktadan sonra insanı kendi cümlesini söylemeye zorluyor çünkü.

Gelişen şartlar belki bu süreci uzatıp kısaltabilir. Ama bizi yazmaya iten asıl sebep konuşmak için gereken dinleme safhasını aşmış, yazmak için elzem olan okuma etabını tamamlamış olmamızdan ileri gelen içsel ve itici bir güçtür.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

İçinde bulunduğumuz İslam kültür-medeniyet dairesinde sözün bilhassa "Kün" emrine dayandırılan bir kutsiyeti olduğunu söyleyebiliriz. Sözün ve mananın yaratıcı gücüne, değiştirip dönüştürme yeteneğine bir itirazım yok elbette. Bu, onu kutsal olarak vasıflandırmamız için yeterli mi, ondan emin değilim. Kutsallığı asıla atfetmek, ona bırakmak gerekir, diye düşünüyorum. Yazmak/anlatmak -olsa olsa- asıl olana hizmet edebilecek vasıtalardan biridir.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Benim şablonum edebiyatın kendisi. Yazdığım ya da okuduğum metnin edebi olup olmadığı ile ilgileniyorum. Bunu şu şekilde, filanca tekniklerle anlatarak postmodern olayım, şunu yapmayayım da modernist kalayım gibi bir endişe ile yazmanın yazarı sınırlandıracağını düşünüyorum. Modernizm ve postmodernizmin çok daha öncesine gidelim. Klasikler, romantikler, gerçekçiler... Bu akımların ilkelerini ortaya koyup sayfalar dolusu manifestolar yayınlayanlar dahi yüzde yüz klasik, yüzde yüz romantik yahut yüzde yüz herhangi bir şey olabilmişler midir? İnsan bilinmezler ile dolu kompleks bir varlık. Onu sınırlandırılmış bir felsefe ile ve tek bir noktadan bakarak ele almak, salt akıl, salt gözlem, salt duygu, salt deneye indirgemek doğru değildi zaten. Bu da bizi postmodern ve modern hatta çok daha başka anlatım imkânlarının birlikte kullanılmasına sıcak bakmaya, bunu olumlu karşılamaya götürüyor.

Türlerarasılık konusunda ise şunu söyleyebilirim: Bir öyküde sinema tekniklerinden, hitabet edasından, masalların fantastik dünyasından, şiirin, denemenin imkânlarından ve çok daha başka türlerden yararlanmanın ne öykü türüne ne de edebiyata bir zararı dokunur. Başta dediğim gibi ana şablonumuz edebiyat, gayemiz edebîlik olduktan ve bu başarıldıktan sonra mesele yok.

son1 Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Yazmak, bir anlamda, beğenilmek, takdir edilmek arzusunun bir sonucu. Bunun içinse evvela görücüye çıkmanız lazım. Dergiler bu anlamda hepimize kucak açıyor, bir kapı aralıyor. Edebiyatın nabzı bir dönem dergilerde attı, evet. Şu an nabız teklese de var. Ama ileride ne olur kestirmek zor. Hedef kitleye ulaşmanın daha az külfetli, daha hızlı, daha kolay olduğu sosyal mecralar var biliyorsunuz. Oralarda olmak da dergilerde yazmak da hatta bir seçim yapmak zorunda kalmadan ikisini birden kullanmak da bir tercih. Benim tercihim -şu an için- bana çok şey öğreten dergilerden yana. Var olsunlar.

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Eğer kendim, ben dediğimden başka biri değilse, yazarken karşıma kimseyi almıyorum. Kendime danışıyor, kendime soruyor, kendimle yürüyorum. İlk kalemde bir metni yazıp çıkarıyorum. Sonrasında ortaya çıkan bu metni bir okur gözüyle de değerlendirebilmek niyetiyle defalarca okuyorum. Yazdığım metnin bir okuru olarak ne hissettiğimi, yazar ve metin hakkında ne düşündüğümü, neyin ne kadar iyi, neyin ne kadar eksik yapıldığını anlamaya çalışıyorum. Hem kendimi hem okuru muhatap aldığım söylenebilir buradan bakınca.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Anlatmayı seviyorum. Bu, öykü yazmak için yeterli bir neden. Ama bunu yaparken karşımdakinin beni, anlattıklarımı ilgi ve beğeni ile takip etmesi, metinden keyif alması için gerekli dokunuşları yapmayı bir zorunluluk olarak görüyorum.

Yazmak, bir iletişim yöntemi. Her yazı muhatabını arayan bir mektup niteliğinde. Benim zihnimden geçenler, yine benim tarafımdan, bir kurgunun değişik unsurlarına kodlanıyor ve muhatabına bu kodlarla ulaşıyor. Yeryüzünde bir muhatabınız olduğunu, hele ki onunla birtakım kodlar aracılığıyla anlaşabildiğinizi bilmek oldukça güzel.

Yazmazsam ne olurdu? Yazıya tahsis ettiğim zamanı da okumaya ayırdığım sürenin üzerine ekler, daha fazla okurdum.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Adına kader dediğimiz o büyük kurgu içerisinde bizim yazdıklarımız da öncesinden belirlenen şeyler gibi görünüyor. Kaderimizin dairesinde ve elbette ki nasibimiz ölçüsünde yazıyoruz. Yazdıklarımız da kaderdendir, bu nedenle onların kaderimi etkileyeceklerini düşünmem. Tevafuken bazı noktalarda üst ve alt anlatı kesişebilir. Bunu belirleyen de böyle olmasını isteyen de üst anlatı yani kaderdir. Bu bağlamda bir deneyimim var. Bir madenci çocuğunun öyküsünü yazmıştım. Bitirdiğim gün Soma'daki elim olay yaşandı. Öykü'nün duygusal atmosferinden henüz çıkamamışken gerçek bir facianın ağırlığı da çökmüştü üzerime. Burada kader olsa olsa benim hakkımda, kendi kurgusunun bir benzerini, bir gün önce bana yazdırmak şeklinde bir hüküm vermiştir, diye düşünüyorum.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Geçmek değil de "Onun kadar yazabilsem" dediğim çok fazla öykücü var.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Buradaki tanımlamamızın yazdıklarına öykü diyen öykücülerle hikâye diyen hikâyecilerin metinleri üzerinden yapılması gerekir diye düşünüyorum. İddia sahibi onlar zira. İşte tam buradan bakarak kendi tanımını yaptım. Ben bazen öykü bazen hikâye yazmışım meğer. Şu var ki bu ikisi bence farklı türler olarak değerlendirilmemeli. Bir fıkrayı çok değişik vurgularla, farklı tekniklerle, farklı üslûp özellikleriyle anlatabiliriz. Böylelikle fıkranın muhataplar üzerindeki etkisi de değişebilir. Ama anlattığımız şey sonuçta hep aynıdır: fıkra. Benim açımdan öyküye hikaye ya da hikayeye öykü denmesinde de bir sakınca yok. Sorduğunuz için şu ayrımı yapayım sadece: Öykü kurulan, hikâye anlatılan bir şey. Bazı metinleri sadece okuruz, anlattığımız zaman tadı kaçar. İşte bunlar benim için öyküdür. Okuduğumuzu bir başkasına anlatabiliyorsak da ortada bir hikâye vardır.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

İyi bir öykü okuru muyum, bilemiyorum. Farklı türlerde okumalar yapmaya özen gösteriyorum. Okuyabileceğim kadar dergi alıyorum. Düzenli olarak aldığım, satır satır okuduğum iki dergi var. İş yoğunluğuma, okuma yazma programıma göre bunların yanına bir ya da iki dergi daha ekliyorum. Emin Gürdamur'un "Yasak Ağacın Altında" adlı kitabı son zamanlarda okuduğum en güzel öyküleri içeriyor.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 26.01.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.01.2023 23:12
748

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Nasiruddin Tusi, 2020, Kaşif Çocuk Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları
Akşemseddin, 2021, Diyanet Vakfı Yayınları
Kudüs’e Yolculuk, 2022, Mecaz Çocuk Yayınları
Mutlu Dinozor Tontinosoruz, 2023, Tulu Kitap

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 96 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 7 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com