Günümüzün Anlatıcıları: Turhan Yıldırım İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Kurmaca metin yazmanın kişiye doğuştan gelen bir yetenek olduğunu düşünüyorum. İlk şiirimi yazdığımda sanırım 10 yaşındaydım. Yoğun hayal gücü ve iyi bir gözlemci olmadan kurmaca yazabilmek pek de mümkün değil. Çocukken oyuncaklarım evimizin kitaplığında bulunan ansiklopedilerdi. Kitaplarla olan ilişkimin okuma yazma sürecinden önce başlamış olması bana önemli bir katkı sağladı. Bir konu da pek çok yazarın hayatında gördüğümüz gibi özellikle küçük yaşlarda yaşanılan travmalar. Acısı olmayanın, daha doğrusu bir derdi bulunmayanın kurmaca yazabileceğini düşünmüyorum.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Kurmaca metinlerde, insanları daha önce hiç görmedikleri yerlere götürüp daha önce yaşamadıkları, bilmedikleri hayatları gösteriyorsunuz. Kurmacanın kendine has bir gerçekliği var. Okuru kendi yaşamından bir süreliğine olsa da kurtarıp onu bambaşka bir realitenin içine dâhil ediyoruz. Bunun tabii ki kutsal bir yanı var.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Siz öncesinden planlasanız da metin, kendi yolunu kendisi buluyor. Kara Gergedan adlı kitabımda yer alan öykülerde metinlerarasılığı çokça kullandım. Hatta daha yeni tamamladığım ikinci öykü dosyamda, başından sonuna metinlerarasılıkla kurguladığım bir öyküm de var. Fakat modern ve postmodern anlatım teknikleri dediklerimizin hepsi aslında kurmaca için bir araç. Yani öykünün anlatıcı sesinde bilinç akışına ihtiyacınız varsa bunu kullanıyorsunuz. Biçimsel olarak Kara Gergedan'da yer alan "Alayına Gider Senfonisi" adlı öykümün ana gövdesinde bir rap şarkısı bulunuyor. Bütün bunlar anlatmak istediklerinizi daha iyi aktarmanızı sağlayan araçlar. Bunun bir şablona oturtulmasından, formüle edilmesinden çok metnin ihtiyacına göre kullanılması gerektiğini düşünüyorum.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Günümüzün okuru dijital platformlara doğru kayıyor. Bu da aslında günümüzün gerektirdiği. Bugüne kadar öykülerim ve inceleme yazılarımla çeşitli dergi ve dijital platformlarda yer aldım. Dergicilik yaşanan dijital dönüşümle birlikte kan kaybetti, bu bir gerçeklik. Fakat hâlâ son derece başarılı işler yapanları da mevcut. Bir öykücü olarak hem basılı dergiler hem de bu işi dijitalde yürütenler benim için son derece değerli. Dergiler günümüzde de edebiyatın sesi olmaya ve yeni yazarlara alan açmaya devam ediyor.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Yarattığım karakterler genellikle zihninde konuşan tiplemelerdir. Bundandır ki bilinç akışı ve iç monolog gibi tekniklere çokça yer veririm. Bu karakterlerin yaratıcısı olarak aslında ben de aynı şekildeyim. Yıllardır zihnimin içinde hiç susmayan bir sese maruz kalıyorum. Yazmaya başlamadan önce günlerce bu sesin etkisinde bir süreç yaşıyorum. Sonra artık tamamdır dediğim anda da ellerim klavye üzerinde işlemeye başlıyor.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasınız ne olur?
Yazmasam beynimin içinde devamlı konuşan sesi nasıl susturacağım ki? Onun biraz olsun dinmesi için yazmak benim açımdan olmazsa olmazım. Her yazarın öncelikle kendine yazdığını düşünüyorum. Okur tabii ki çok önemli ama önce kendinize dönerek yazıyorsunuz. Gördüklerinizi, duyduklarınızı, yaşadıklarınızı, biriktirdiklerinizi ve tarih boyunca yaşananları kurmaca yoluyla başkalarına aktarmaktan başka bir çaremiz yok. En azından 6 yaşından beri tanıdığım, içimde dur duraksız konuşan "ben"in başka bir umarı yok.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Böyle bir deneyim yaşamadım ve açıkçası aklımdan da hiç geçmedi. Birbirinden pek çok farklı hayata sahip kurgusal karakterler yaratıyorum. Bunların bazıları kendi hayatım açısından bana yakın olsa da aslında pek çoğu fazlasıyla farklı tiplemeler. İçlerinde öyleleri var ki onların yaşadıklarını deneyimlemek çok enteresan olabilirdi.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Her birimizin kendine özel bir sesi, söylemi var. Bundandır ki kitaplarını okuduğum, çağdaşım olan öykülerinin her birini ayrı bir noktaya koyuyor, özel buluyorum. Fakat sanırım yaşayan öykücüler arasında Ferit Edgü ve Kâmil Erdem isimleri benim için ayrıca kıymetli. Geçmek değil de onlarla aynı kulvarda koşmayı isterdim.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Bu ikisi arasındaki farka ilişkin Youtube kanalımda geçmişte bir video çekmiştim. Bunla ilgili olarak değerli yazar ve eleştirmen Feridun Andaç'ın söylemi benim için en akla yatkın olanı. Bu iki kelimenin Türkçe ve Arapça kökenleri haricinde anlam bakımından da farklı olduklarını düşünüyorum. Hikâye, halkın içinden doğan, anlatıcısı anonim, sözlü anlatım kültürüne dayalı geleneksel metinleri ifade ediyor. Öyküyse yazarı belli olan, kurgusal metinleri tanımlamaktadır. Örneğin Dede Korkut Öyküleri demiyoruz. Bundandır ki ikisi arasında net bir ayrımın olduğunu düşünüyorum.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Edebi eser okumaya öyküyle başladım ve yaklaşık on sekiz yıldır da öykü türünde kitaplar okuyorum. Zaman içinde roman türünde de çokça okuma yaptım. Ama tabii ki öykünün benim için yeri apayrı. Can Yayınları'nın mobil aplikasyon üzerinden yayın hayatına devam eden Trendeki Yabancı adlı dergisini takip ediyorum. Yeni çıkan öykü kitaplarını da mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Son zamanlarda okuduğum Kamil Erdem'in Yok Yolcu adlı eseri muazzam. Bir de geçtiğimiz ay İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Metin Nart'ın Zellenbur'un Sıradan Bir Günü adlı eseri de çok başarılı.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 11.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 04.08.2022 00:09