Günümüzün Anlatıcıları: Üzeyir Karahasanoğlu İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Yaşanmışlık, öyküyü doğurmada bir nebze daha ön planda benim için. Bir vakitler hayatıma sızan kişiler, tanık olduğum olaylar, nadiren gördüğüm ama etkisinden yıllar boyunca kurtulamadığım rüyalar… Elbette hayatın gerçekleri o kadar kuru ki ya baştan sona ya da mebzul miktarda hayal kurmadan bunlar çekilmez. Böyleyken şiir girdabına sürüklediğim çok olmuştur öyküyü. Söz gelimi Metin Altıok'un "Ben bir maden ocağının onulmaz göçüğüyüm; / içimde cesetler ve daha ölmemişler var" dizelerinin sık sık peşine düşerim.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Bağışlayın; yazının kutsal bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Ama yazmasaydı çıldıracaklar, yazarak iyileşenler tanıyorum. Ne âlâ. Yazmanın şifasını bilemem ancak yazmanın huzursuz eden bir yanı olduğundan eminim. Belki de en çok -türü ne olursa olsun- bir yazıyı tamamlamanın verdiği doygunluğu seviyorum. Yine de yazmanın vazgeçilmez bir tarafı var. Sanırım bu da sanatçının gizli, ihtiraslı yanıyla ilgili ve evet, bir de unutulmama arzusuyla.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Neden gereksin? Gerekmese de göz gördüğünü ister. Şurası bir gerçektir ki günümüz yazarının yeni anlayışlardan bihaber olması düşünülemez. Zamanın getirdiği akımları, olanakları, teknikleri beğenmese de bilmeli.
Çevremde kimi yazarlar var ki postmodernizme sıkı sıkıya bağlılar ve yine kimi yazarlar var ki postmodernizm dememle küfretmişim gibi öfkeyle homurdanıyorlar. İkisine de lüzum yok bana kalırsa. Aslında ne kızgınlıkla ne de aidiyet bağıyla izah edilebilir bir akımdır postmodernizm. İnsanların tercihleri şöyle dursun, postmodernizmin olanaklarını, postmodern metinlerde sıkça kullanılan teknikleri kendimce kullanıyorum. Ki bu durum, benim metnimi ne postmoderne ne de onun karşı cephesine bağlıyor.
Şablon işi, biraz mürit olmak gibi geliyor bana. Yakışıksız buluyorum.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Altıyedi dergisinin yayın kurulunda yer alıyorum. Dolayısıyla dergi ve dergicilik konusunda düşüncelerim gayet net. Edebiyatın taptaze kanı yine en dokunulmamış hâliyle dergilerde dolaşıyor. Dolayısıyla dergileri, yazarların kendilerini geliştirebilecekleri mekânlar olarak da görüyorum. Bu, dergilerin kusursuz oldukları anlamına gelmesin. Aksine, bugün yayımlanan her dergide kötü metinler de yer alıyor. Bence dergiler için ölçütümüz, filanca derginin çevresinden başarılı yazarlar çıkıp çıkmadığıdır.
Nice derginin filanca yayınevleriyle reklam, satış ilişkileri içerisinde yer alması çok rahatsız edici. Bu ilişki ağı, derginin sayfalarına abone olmaya, ambargo koymaya değin vardı. Yine bazı dergilerin yazı kurullarındaki isimlerin kitaplarının ne hikmetse hep aynı yayınevlerinden yayımlanması da çok yakışıksız!
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Evet, kendimi alıyorum, kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Bir çeşit ayna gibi. Tabii bu, kendimi anlatıyorum anlamına gelmesin. Hiçbir kurmaca metinde tamamen kendimi anlatmadım fakat hepsini öncelikle kendime anlattım.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Belli bir vakte değin şiir yazmaya çalışan biri olarak doğru yolu nihayet bulduğumu ve öyküye, romana geçtiğimi biliyorum. Dahası hep okuyan, hep merak eden biri olduğum için bu sürecin doğal sonucu olduğunu düşünüyorum. Ha, bir biçimde yazmayacak olsaydım muhtemelen daha çok okur, başkalarına anlatır, hikâyeci olurdum. Neyse ki yazabiliyor, yazdıklarıma biçem katıp öyküler doğurabiliyorum.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
"Kesinlikle etkiler," diyemem ancak karakterlerimle, öykümle o kadar eşleştiğim ve eşleştirildiğim olur ki bir yerden sonra öyküde yaşananların ya da yaşanacakların sorumluluğu da omuzlarıma biner. Söz gelimi Geçmişi Beklemek'in ilk öyküsü Zamansız'daki Ayhan'ın yıllar sonra yaşadıkları, yaşayacaklarına dair o kadar şey çok işittim ki Ayhan'ın yaşayacaklarıyla yazgımın eşleştiğini düşünüyorum artık. Sanırım bunda çok da abartılacak bir şey yoktur. Nice süre benimle yaşayan bir kahramanla nihayetinde eşleştirilebilirim elbette. Ki biyografisinde "kurmacayla gerçeğin iç içe geçtiğine inanan" Üzeyir Karahasanoğlu'ndan, "bunları birbirinden hiçbir güç ayıramaz," diyen yazardan söz ediyoruz.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Doğrusu çok parlak öykülerin çok parlak öykücüleri var. Ancak bir seçim hakkım varsa bunu çağdaşlarımdan birinden yana kullanmazdım. Madem hayal ediyoruz, o hâlde şöyle bir şey dilerdim. Hani, "Evrenin koruyucusu Voltran" diye bir çizgi film vardı. Hatırlar mısınız? Çocukken çok severdim. Sınırlı güçleri olan beş mekanik robotun bir araya gelmesiyle oluşabilen devasa bir robottu Voltran. İşte ben de Erdal Öz, Kadri Öztopçu, Orhan Duru ve İrfan Yalçın'ın oluşturacağı efsanevi öyküadamın bir yazarı olabilmeyi çok isterdim.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Her ne kadar öykü dedikten sonra parantez içinde hikâye yazsak da bu ikisi epeydir aynı şey değil. Bu farkı hissetmeyenlere yahut konuyu düşünmeyenlere sözüm yok ancak hikâye, Sait Faik ve Sabahattin Ali'den sonra öyküye evirildi.
Köklü bir edebiyatımız var. Yazıyla tanışıklığı geç olmuş, yazıyı halka yaymakta çok ama çok gecikmiş bir toplumun edebiyatından söz ediyoruz. Yüz yıl önceye değin yazılı kültürü genele yayılamamış, dolayıyla büyük oranda sözlü kültürü devam ettiren bir dilin edebiyatından… Sözlü kültürün, dolayısıyla sözlü edebiyatın, nispeten yazıya geçen halk edebiyatının ne kadar etkili olduğu malum. Destanlardan, efsanelerden, masallardan, halk hikâyelerinden bugüne doğru yaklaşalım… Bu seyir Tanzimat'tan itibaren modern edebiyata evirildi ve hikâyeler, romanlar, tiyatro oyunları yazıldı. Doğrudur ama acemilik yıllarının ilk örneklerinde geleneksel edebiyatımızın ne kadar belirgin olduğu da su götürmez. Dolayısıyla hikâye türünü geçmişten gelen birikimimizi modernle sentezleyerek var ettik biz. Böyle olması gayet doğal elbette. Yazdığımız hikâyelerde hep sözel anlatıların, gelenekselin izleri bu nedenle vardır. İşte hikâye - öykü kırılması 1930'lardan itibaren özellikle Sait Faik ve Sabahattin Ali'yle oldu. Bu güzide yazarlarımız öncekiler gibi sadece anlatmakla kalmadılar, anlattıklarını kendilerine has biçimde anlattılar. Yani sadece olay aktarımı yapmadılar, üsluplarını da konuşturdular. Ki 1950 kuşağından itibaren benzersiz öykücülerle zenginleşti edebiyatımız. Olay ögesi de giderek önemsizleşti. Bugün birçok yazarımızın öykülerini bir başkasına anlatamamamız, anlatmaya kalkınca da öykünün o büyülü ikliminin bozulması bundan. Çünkü bu anlatılar, üsluplarıyla var oldular. Bu anlatılardan üslubu çekip aldığımızda geriye anlamsız, yakışıksız bir elbise bile kalmıyor.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
İyi bir öykü okuruyum. Bir yazarın kendi çağdaşlarını takip etmesinin mecburi olduğuna inanırım. Aksi hâllerde vay onun hâline! Dergileri, yeni kitapları olabildiğince takip ediyorum. Ki, dergilerden süzülüp gelen yazarları daha kıymetli bulurum. Gerek Altıyedi'den gerekse kıymetli bulduğum kimi dergilerden tanıştığım öykücülerin edebiyat yolculuklarını keyifle izliyorum. 2022 yılında yayımlanan öykü kitaplarından Kâmil Erdem'in Yok Yolcu'sunu, Cemil Kavukçu'nun Boş Zamanlar'ını, Kadire Bozkurt'un Buzkandilleri'ni, Evşen Yıldız'ın Annemin Gelincik Tarlası'nı, Demet Eker'in Kırkyama'sını, Recep Kayalı'nın Bilinen Tüm Zamanlar'ını samimiyetle öneririm.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 29.12.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.12.2022 23:28