Günümüzün Anlatıcıları: Yücel Öztürk İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
İnsan anlatmaya muhtaç. Konuşarak veya yazarak. Yazmak konuşmaktan daha güvenli bir alan. Konuşurken olduğu gibi kelimeler uçup gitmiyor. Kaydınızı tutuyorsunuz. O kayıtlarda ruhunuzu görüyorsunuz. Ama konuşurken sadece dinleyenin neyi nasıl anlayıp kaydettiğine bağlısınız. Orada kendinizi tam olarak bulmanız imkânsız. Sözlerle uçup gidiyorsunuz. Bence, yazmak kendini aramak için ihtiyaç duyulan kişisel/toplumsal kaydın en sahici alanı. Kendini daha net biçimde anlatabilmek; dolayısıyla arayabilmek, görebilmek yazmaya yönelten temel etken olsa gerek.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Kutsallığın nasıl anlaşıldığına bağlı. Kutsal metinler dediğimiz alanda anlatma var. Bu açıdan evet. Kelimeye "çok değerli" anlamı yüklersek anlatmak veya anlatı bu açıdan da kutsallık taşıyor. Yani geçmişte öyle algılanmış her iki biçimde de. Dinî kitapları dışta tutarak sormak isterim, günümüzde bu kutsallık kavramı değişmedi mi? Yapay zekânın yazdığı/anlattığı metinleri tartışıyoruz artık. Belki, "Ey kutsal makineler!" demeye de başlarız, kim bilir. Ben anlatmanın kutsallık taşıdığı kanaatinde değilim. Çok özel, kişiye iyi gelen bir şey. Ama kutsallık atfetmek onu insandan uzaklaştırıyor. Anneler kutsal deyip de tüm yükü onlara yıktığımız gibi, anlatma eylemini veya onun ürünü olan anlatıyı da büyük ağırlıklar altında ezmemek gerek. Yoksa onu özünden uzaklaştırmış ve kutsal anlatıcıların tekeli gibi kısıtlı bir alana sıkıştırmış olmaz mıyız?
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Sanatın herhangi bir alanına şablon kelimesini yakıştıramıyorum ben. Herkes istediği gibi yazsın. Bu teknikleri uygulayanlarla yanlış bulanlar tartışsın. Zararı yok, kârı var. Canlılık, yenilik, değişim, eleştiri açısından.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Edebiyat dergileri gerçekten önemli. Yazan kişinin kendini yetiştirmesi, tarzını bulması için birer okul. Ben de dergilerde yazdım. Metinlerim çıkınca heyecanlandım. Yenilerini yazmak için oradan enerji aldım. Ama zamanla bazı sebeplerden dolayı uzaklaştım. Çok seyrek göründüm, sonra da neredeyse hiç yazı göndermedim. Bunda oldukça taraflı bulduğum bazı "büyük" övgüler, bazı isimlerin görmezden gelinmesi ve bazılarının yüceltilmesi, edebiyat dünyasının gitgide daha da siyasallaşması ve ayrışması, benim de bu durumlardan yılmam ve kendimce ayrışmam, belki genel bir bezginlik hâli etkili oldu. Bu böyle, ama dergiler çok önemli. Belki yine yazarım.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Yazarken değişik şeyler oluyor. Bazen yazdığım konu için karşıma geçen ben "Amma da iyi iş çıkardın(!)" diye dil çıkarır. Bazen Suzan çıkar ve "Armut, hiç öyle olur mu? Dön, bir daha bak." diye gülümser. Kimi zaman Ahmet gelir, cümleleri hallaç pamuğu gibi atar, "Ne bu şimdi, ergen ergen!" deyiverir. Ergün "Abi, tamam da, olay ne olay? Nereye varacak bu?" diye sorar. Tabii bunların gözleri de dolar bazen, çok iyi olmuş da derler. Hayatımda öykü üzerine konuştuğum dostlarımla ben el birliğiyle metni kotarırız. Kitaplığımda sıralı yazarların da beni uyardığı, desteklediği olmadı değil. İşin hayalî olmayan kısımlarında ise eşimle, arkadaşlarımla öyküyü konuşuruz. Bunların hepsi bana yardımcı olur.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Gerçekten, çok önemli bir neden var mı bilemiyorum. Büyük bir iddiam yok. Türkçeye hayranım. Kendi öykümle barışığım. İç dünyama çekilmek bana iyi geliyor. İnsanları seviyorum. Bana ait olmayan sıkıntılar da canımı yakıyor. Ve yazıyorum. En başta kendimi bulmama yardımcı oluyor yazmak. Şayet yazmasaydım kendi öyküm eksik kalırdı. Ama dünya için büyük bir eksiklik de olmazdı.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Bunu hiç düşünmemiştim. Nar diye bir öykü yazmıştım. Kahramanın babası ölmüştü ve o sıralarda karısı hamile idi, bir oğlan bekliyorlardı. Dedesinin adını koymuşlardı Ali'ye. Öyküden yaklaşık dört sene sonra babam öldü. Eşim hamile idi o sıralar. Oğlumun adı dedesini adı değildi ama Ali olmuştu. Bunu da bir iki sene sonra fark ettik. Bu deneyimden sonra arkadaşıma sizin sorunuzu sordum. "Sen de mutlu şeyler yaz artık." demişti. Yazılan şey kaderi etkiler, gibi bir genelleme yapmıyorum ama bazen kederli şeyler yazarken korkmuyor da değilim.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Yürekten söylüyorum, kimseyi geçmek istemezdim. Yarış olsaydı da zaten edebiyat hakemleri istedikleri kişi ilk adımı attığında düdüğü çalar ve yarışı bitirirlerdi. Yarışı bırakalım; aksine öykülerinde sahici bir anlatıcı bulduğum, anlattıkları bana çok yakın gelen bazı kişilerle tanışmak isterdim: Tabii bizden önceki kuşaktan, ama Ayfer Tunç'la bir kahve içimi de olsa sohbet etmek ne güzel olurdu. Kendi kuşağımdan Numan Altuğ'la yüz yüze tanışmak ve biraz yürümek de öyle!
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Eski tahkiye geleneğinin yapısı çok belirli. Olay, kişiler, zaman, mekân; her şey yerli yerinde. Hikâye kelimesi bana daha çok bu mantıkla yazılanları düşündürüyor. Öykü ise bir şeyi doğrudan anlatmayı değil de göstermeyi, hissettirmeyi önceliyor sanırım. Bu nedenle günümüzde eski tahkiye usulü pek kalmadığı için ben öykü demenin daha yerinde olduğu kanaatindeyim. Farklı yazarlara hikâyeci veya öykücü denilebilir. Ama bunu aynı yazar üzerinden de tartışabiliriz: Mustafa Kutlu'nun Bu Böyledir, Yoksulluk İçimizde kitaplarına öykü demek geliyor içimden, ama Uzun Hikâye'ye, Tirende Bir Keman'a da hikâye kelimesini yakıştırıyorum!
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
İyi bir damak tadı olmayanın iyi bir aşçı olabileceğini düşünemem. Elbette iyi bir öykü okuyucusuyum. Uzun uzun, didik didik, düşüne düşüne okurum öyküleri. Yeni çıkan kitaplar belli kişilerce çok methediliyorsa onları almam. Mutlaka yakından bir görmek isterim. Zira göklere çıkmasına iki basamak kaldığı söylenen kitapların kurgu ve dil yanlışlarıyla dolu olduğuna epeyce tanık oldum. Eserleri kitapçıda karıştırır, Türkçesinde bir çekicilik bulduklarımı alırım.
Dergileri üç senedir takip etmiyorum. Nadiren dergi alıp okuyorum. Ara ara yine kitapçılarda sayfalara bakıp ilgimi çeken yeni bir kalem bulduğumda o dergiyi alıyorum.
Son zamanlarda çıkan Akim Sevgilim'de Füruzan'ın anlatım gücünü hiç kaybetmediğini gördüm. Bunu öneririm. Başka yerlerde dile getirdiğim kişileri tekrara düşmemek için söylemiyorum.
Teşekkürler.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 05.10.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 28.09.2023 22:39