Günümüzün Anlatıcıları: Zeynep Sati Yalçın İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
İnsanı yazmaya yönelten sayısız etkenden söz edilebilir. Sorunuzdaki etkenlerden hareketle bana göre yazmak için ilk tetikleyici olan gelişen şartlardır elbette. İnsanın içinde bulunduğu zamana, mekâna, olaylara, durumlara karşı kişisel bakış açısıyla kurduğu anlık yahut derin bir bağ vardır. Bu bağ olumlu veya olumsuz olabilir. Biraz açarsam; insan isteyerek veya istemeyerek bulunduğu yere -yer derken kalıcı veya geçici ortamlar, çağının kabulleri, retleri, dayattıkları, çekip aldıkları buna dâhildir- aidiyet ya da yabancılık duyarak bir bağ oluşturur. Yazar bu bağı onarmak, sağlamlaştırmak, ihya etmek isteyebilir veya tersine zayıflatıp koparmak için zihnen ve kalben bir çabanın içinde bulur kendini. Bu noktada hayaller aktifleşir, gerçekle harman olur ve yazılır. Gerçeğe en yakın olanı da en fantastik olanı da nihayetinde yazarın hayal gücünün ürünüdür. Benim için de şartların yol açtığı hayaller etkendir diyebilirim.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Anlatmanın kutsal yanı… Cevabı düşünürken aklıma ilk olarak mitolojik anlatılar geliyor. Farklı milletlerin benzer olaylarla örülmüş yaradılış mitolojileri, o dönem insanı için tanrısal bir anlam taşır ve kutsaldır. Çünkü Allah hiçbir toplumu rehbersiz bırakmamıştır, belki peygamber, belki veli bir kul, belki bilge bir zat göndermiştir diye inanıyorum. Yazılı bir kaynak yok, teknoloji yok, doğayla baş başasın, var oluşa dair sonsuz sorularla cebelleşiyorsun ve sana cevap olsun diye bulunduğun ortamda kıymetli bulduğun kişi veya kişilerce bir şeyler anlatılıyor. O anlatılana tutunuyorsun, kutsallaşıyor.
Zaman geçtikçe insanın soruları farklılaşıyor, sayısı artıyor, anlatılanla yetinmeyip zihninden bulduğu yeni açıklamaları var olana ekliyor, yeterince tatmin olmamış ruhuyla başkalarınca verilmiş cevaplar arıyor. Mesela kıssalarda, masallarda geçer ya, kahraman bir sorunun cevabını bulmak arzusuyla sevdiklerini ve sahip olduğu her şeyini bırakarak çok uzun yollara çıkar. Yolculuk boyunca yaşadığı, gördüğü, duyduğu, hissettiği şeyleri anlatması bu yolculuğu yapamayanlar için çok kıymetlidir. Anlatının, sözlü veya yazılı olsun fark etmez, bize genetik olarak aktarılmış kıymetli bir yanı var.
İlk insandan beri merak, insanın hiç sönmeyen, değişmeyen, asla tatmin olmayan yanı olmuştur. Basit veya derin konularda ayırt etmeksizin merakımızı gidermek için sorular sorarız, cevaplar ararız. Her cevap bir anlatıdır. Bu cevap başkasınca da verilmiş olsa, kendi tasavvurumuzda kurularak ulaşılmış da olsa, hatta sadece hâli dile getirse bir sonuca ulaşmamış olsa bile bir anlatıdır. Bir yerden başlar, bir yerde biter ve bize bir şeyler söyler. Günümüzde ilahi kitaplar dışında yazılmış olan metinlere kutsal değil de kıymetli demek daha uygun olur diye düşünüyorum. Yani anlatmak, benim için öyküyü vasıta kılarak anlatmak, kutsal değil ama çok kıymetli bir çaba.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Kesin retlerle konuşmak doğru olmaz, hangi konuda olursa olsun keskin kalıplara mesafeli olmuşumdur. Türleri belirgin kılan bir takım çizgileri, söze gelen tanımları olmalı ki yazı kendi düzeni içinde aksın. Ancak geniş bir yazma alanı açmış olan post modern anlatıma sıkı bir teknik şablon oluşturulmasını doğru bulmuyorum. Şablonu olursa, şu ana kadar belli bir tanıma kavuşmuş olan türün tanımlanmasındaki ucu açık birçok ifade de havada kalır. Her şeyin aşırısı kendi zıddını doğurur, yani keskin kurallar keskin boş vermişlikler oluşturabilir ki, post modern anlatının doğuşuna baktığımızda da bu var sayımın doğrulandığını görürüz.
Biçim veya içerik açısından türler arası geçişler geçmişte zaten olmuş, şimdi de var. Eleştirel deneme, biyografik öykü/roman, mektup öykü/roman, manzum hikâye vb. aslında türler arasılıktır. Esneklikler olabilir, dozunda kalır da bir tür diğer türü kendi içinde boğmazsa, ne olduğu belli olmayan ucubeler ortaya çıkmazsa yazmaya yeni alanlar açılmış olur. Yoksa düşünsenize şiir yazarken iki mısra arasına ispatlı bir makale cümlesi ekliyorsunuz, ardından bir dörtlük yazıp bir hatıranızı anlatıyorsunuz, hatıraya ara verip başka birinin biyografisini ekliyorsunuz… Diğer türler için felaket olurdu bu tür sınırsız bir geçişlilik, ama bütün bunları bir kahramanın etrafında kurgularsak, post modern bir roman veya öykü yazılabilir.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dergilerde göründüğüm oluyor tabi. Çoğunlukla Hece Öykü'de öykülerimle ve farklı tür yazılarımla olmakla beraber, farklı dergilerde de zaman zaman yer almaya çalışırım. Edebiyatın nefes aldığının, yaşadığının kanıtı gibi geliyor bana dergiler. Farklı çalışmaları, farklı isimleri bir arada görmek ve okumak iyi geliyor. Yazdıklarını kendine saklamak istemeyenler için paylaşmak güzeldir, istifade ediyorum. Ben de bu anlamda yazdıklarımı paylaşmayı seviyorum.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Yazarken karşımda kendim de dâhil kimse yoktur, kimseye seslenmem, yaşarım. Yazarken bedenen nerede olursam olayım, ruhen yazdığım kişilerle ve anlattığım yerdeyimdir. İlahi bakış açısı kullanıyorsam anlattığım mekândayımdır ve kahramanlarımı gözlemdeyimdir. Kahraman bakış açısı kullanıyorsam yine o mekândayımdır ve yazarken bizzat yaşıyorumdur.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
En haklı nedenim içimde çoğalan, büyüyen ve beni rahatsız eden şeyleri anlatarak olana anlam vermek ve bir iç düzen sağlamak. Rahatlamak yerine iç düzen dedim, çünkü bazen yazmak rahatlama getirmeyebilir, tersine çok rahatsız edici de olabilir. Biraz daha açarsam; insan düz bir çizgide yaşamaz, sıradan yahut önemli saydığı kayıpları ve kazançları olur. Başardıkları, aciz kaldıkları, hataları, günahları, sevapları, kızdıkları, sevdikleri olur. Yaşadığı, gördüğü, duyduğu, değiştirebildikleri ve değiştiremedikleri üzerinde düşünür. Olanla olması gerekeni kıyaslar, ikisi arasındaki mesafeye göre içindeki karmaşa ve huzursuzluk artar veya azalır. Çağıyla, bulunduğu ortamla, hayatla kolay kolay uyum sağlayamayan yazar, bütün bunları anlamlandırıp onlara uygun kelimeleri giydirebilmeli ki iç karmaşayı giderebilsin. Sorun, bir çözüme ulaşmasa bile adlanmış ve yetersiz de olsa bir anlam kazanmış olur. Yazmak da olana anlam arama çabasıdır.
Yazmasam belki çıldırmam, ama kendimce denediğim anlam arama çabam sekteye uğrar.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Yazdığım kurgunun kaderimi etkileyeceğini düşünmedim hiç. Çünkü önceden kafasında kurgulayıp bitiren sonra yazan biri değilim. Bir hissiyat, bir imge, bir olay, bir kişi, bir düşünce belirir, onun üzerinden yazmaya başlarım ve öylece kendi oluşumuyla yazı akıp gider. Bize en uzak en aykırı en olmaz şeyi ve kişiyi de yazabiliriz. Yine de bizden tamamen bağımsız mıdır yazdıklarımız, hayır. Bir şekilde bizi oluşturan büyük ve karmaşık yapının parçacıklarıdır kurgularımız. Hepimiz görünen veya görünmeyen bağlarla birbirimize bağlıyız, anlattığımız ne ve kim olursa olsun, nihayetinde bizim yorumlarımız bizim düşünüşümüz ve hayalimizdir. Yazdıklarımdan bazılarını aynıyla veya biraz benzeriyle yaşadığım veya yaşayanlara, yaşadığını anlatanlara şahit olduğum vakidir. Tuhaf bir durum gibi gelirdi önceleri. Sonradan, yani yazdıkça, bu bağın normal olduğunu gördüm.
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Bu görüşünüze "genelde" dediğiniz için biraz katılayım. Neden böyle dedim, çünkü eskiden ben de öyle sanırdım, sonra yazdıklarıyla olmasa da tavrıyla "ben en büyüğüm" demek isteyenlerle karşılaştım, bu sanı yıkıldı. Varsın olsunlar. Bunun yanında hem yazılarıyla hem duruşlarıyla ve insan yanlarıyla büyük olanlarla karşılaştım; sabırlarına, nezaketlerine ve duyarlılıklarına hayran oldum; onlar gibi sabırlı olmak isterdim. Örnek aldıklarım oldu, fakat geçmek istediğim tek bir insan yok. Ben kendi öykü yolumda kendimce usul usul yürümek, bazen durup dinlenmek, değişim ve dönüşümü fark etmek, koşanlara aldırmadan yürürken etrafımın ve kendimin farkında olmak, fark edilemeyeni fark ettiğimde kendi dilimce anlatabilmek ve onları fark edişim için şükürde olmak istiyorum.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Böyle bir fark uzun süredir tartışılıyor, bir yere varır mı, tür için katkı sağlayıp bir şeyi değiştirir mi bilmem ama bir düşünce alanı açtığı kesin. Hikâyeyi başlangıcı, sonu, kişileri ve olay akışı belli, düzeni olan, mesajlar içeren bir anlatı; öyküyü de olaya değil belli anlara odaklanarak anın derinleştirilmesi ve bir sonu olmayan, akışı düzensiz anlatı olarak düşünürsek bu bir fark sayılabilir. Ben yazdıklarıma öykü demeyi uygun buluyorum ve hikâyeyi de öyküyü de seviyorum.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Günün kabullerine göre, okuduğunuz üzerine yazdığınızda nitelikli okur sayıldığınız için bu kabule göre nitelikli bir okur değilim. Okuduklarım hakkında nadiren yazarım. Okurken benim önüme serilen düşüncelerin, dünyaların içinde olmayı seviyorum. Hissettiğim, yaklaştığım, anladığım çıkarımlar çoğu zaman kendi içimde kalıyor.
Dergileri önemserim, severim ve elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Yeni çıkan kitapları rast gelirsem alırım. Çok övülen popüler olmuş kitapları okumaktan özellikle kaçınıyorum, çünkü zaten sürekli anılıyor, sürekli gündemde, hakkında düşünecek hissedecek fazla bir şey kalmamış gibi geliyor bana. Eski veya yeni fark etmez bir şekilde ilgimi çeken kitapları muhakkak okumak isterim. Zevklerini, arayışlarını bildiğim insanlara kitap önermek daha kolay, rast gele önerince pek isabetli olmuyor. O yüzden çok yakın arkadaşlarım ve öğrencilerim dışındakilere kitap önermeyi uzun zamandır bıraktım.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 09.03.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.03.2023 13:52