Hâcegân Sultanları
Serbülent Hakas yazdı...
Hâcegân silsilesinin baş tacı Abdülhâlik-ı Gucdüvânî hazretleriyle (k.s) başlayıp bugüne kadar gelen hatm-i hâcegân usülü, Nakşibendiye bağlılarının sohbet meclislerinin sonunda yapılan bir zikirdir. Hâcegân Sultanları, dosdoğru yolun önderi olan rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in bölümüyle başlıyor. Bu bölüm içinde Peygamberimiz’in (s.a.v) hüsnüne dair birçok örnek veriliyor. Kutlu elçilerin sonuncusu Fahr-i Kâinat Efendimiz, yaşayışı ve ahlakı ile hepimize örnek oldu. Onun nefsi tezkiye eyleyip pak bir kalp ile Allah’a (c.c) yönelme metodunu esas alan peygamber mirasçısı Allah dostları, ebedî saadete götüren yolun rehberi Resûlullah’ın (s.a.v) ayak izlerini tazeleyerek bugüne taşıdılar. İşte Hâcegân Sultanları da bu dosdoğru yoldaki kutlu izleri tazeleyen kılavuzlar silsilesi oldu.
Hâcegân Sultanları “Güzel Dost” Hz. Ebu Bekir’in (r.a), bu yolun yolcularına fener olan yaşamından bazı örnekleri sunuyor. Bu yol, kitap içinde çok güzel ifadelendirilmiş: “Müslüman yürüdü mü Hz. Ebu Bekir (r.a) gibi yürümeli. Şeksiz, şüphesiz, Allah Resûlü’nün (s.a.v) izinden zerre kadar sapmadan.” İşte bu yolun büyükleri de bu minval üzere önce kendilerini ve sonra bütün insanları bu ahlak ve anlayış üzerinde birleştirmeye çabaladılar, çabalamaya devam ediyorlar. Dünya döndükçe de bu çaba sürecektir. Allah’ın has, veli kullarının yürüyüşü sadece çağını değil çağların ötesini de kuşatır. Hâcegân Sultanları bunun en önemli göstergesidir şüphesiz.
Sultanlardan Abdülkadir-i Geylânî (k.s), şöhreti cihanı tutmuşken insanlardan uzaklaşıp uzlete çekildi. Bütün vaktini tek başına ıssız çöllerde ibadetle geçiriyor, Bağdat’ın harabelerinde yatıp kalkıyordu. Dayanılması zor bir riyâzete soyunmuştu. Sultanlardan Muhammed Bahâeddin Buhârî (k.s), bilinen adıyla Şah-ı Nakşibend (k.s) riyâzet ve mücâhedesini tasavvufun en zor geçitlerini aşarak tamamlayan bir mürşid-i kâmil olarak bağlılarını, mutedil, tehlikesiz ve sade bir yola sevk ederken, bu yolun dinin hudutları dâhilinde bulunduğuna bilhassa dikkat çekti. Sultanlardan Seyyid Emîr Külâl (k.s) hayatı boyunca insanları, tövbeye, ilme, ihlâsa, edepli olmaya ve peygamberin (s.a.v) yolunda yürümeye çağırdı. Sultanlardan Hâce Muhammed Baba Semmâsî (k.s) dergâhta oturmayı tercih etmezdi. Civar köy ve kasabaları dolaşır, oradaki insanlarla sohbet meclisleri kurardı. Dervişliğe kabiliyetli kimseleri daha ilk görüşte fark eder, onları kendine çekerdi.
Hâce Azîzân Ali Râmîtenî (k.s) koştu gitti, Hâce Mahmud-ı İncirfağnevî’nin (k.s) önüne diz kırıp oturdu; dergâhına durdu. Zikirle, taatle, hizmetle kalbi imtihan buldu. Sultanlardan Hâce Mahmud-ı İncirfağnevî (k.s) aydınlık yüzlüydü. Gittiği her yere başındaki bembeyaz sarıkla gidiyordu. İnsanları doğru yola çağırdı. Mürşidinin dediği gibi, kalplerdeki eğrilikleri giderdi, gönülleri imar edip Beytullah kıldı. Ârif-i Rîvgerî (k.s), Buhara’da hocalarının adeta el üstünde tuttuğu son derece kabiliyetli bir medrese talebesiydi. Daha sonra yetiştirdiği binlerce müridi sebebiyle ona “pîşuvâ-yı ârifân”, yani “âriflerin önderi” denildi.
Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s) bağlılarına tasavvufun ancak kur’an ve sünnet ışığında yürünebilen bir yol olduğunu anlattı. Onları cehaletten ve nefs-i emmâreden kurtulmak için gayrete çağırıp sohbetlerine katılanlara her defasında ilim ve edep tavsiyesinde bulundu. Sultanlardan İmâm Rabbânî (k.s), ikinci bin yılın yenileyicisidir. O, tasavvufun vahdet anlayışı gibi seyrü sülük mertebeleri gibi netameli meselelerini eşi görülmemiş bir sarahatle izah etti, bunları şeriat dairesi içinde yerli yerine oturttu.
Mevlânâ Halid-i Bağdâdî (k.s) asrının müceddidiydi. Kalpleri dirilten bir nazarı vardı. Sözleri de bir o kadar tesirliydi. Her fırsatta sünnet-i seniyyeden ayrılmamayı, istikamet üzere olmayı telkin etti. Seyyid Abdullah-ı Şemdinî (k.s) nasihat ve telkinleriyle etkili oldu. Çevrede bulunan insanlar uzak yakın demeden onun irşadına koştular. Birçok talebe yetiştirdi. Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî (k.s) devlet ricaline mesafeli dururken halkla hep iç içe oldu. Onları nasihatle bid’atlardan, riya ve kendini beğenmişlikten sakınmaya, salih ameller işlemeye, güzel ahlakla donanmaya çağırdı. Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (k.s) “Tasavvuf, İslâmiyet’e uymak demektir.” buyurur ve tasavvufu dinin ölçüleri dışına taşıran anlayış ve uygulamalara şiddetle karşı çıkardı.
Abdurrahman Tâhî’ye (k.s) mürşidi zikir tâlim ettirirken, “Kalbini bir taş parçası, kelime-i tevhidi, yani lâ ilâhe illallah kelimesini de demirden bir çekiç say.” demişti. O da öyle yaptı ve kıvılcımlar çıkmakla kalmayıp kalbini tutuşturdu. Şeyh Fethullah Verkânisi (k.s), irşat faaliyetinde bulunduğu her yerde müderrisliğinin etkisiyle zâhir ilimlerini de öğretti. Sûfilerin özellikle fıkıh bilgisi almalarına çok önem veriyordu. Muhammed Diyâüddin (k.s) otuz dört yıllık irşat hayatında çevre köy ve kasabalarda medreseler kurup talebe yetiştirdi, dergâhlar açıp gönüller yaptı. Hazret sohbete çok önem verir, kendisi de her fırsatta etrafında kimi bulursa sohbet ederdi. Sultanlardan Ahmed Haznevi (k.s), insanlara karşı çok şefkatliydi. Merhamet ve muhabbeti o derecede idi ki kendisine kötülük yapanlara dahi her türlü fedakârlığı göze alarak yardım ederdi.
Seyyid Abdülhakim el- Hüseynî (k.s) hazretlerini ziyaret edenler, ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, onun yüzünü görür görmez Allah’ı hatırlıyor, o güne kadar kulluklarını layıkıyla yerine getirememekten dolayı pişmanlık duyuyor ve hemen tövbeye yöneliyorlardı. Hazretin sofilerinin üzerindeki nazarı da tesirliydi. Seyyid Muhammed Raşid el- Hüseynî’yi (k.s) görmeye gelen insanlara tövbe aldıktan sonra “bir haller oluyordu”. Daha önce birbirlerini görmeye bile tahammül edemeyenler burada kucaklaşıyor, birbirlerine güler yüzle, nezaketle, samimi bir muhabbetle yaklaşıyorlardı. Hazret çok konuşmazdı. Sözün ayağa düştüğü, vaaz ve nasihatin kâr etmediği zamanlardı. Zora talip olmak, yani yaşamak, örnek olmak gerekiyordu. Seyda hazretleri de hep öyle yaptı. Sünnet ölçüleri içinde sahabe hayatı yaşadı. “Seyda” Muhammed Raşid Hazretleri’nin, Resûlullah’ın (s.a.v) soyundan geldiğini anlattığı kadar, onun efendiliğini, sultanlığını, mülâyemet ve âlicenaplığını da anlatıyordu. İşte bu kitap silsileyi baştan sonra çizen ve yolun sultanlarına ışık tutması bakımından başucu yapılması gereken çalışmalardan. Hâcegân Sultanları, sadece okunup geçilecek bir kitap değil, örnek yaşamları özümseyip idrak etmek için şuurla okunması gereken bir kitap.
Hâcegân Sultanları
Ali Yurtgezen
Semerkand Yayınları
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 13.05.2016 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.05.2016 11:06