Hakikat Doyururken Acıktırır ve Biz Şiire Hep Bu Açlıkla Niyet Ederiz
Söyleşi: Ayşegül Uyar-Gülnaz Eliaçık
Şiir ve kader. Ölçüsü alınmış bir beklemek namzeti... Adem Havva'yı bekledi, insan cenneti; şair şiiri, şiir kalemi... Ömrünü, beklemenin müsait bir durağında indiren şair Sümeyye Şeker‘in kalbinin ortasına bir sofra koyduk ve gönlümüzü doyurduk.
G.E: Kalemin perdesini Yunus'un dizeleriyle çekelim evvela, "gelin tanış olalım" diye başlar o, biz de şair ile tanış olsak; kimdir Sümeyye Şeker, nerden gelir nereye gider, azığı olan şiir kalbini tok mu tutar daima yoksa aç kalan yanları mıdır onu yazdıran?
Söze Yunus ile başlamak bir gönül sofrasına oturmak gibidir. Bu incelik için "Bismillah" derken size de teşekkür ederim. Biz daha şiire başlamadan yolu bildiren Rabb sözüyle cevap verelim bu sualinize: Sümeyye Şeker her kul gibi, Allah'tan gelir ve Allah'a gider.
Toprağımızı karan eller, tokluk değil açlığı dahil etmişlerdir varlığımıza. Ve sonraki süreçte, dünyaya salındığımızda açlığımız bizi aşmış, bir arayış, bir bekleyiş şeklinde tezahür ederek kah seyyah eylemiş, kah şair libası giydirerek kelimelerin tat ve kokularının peşine düşürmüş, kah renklerle hemhal kılıp bir doyuma ulaştırmaya çalışmıştır. Fakat hakikat doyururken acıktırır ve biz şiire hep bu açlıkla niyet ederiz.
G.E: Hakikat doyururken acıktırır dediniz, Bekleyiş Vezinleri bir açlığın tezahürü mü yoksa zamanı geldi artık deyip iki kapak arası düş görme isteği midir?
Kitap bir düş müdür? Hayır, kitap benim düşüm değildi. Bekleyiş Vezinleri için şunu diyebiliriz; bir çiçek, vakti geldi ve açtı. Hepsi bu.
A.U: İlk kitapların insana verdiği heyecan ve mutluluğun nasıl farklı olduğunu görüyoruz oysa siz de bir ilk kitap heyecanı göremedik, edebiyat dünyasının insanı şaşırtan dağdağasına kendini kaptırmak korkusu mudur yoksa şiirin hakkı bu kadar mıdır sizin ömrünüzde?
Edebiyat günümüzde bir savaş meydanına dönmüştür ne yazık ki. Herkesin elinde bir sancak, meydanda tozu dumana katarak ilerlemekte ve geride kalanların bu toz bulutu içinde kaybolup gitmesi istenmektedir. Herkes kendi sancağını (kitabını) yüceltmek gayesiyle ileriye doğru hamleler yapıyor. Bu hamleler bazen alabildiğine çirkin görüntüler oluşturmakta bazen de sessizce işini bitirip çekilmektedir. Hal bu iken ilk kitap heyecanı elbette ki ayağımı yerden kesmedi. Nasibimiz varmış, yayımlandı. Kitap için heyecan verdi diyebileceğim durum ise, kitabın oğluma ithafından dolayı yaşadığı sevinçtir.
A.U: Günümüzde pek çok yazar yazma sebebini açıklarken Sait Faik'ten ilhamda "Yazmasam delirirdim." Diyerek açıklıyor. Sümeyye Şeker yazmasa ne olur/du?
İyi olurdum aslında, kafam daha rahat yaşlanırdım. Latife bir yana, şiir yazayım diye başlamadım şiire. Şiir bir namluya mermiyi sürer gibi içime harfleri, sesini, kokusunu, yüzleri, anları bırakıyor/du ve bana yazmaktan başka çare kalmıyor/du. Çünkü bu ciddi bir uğultuya sebep. Ya yazacaksın, ya yazacaksın.
G.E: Perde açık kalsın yine Yunus'un dizeleriyle, ışık vursun içerimize, Yunus der ki çağın ötesine seslenen kelimeleriyle : "Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni" Peki şiir şiir dedikleri birkaç dize, birkaç cümle dersek bu birkaç dizenin bizi kalbimizden eden efsunu nedir, şairler okuyup üfleyerek mi kalbini sürer kaleme, şairin cenneti şiirin hangi dizesidir soralım Sümeyye Şeker'e?
Şairin kalbine şiiri üfleyip, "Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin" buyuran sözün Sahibi'ndendir o efsun. Bu inançla yazdığımız müddetçe okuyucuda bir in'ikâs hali vücut bulur ki okuyup üflemeyle olacak iş değildir. Sonrası bir "hû" sesidir, işte o; şairin cenneti.
A.U: Kur'an-ı Kerim'den iki ayet ile özetliyorsunuz aslında şiirinizin damarını. "Fe eyne tezhebûn" ve "fefirru illallah"... iki ayet, iki bölüm oluşturuyor kitabınızda. Birinci bölümde, "bu gidiş nereye" derken ikinci bölümde "Allah'a kaçınız" diye başlıyor. Madem böyle başlıyor soralım biz de: Yazmak, Allah'a kaçmanın yollarından bir yol mudur?
Tasavvuf literatüründe ki Bab'Aziz filminde de geçer; "Allah'a giden yollar mahlukâtın nefesleri adedincedir". Eğer yazarken niyet bu ise elbette ki yol orayadır. Burada asıl meselemiz niyettir. Çünkü menzil, niyet iledir.
G.E: Dünyada yaşanan insan depremlerine şairin bakışı tam olarak nedir? Duruş ve kaygı meselesine şiirin yolundan girersek, kalem yaşanan zulmün güzellemesini(!) yapmalı mı yoksa sükut edip, modern çağın yaşanan soluk zamanlarına bir sekinet çağrısında mı bulunmalı?
Şair, inceliklerin insanıdır. Bunca ölüm ve gözyaşı karşısında kalbi bükülüp secdeye kapanır. Bazen bir adam olur, toplar yuvasından olmuş çocukları, masallar anlatır: Şiir deriz. Bazen anne olur, bastırır kucağına yetimleri, bir ninni fısıldar hayır ağıt değil, ninni: Şiir deriz. Bazen bir genç olur, şehrinin sokaklarında gaflet ehlini dirilişe çağırır: Şiir deriz. Fakat bağırmaz, slogan atmaz, beddua etmez, zulmün ekmeğini yemez.
A.U: Pek çok şiirinin ilk okurlarından olmanın verdiği bilgi ile sorayım. Şiirde ilhama inanan bir tarafın var ve iyi bir okur olmanıza rağmen şiir için çalışmadığınızı biliyoruz. Bu bir tercih midir yoksa ancak böyle mi şiir yazar şair?
Şiir çalışmak, derin derin nefes alamayan birinin solunum cihazına bağlanması gibi geliyor bana. Bekleyince o derin nefes gelecek aslında lakin illa bir sunilikle zorluyoruz kendimizi. Ne yapıyor şiire çalışanlar, eline kağıt-kalemi alıyor ya da ekran başında bir word dosyası açıp bekliyor mu? Şiirin perdelerinin hepsini aralamasını ve sesini en net şekilde duyurmasını bekleyip öyle şiire oturan biri olarak bu tuhaf geliyor. Yine de her şairin yazım biçimi farklıdır. Sadece şunu net bir şekilde ifade edebilirim ki, bir defada yazılan şiirle, çalışılmış şiir okuyucuya da yansıyor.
G.E: Kötü bir şey yazdım hissine sürükleyen bir dizeniz oldu mu hiç sizi? Yani bir şair, yazar hakikaten kalem ve kelam arasında gidip gelirken ne yaptığının farkında mıdır?
Şiire oturduğumuz hâl ile sonrasındaki hâl arasında farklılıklar olabilir fakat bu yayımlandıktan sonra "kötü" hissetmemize sebep değildir. Ne yazdığının farkında olmayan şaire, şiirin sütü de helal değildir. Bu şuursuzluktur ve şaire ters bir durumdur. Çünkü şair, bir şuur adamıdır.
G.E: Yalnızlık coğrafyasının başkenti neresidir diye sorsak şaire, kaç uzak ülkenin yolunu tarif eder bize?
Kalbimdir. Bu yol şahdamarıma dek uzanıp orada sekinet bularak uzlet olup güzelleşir. Çok da uzak yolların insanı değilim anlayacağınız.
G.E: İnsan bu kadar beklemek biriktirmişse ömründe, kendinden öte nereye gidebilir sahi?
Beklemek, Sidret'ül münteha'dır ve biz durmaksızın sabırla bileyleyip kalbimizi; iman ederek, yürüyerek, tefekkür ederek, şiir diyerek, ağlayarak, yara sararak ama aslında hiç kıpırdamadan bekleriz. Gittiğimiz tüm yol da bundan ibarettir.
A.U: Sümeyye Şeker'in edebiyatın farklı yazın türlerinde de kalem oynatabileceğini biliyoruz. Peki, niçin sadece şiir yolunda yürür şair ve "Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?" diyen şairden ilhamla sorayım, Sümeyye Şeker niçin yazıyor?
Niçin şiir sorusunun, çünküsü de sebebi de şiirdir. Şiir vardı ve seçenek yoktu. Yine aynı Şair, "yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?" diyerek cevabı vermiş oluyor aslında. Yaşayabildiklerim ve yaşayamadıklarımdır şiirimin damarlarında gezinen kan.
A.U: Sümeyye Şeker'in şiirlerinden bir duman tütüyor, ağıt oluyor, insanın hançeresine oturup kalıyor bir yumruk şeklinde. Elleri kınalı, ayaklarında halhallar ile yürüyen yaslı kadınlar beliriyor birer siluet gibi. Yorgun, hüzünlü ama yine de umutlu kadınlar çıkıyor satırlardan. Şeker'in şiirleri en çok kadınlara hitap ediyor desek doğru olur mu sizce?
Kadının erkek diline sahip olması fıtratındaki bir yıpranmanın belirtisidir. Böyle düşünen bir kadın, kendi hissiyatı dışında neyi yazabilir? Şiirlerimde kendimi yani kadını yazıyorum. Pek tabi aynı yerden yara almış, benzer hissiyatlara sahip olanlaradır şiirim evvelce. Yine de sadece diyemeyiz. İncelikten nasibi olan her insana hitap ediyordur diye düşünüyorum.
G.E: Ülkemizde kadın olmanın zorlukları tartışılmaz bir gerçekken şiir yazan bir kadın olmanın zorluğu nedir ya da böyle bir zorluktan söz edilmeli midir?
Tabi ki böyle bir zorluk mevcut. Kadına şairlik değil, şiir olmak yakışır diyen bir toplumda yazıyoruz. Peki bu şiiri kim yazıyor ve yazmıştır? Birilerine göre erkek şair, kadın şiirdir ve bu sualin cevabı, erkektir. Oysaki bizler, yani tüm insanlar Allah'ın yazdığı şiirleriz. Üstelik "O Rabb ki kalemle yazı yazmayı öğretti" buyuruyor. Kime öğretti? İnsana. Kadın ve erkek: İnsana. Kimin kalbi bir şuurla donatılmış ve diline şiir nimeti bahşedilmiş ise o yazar. Yazmalıdır. Aksi şükürsüzlük olur. Kadını şairden saymayan, onu öteleyen zihin; kendine eğilmeli ve hatasını aramalıdır.
G.E: Burada insan noktasında birleşiyoruz aslında, sanatın hiçbir dalının cinsiyet ayrımıyla budanmasından yana değilsiniz anladığım kadarıyla, peki sanata dair genel bir bakış açısında bulunacak olursak, toplumun faydasına dair bir sanat anlayışında ayıklanması gereken nedir?
Eğer bir iyilik mevcut ise bunu kimin ve neden yaptığına bakılmaz. Hamd edilir, teşekkür edilir, gerekiyorsa o iyiliğe, iyilik ekleyerek toplumun hayrı inşa edilir. Bu bakış açısı dışında kalan tüm görüşler ayıklanmalıdır ki kişilere bakılarak iyilik heba edilmesin, ayağımıza takılıp fazla sözden bizi ziyan etmesin.
A.U: Modern şiirin gıcırtısı üzerine çok defa konuşmuştuk, insanın ruhuna iyi gelen, yaratılış nefesini hissettiren seslerden yanadır şairin gönlü bunu da görüyoruz. Kimleri takip eder, hangi seslere kulak kabartır Sümeyye Şeker?
Rabbin ayetlerine kulak kabartır öncelikle. Hû hû ile rükuya eğilen ağaçlara, seher kuşlarına, susuzluktan çatlayan toprağa, asfalt bir yolun kenarında devrimci hüneriyle açılan gelinciklere, Allah'ın ayetlerini sık sık okuyan göğe, evlat nefesine, sevgiliye... Yunus Emre'ye, Şeyh Galîb'e, Fuzuli'ye, Sezai Karakoç'a, Turgut Uyar'a, Ahmet Murat'a, Cahit Zarifoğlu'na, Süleyman Çobanoğlu'na, İsmet Özel'e, Fatma Şengil Süzer'e, Füruğ Ferruhzad'a, Mahmud Derviş'e ve sözünü kalbinden damıtmış tüm seslere...
A.U: Vefa şairin hayatının atar damarlarından biridir desem yanlış olmaz sanırım ve Yedi İklim bu damarı besleyen gümrah bir ırmak... Niçin Yedi İklim diyeyim?
Önemli bir noktaya dikkat çektiniz. Yedi İklim öncesinde şiir gönderdiğim dergiler de oldu elbette lakin insan bir yerde kalıcı olmak istiyor. Mutfağından bir bardak çay doldurmak, çat kapı gidebilmek istiyor. Nereye yürüsem dediğim bir zamanda, iç sesime kulak verip Yedi İklim'in Üsküdar'daki kütüphanesine yol düşürdüm. Daha kapıdan girerken artık biliyordum nerede olmak istediğimi. Bir çok edebiyatçının edebin anlamını unutup, birbirlerinin kuyusunu kazarak var oldukları bu ortamdaki sağlam duruşları, bizlere Cahit Zarifoğlu'nun; "Cağaloğlu'nun dedikodularından uzak durun gençler" nasihati ile yaklaşmaları, dünya telaşına kapılsak bile hatırımızı sormak için aramaları, kendimizi aileden hissetmemize sebep olan ilgi ve alakaları; işte bu yüzden Yedi İklim'deyim ve burada devam etmek duasındayım.
G.E-A.U: Sofranızın bereketinden aldık kalbimize koyduk, doyduk mu diye yokluyoruz içimizi sonra aklımıza geliyor yine söyledikleriniz: sahi hakikat doyururken acıktırırdı değil mi? Açlığınızla bekleyişlerimizi vezinlerken kalbimizi doyuran bir sofra kuruşunuza teşekkürler.
Hakikat nasiplisi olanlardan eylesin bizi Rabbimiz duasıyla, ben teşekkür ederim.
Bu söyleşi Yedi İklim Dergisi'nin 306. Sayısında yayınlanmıştır.
Yazar: Kitaphaber - Yayın Tarihi: 14.10.2015 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.12.2015 16:45