Hallac-ı Mansur’un Tavasin Kitabında Nur-u Muhammedi Kav, Düşünce, Misafir Köşesi

Hallac-ı Mansur’un Tavasin Kitabında Nur-u Muhammedi Kavramı yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden oku

Hallac-ı Mansur’un Tavasin Kitabında Nur-u Muhammedi Kavramı

06.11.2024 09:00 - Misafir Köşesi
Hallac-ı Mansur’un Tavasin Kitabında Nur-u Muhammedi Kavramı

Oytun Efe Kuru yazdı...

-Hayratlar masum çocuk lahitleridir.-

İslam Tasavvufunun ulûhiyetinin fevkalade erbaplarından birisi olan Hallac-ı Mansur (858-922)'un Tavasin adlı eserinde bahsi geçen Nur-u Muhammedi/ Siraç kavramı şairane ve leduni bir biçemde birçok örnek içerisinde kendisini temaşa ettirmektedir. Bu kavram, kitabın ilk tasin kısmında geçmekte ve bu kısım ''Gayb nurundan bir kandil o'' sözleriyle açılmaktadır. Bu sözlerin işaret ettiği mana ise Hazreti Muhammed'in yekta parıltılı ve can-u cananı gaybda sırlanmış bir nur (sirac-ı münir) olduğudur, bu tefsir içerisindeki nosyon batıni bir remizdir, şairane bir imgelem dünyası içerisinde açımlansa da kendisini temaşa edene kendisini kolayca açmaz ve bu anlamın Kur'anda temellendirildiği kısım Nur Suresi 35. Ayettir.

Ayette: "Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.'' denmektedir.

Ayet mutlak bir nurdan bahsederken, Hallac bu mutlak nurun hakikat aynasından Hazreti Muhammed'i nasıl sırladığını metaforik bir biçimde bina eder ve tasinin devamı olan (Hazreti Muhammed için) "Aylar arasından bir ay. Bir ay ki burcu, sırlar feleğinde'' (a.g.e) cümleleriyle birlikte okunduğu zaman bahsedilen durum Hazreti Muhammed'in Allah ile bir ve aynı özü taşıması durumunun gözler önüne serilişidir. Böylece Hallac, Nur-u Muhammedi ve Allah'ın tek bir hipostazda buluştuğunu ve tüm kesreti aydınlattığını söyler. Ayrıca, Nur-u Muhammed kavramıyla, Hazreti Muhammed'in Hristiyanlıktaki Mesih figürüyle yaklaştırılmış olduğunu görüyoruz yani Hallac'ın perspektifinden Hazreti Muhammed'in bedeninde görünen, esasında Allah'tı ve Hazreti Muhammed Allah'ın ışığıyla cem edilmişti. Bu noktada felsefi açıdan söylenmesi gereken şey, sınırlı varlıkların birer apeiron minyatürü görevi üstlenmesidir; vahdet ve kesret ontolojik çelişkilerden mülhem bir biçimde derece kabul eden bir özdeşlik içerisinde varlığa rücu eder.

İlerleyen tasinde Hallac, Allah'ın Hazreti Muhammed'in Bedrini Ortaya çıkardığını söyler. Burada Bedr dolunay manasındadır ve Ay'ın bütünlüğü üzerinden Hazreti Muhammed'in peygamberliğinin erginliği ifade edilmektedir. Batıni sembolizmde Ay ile sembolize edilen Hazreti Muhammed'in bu şekilde sembolize edilmesinin bir manası vardır. O da tıpkı Ay'ın enerjisini ve ışığını Güneş'ten alması ve sembolizmde Güneş'e en yakın göksel unsur olarak temsil edilmesi olduğu için, Şemsin (Allah'ı temsil eden ilksel cisim) nuruyla, Ay'ın (Hazreti Muhammed)'in nurunun dolaysızca temas içinde olmasıdır. Ve tüm bir batıni/ezoterik nihayetin nirengi noktası Güneş ve Ay'ın birleşmesi/kavuşumuyla açıklanır. Böylece örtünmeler, uzaklaşmalar ve perdelenmeler ortadan kalkar ve Nur-u Muhammedi, tüm varoluşu parlayışıyla içine alır.

Bu durum örtük biçimde Miraç kavramını da kendi içinde açıklamaktadır, Allah'ın huzurunda bir ve bütün olarak durmak, Hallac'ın da bahsettiği gibi "Bakışları yön değiştirmedi, sönmedi de'' (Necm 17) cümleleriyle kendi anlamını tesis etmiş olur. Hazreti Muhammed, kendi bütünlüğü, erginliği ve sağlamlaştırılmışlığı içerisinde Allah'ın nurunun en hakiki ve ihtişamlı düzeyde gözgüsüdür. Devamında Hallac "Hazreti Muhammed'in Sünnet olarak buyurduğu, sıretinin hakikatinden.'' (Hallac, Tavasin) cümlesiyle İslam âleminde tezahür eden geleneğin ve sünnetin, yukarıda bahsettiğim soyut sembolizmle sınırlı kalmadığını, aksine bizatihi Hazreti Muhammed'in yaşayışının, hakikatinin ve kemalinin bir aktarılışı olduğunu ve tüm bu sembolizmin, ihtişamın ve nurun gelenek vasıtasıyla yaşamın içerisine aktif olarak dâhil edildiği anlatmıştır.

Bundan mürekkep, olay sadece hissedildiği gibi şairane imgelerde donup kalmaz, akışkanlaşır ve somut olana sirayet eder. Açıklamalarına devam eden Hallac, Hazreti Muhammed'i ve onun Allah'a dair nurunu kendi hüviyetiyle tanıyıp bilenen Sıddık yani Hz. Ali ve Hz. Ebubekir olduğunu söyler. Burada da yine batıni bir durum vardır, çünkü Hz. Muhammed'e en yakın kişiler olan sıddıklar bu yakınlık ve aralarında başkalarının olmaması, birebir içrek/dostane/aktif temas vasıtasıyla onun hüviyetine şahit olabilmişlerdir ve şahit oldukları bu hüviyet Hallac'ın deyimleriyle ''Kıdem'' dir. Bütün bir peygamberliğin nurudur, tüm nurların aydınlığının kaynağıdır. Kerem sahibi olan Allah'ın nuru müstesna olmak üzere. ''Vücudu yokluktan, adı Kalem'den önce idi. Çünkü tüm ümmetlerden önce idi o.'' (a.g.e) Kaynak, kaynak olması bakımından her şeyi öncelemelidir, öncelikleri de öncelemelidir yoksa var oluş o kaynaktan tezahür edemez, o kaynak varoluşun nurunu kendisinde cem edemez. Burada da Nur-u Muhammedi ile vurgulanan budur, zorunlu olarak onun nurunun sonradan sonra da kalacağı delillendirilir.

Hallac, onun ne doğuyla ne de batıyla kuşatılabileceğini söyler. Yedi iklimin, sekiz yönün, coğrafyaların, kültürlerin ya da toprakların sınırlı yapısı içerisinde ele alınırsa kendi varoluşu anlaşılamaz., sezilemez. "O hem delildir, hem medlul'' (a.g.e) Hem bir şeyi açıklayıp kanıtlayandır, hem de o kanıtlanan şeydir. (Seni ispatlayan şey beni de ispatlıyor…) Bu ikili durum da kendi içerisinde bir sonsuzluğu ifade eder. "Hak onu yaratılmışlara teslim etmemiştir. Çünkü o, odur; o, bir 'o benim'dir; o bir 'o, odur' dur/Çünkü o, odur. Nasıldır o? O, odur işte/O, odur. Ben oyum. Ve o, odur.'' (a.g.e) Belki de bu nokta bu tasindeki en kilit noktadır çünkü burada anlatılmak istenen Hazreti Muhammed için 'Enel Hak' demek ile Hüve Hüve demenin bir ve aynı olması demek olduğudur. Nur kendi içerisinde bir ve bölünmezdir, mutlak bir merkez kutbudur, yerinden oynatılamaz.

Onu temsil eden harfin Mim olduğunu söyler Hallac, bundan kasıt İlahi kelamın kendisini kelimelerle ve kelimelerin de kendisini harflerle açıklamasıdır. Mim, ismi-i azamdır. Başlangıçta isteyen, sonra istenendir (mürid-murad). İslam tasavvufunun başka bir büyük ustası Abdülcebbar en-Nifferi harfler hakkında "Harf İblis'in ecelidir.'' (Nifferi, Mevakıf) demiştir. Harf yaratılışta öyle güçlüdür ki varoluştaki tüm düzensizliği, kaosu, belirsizliği, düzensizliği vb. gibi durumları alt üst eder. Harf'in kaynağı bizatihi Allah'ın nurudur ve Mim, harflerin harfidir. Hazreti Muhammed'in nuru Kur'an'ın kelamı/kelimeleri ile birlikte bir mucizedir. Ona karşı olanları ve hizipleşenleri aciz bırakmıştır. Mucize, aciz bırakan anlamıyla birlikte düşünülünce vahyedilen tam manasıyla açıklanır: ''Eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içindeyseniz, hadi onun benzerinden bir sure getirin! Allah dışındaki destekçilerinizi/tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru sözlü kişilerseniz…''- (Bakara 23)

Muhammed'in Yakarması

Gerçi saklandığı yere, pek yüce olan
girince, o bir bakışta tanınan melek
dimdik, görkemli ve parıltılar salan:
yalvardı, bütün iddialardan vazgeçerek,
izin verilsin diye gezgin kalmasına
eskisi gibi, dalgın tacir olarak yani;
okumuşluğu yoktu, - fazla gelirdi ona,
bilginlere de, görmek sözün b ö y l e s i n i.
Melekse, buyururcasına, gösteriyordu
levhasında yazılmış olanı yalvarana
gösteriyor ve istiyordu tekrar: O k u.
Okudu o da: öyle ki, melek hayrandı.
Ç o k t a n okumuş denirdi artık ona,
yapabilendi o, kulak veren ve yapandı.

- Rilke (Yeni Şiirler)


Kaynakça:


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 06.11.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.11.2024 00:00
1375

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1201 yazı bulunmaktadır.