Hamza Çelenk Hikâyesinin Durduğu Yer
Zamane Anlatısı, Kurmaca, Değişkenlik,
Tanımanın kolay ve fakat izahının zor olduğunu teslim etmemiz gereken bir kavramdır kurmaca. Çünkü hem belli bir kasıt içeren bir tasarıdır, hem aldatma amacı yoktur, hem de okuru gerçeklikten soğutma-uzaklaştırma kaygısı gütmeyen bir uydurmadır.
Kurmaca tanımlarının tamamında uydurma ve kasıt kelimelerine rastlıyoruz. Direk olmayanlarda ise ima var. Bu durum; kurmacanın, tanılama sırasında, onu gerçeklikten başka türlü ayırma imkânı olmamasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla kurgu cümlelerinin salt gerçek olmaması gibi, gerçeklik ifadesi olan cümlelerin kurgu olmadığı da söylenemez. Yine bu neviden olmak üzere; kurgu cümlelerden birinin gerçekleşmesi de onu kurgu olmaktan çıkarmaz.
Edebiyat eleştirmenleri çoğunlukla, şiirden ziyade kurmaca üzerine yoğunlaşmaktadır. Özellikle günümüzde, belirgin şekilde anlatının öne çıktığı, dolayısıyla da kurmaca metinler üzerinde daha fazla eleştiri yapıldığı bariz şekilde karşımızda durmaktadır. Bunun nedenleri elbette farklı bir metnin konusudur. Edebiyat tarihi de benzer bir gerçeği göstermektedir.
Henüz kurmaca ile anlatı bile eş anlamlı –çoğunlukla- kullanılırken, bu kavramlarla ilgili tanımlarda sis / pus varken, post-modern anlayışın ortaya çıkması ve eldeki bilgilerin neredeyse tamamının işlevsiz hale gelmesi gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Anlatımın sınır tanımayan bir özgürlüğe kavuşması ve türleri çizilen çerçevede tutmak, belli bir tür içinde üretme ameliyesi de post-modern anlayışın “kuralsızlık-gevşeklik” ilkeleriyle neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Günümüzde yayınlanan öykülerin kısm-ı küllisinde; hikâye türüne özgü pek çok unsurun göz ardı edildiğini; anlatma şiddetinin serbest çağrışım ve imge ile sağlandığını söylemek abartı sayılmaz.
Sosyolojinin Penceresinden Anlatı
Sosyoloji biliminin penceresinden bakarak, anlatının bir kurumsal yapı olarak, zamanlılık ve tanıklık açısından bir değer olduğu açıktır. Bu durum, üretildiği ortamın verimi olmakla ilgilidir. Bir adım sonrasındaki şu cümle de yazar içindir: Yazar, zamanını ve içinde yaşadığı topluluğun şartlarını itiraf ve ifşa eden adamdır, hem kendi kuşağına hem de gelecek nesillere. Bu itiraf ve ifşa, hem edebiyatın hem de yazarın varoluşundan sızan zorunluluk sayesindedir. Yazar, varoluşunun getirdiği bir hediye, yaratıcı yönü olan birey olarak; gözlemciliği ve aykırı duruşu ile bunu yapar. Aslında onun en az yapmak istediği şey de; anlattığı dönemi yansıtmaktır. Çünkü asıl çıkışı, estetik ve retorikle ilgilidir.
Günümüzde anlatı bir tür merkezi ya da bilgisel olandan uzaklaşma haline gelmiştir. Modernizmle sistematik hale gelen anlatı çeşitleri (roman, olay-durum hikâyesi, kısa hikâye) post modern anlayış tarafından yok edilme tehdidi altındadır. Çünkü post modern anlayış sistematik şablon ve bilginin kuralsız düşmanıdır. Dolayısıyla ortada olan serbestlik dil ve anlatma açısından bir arayışın da adıdır. Bu arayışın biçim boyutunda olduğu kadar ifade yöntemleri boyutunda olduğunu da belirtmeliyim. Bilinçaltı, rüya, hayal, kadim yazıtlar, gotik unsurlar, korku tünelleri, efsaneler, masallar hatta modern fabllar bu arayışın başvuru kaynakları olmuştur. Bütün bunların üstüne, sistematik olarak, hikâyeden vazgeçmeyen yazarlarımız da var. Bunlardan biri de Hamza Çelenk.
Kutanlı Gülistan
Yazı, öncelikle kültürel bir meseledir. Ontolojik bir istektir. Okurun, anlatı içinde tabiat ve kültür gezisi yapması; şiirsel bir üslup ve saf bir anlatımla hikâyenin dünyasında ruhsal olarak beslenmesidir. Ana unsur olarak mekânla zaman birlikteliği hikâye için inşa; bu diyalektik yaklaşım hikâyenin ortak değerlerini ortaya çıkarmak bakımından yazarın başvuru kaynağıdır.
Hamza Çelenk’in “Kutanlı Gülistan” kitabı Beyan Yayınlarından 2020 yılı Aralık ayında çıktı. Harika bir kapak tasarımı var. 108 sayfa ve 10 hikâyeden müteşekkil kitap.
Bazı metinler diğerinin ardılı, devamı gibi duruyor. (Kutanlı Gülistan 1-2-3-4, Kaya Ramazan). Burada aslında yazarın üç insan hayatı kadar bir sürede bir aile üzerinden anlattığı sosyal-ekonomik ve kültürel değişim anlatılıyor. Bu hikâyeleri birer sembol gibi alırsak, genel anlamda bölgesel değişimler ve bu değişimlerin gerekçelerini ve dinamiklerini ortaya çıkarmak mümkün. Kitaptaki içerik büyük oranda toplumsal dönüşüm, mikro plandan genele doğru genişleyen ve empati tekniği ile okumayı tetikleyen bir açılıma doğru ilerliyor. Yazarın öykülemedeki niyeti, duygu ve düşünceleri ile ortak bir anlam haritasında buluşmak bir amaçsa empati tekniği işe yarıyor. Bu tekniğin verdiği imkân bakış açısını geniş tutmamıza, daha oylumlu bir kavrayışla anlatıyı algılamaya yol açıyor.
“Kuşhan’da Ağıt” hikâyesinde büyük bir doğal afet anlatılıyor, sonuçlarıyla birlikte. Bu hikayede, yaylalara çıkan sıradan göçerlerin büyük bir sel felaketine uğramaları; bir dönemin acılarının gerçekliği aktarılıyor. “Kör Latif” hikâyesinde bir dönemin önemli sosyolojik olgusu olan “eşkiyalık” anlatılıyor. Başlangıçtaki ihtiyaç ve töresel bir kurallar bütününden neşet eden bu olgu, zamanla bu yapıya ihtiyaç kalmaması, hatta bu olgunun töresinin bozulması, ağalık sisteminin şekilsel olarak sona ermesi, dolayısıyla eşkıyalığın söylenecek bir cümlesinin kalmaması üzerinden ‘kırsalda da kentlerde de eşkıyalığın kötülüğü’ iletisi veriliyor. “Kutanlı Gülistan” ve “Kaya Ramazan” ardışık hikâyeleri arka fonda aşk olsa da büyük ve bölgesel bir sosyal döngüyü anlatıyor. Bu sosyal döngünün dört kuşak üzerindeki izlerini görmek mümkün. Bu izleri takip ederken insan fıtratını, hırsları, doymazlık ve yetinmezliği görmek mümkün. Yine Anadolu kültürünün, törenin ayrılmaz eklentileri de var. Kız kaçırma, kaçıranların öldürülmesi vb. “Ayrancılar”, “Sular Yükselirken”, “Katır” hikayelerinde Adıyaman civarında, kırsal kesimde yaşayan insanların şartları anlatılıyor. Bu şartlar elbette büyük ölçüde olumsuz. Yokluk içinde naif ve zarif insanlar bunlar. Özellikle de “Katır” hikayesinde kahramanın (Hasan) hayvanına sevgisi hatta saygısı sıcacık anlatılıyor. Yine keza “Sular Yükselirken” hikâyesinde baraj sahasında kalan yaşanmışlıklar karşısındaki derin hüzün görülesi. “Baharda Solan Gül” hikâyesinde anlatılan dostluk ve arkadaşlık görülebilecek en iyi örnek. Böyle bir arkadaşı olmayanların bir yanı hep eksik kalacak. “Ormanı Ateşe Vermek” modern bir masal. “Dağrevan” tabiatla kurulan çok sıkı bağları anlatıyor.
Hikayeleri okurken parça-bütün ilişkisi üzerinden bir değerlendirme yapmak gerektiği düşüncesi uyandı. Çünkü kitapta hemen her hikâye; yazarın kurduğu geniş bir anlatı bütünü içinden birer cüz gibi. Okuma ve değerlendirme aşamalarında hem bütünlüklü bir bakış hem de yazarın seçtiği eski fotoğraflardan oluşan bir kesit canlanıyor okur gözünde. Öne çıkarılan hikâye ana unsurlarından zaman ve olay örgüsü ardışık bir seyir izliyor. Yani hikâyeler arası geçişler ve bu geçişlerin ürettiği bağlantılar tematik bir seyir halinde. Yazarın hayata yönelik ayrıntılara, bu ayrıntılardan insan psikolojisine ulaşılan çizgide; gözlemciliği, durumun inceliğine ve hassasiyetine dair dikkati oldukça önemlidir. Bir edebi metnin zenginliği; kurmaca, retorik ve estetik unsurlar ile iç içe olmasıyla ilgilidir. Yazar bu anlamda, hikâyesinde moral değerlerle örülü bir hayat tarzının görme biçimlerini görünür kılarak yeniden inşa etmeye çalışmıştır. Başka bir ifade şekli olarak şunu söyleyebilirim: bu hikâyelerde yazarın kendisiyle karşılaşıyor okur. Tabi diğer kahramanlarla da. Bu hikâyeler kanlı canlı. Anlatılan mekânlar gözümüzün önünde canlanıyor. Hareketli betimlemeler var. Yani, sadece sıfatlardan kuvvet almayan, fiillere de yaslanan bir teknik. Bu anlatım serapâ Anadolu. Son iki asırda yaşanan sosyal ve ekonomik değişimler var. Bir tür sosyoloji okuması esasen. Yazarın dilinde sıkıntı yok. Bir-iki yerel kullanım var ancak bağlamdan çıkardım anlamı. Diğer yandan hikâyenin ana unsurlarının tamamen yerli yerinde olması, anlatımda post modern sıçramalar yerine ayağı yere basan bir sıcaklığı bu hikâyelerde buldum. Hayatın akışkan ve devingen tarafları örgü içinde görülür biçimde duruyor. Kahramanlar tip şeklinde kalmış. Karakter haline getirilmemiş. Bunda da yazarın kahramandan çok dönem sosyolojisini ve kırsalı aktarma eğiliminin etken olduğunu düşünüyorum. Tebrikler.
Hamza Çelenk
Kutanlı Gülistan
Beyan Yayınları
İstanbul 2020
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 19.03.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.03.2021 00:15
Kuatanlı Gülistan kitabı ben de okudum. Beni bu kitaba yönelten asıl merak; yazarın Yedi iklim dergisinin Sezai Karakoç özel sayısındaki "Masal Şiirini Yabancılaşma Gözüyle Okuma" çabasıydı. "sosyoloji ve edebiyat" yazılarının birbirini beslemesi gereken iki önemli husus. bu kitaptan sonra yazarın daha önce yayımlanan iki deneme kitabını da okudum. kalem, sağlam bir kaleme benziyor. yeni güzel eserlere temennisi ile.