Hayata Son Güzelleme; Ölüm
İzlemek bazı zamanlar doyumsuz bir duygu haline bürünür. Bir şeyleri fark etmek, bunları anlamak ve anlamlandırmak bir karmaşık duygular silsilesine kapı aralar. Bütün bu süreç, insanın kendisini izlemesi ile birleşince, kısa devre yapan elektrik tesisatı gibi her şey bir anda kesintiye uğrar. İnsan kendi içine gömülür.
Çaresizlik insanı yola düşürür. Düşüncelerinin derinliklerine dair derin bir yolculuk ise insanı olanca gücüyle varlık ışığına iter. Işığın tanrısı olan Apollon, ölümlü bir kadın tarafından dünyaya getirilir. Zeus’un oğlunun bir parçası aşağı bir parçası yukarıdır. Bu yönüyle araftadır. Tanrılar ile insanlar arasındaki ilişkilerin vazgeçilmezidir.
Thomas Mann (1875-1955)
Babası bir tüccar olan Alman yazar Thomas Mann, varlıklı denilebilecek bir ailede dünyaya geldi. 1893'te ortaokulu bitiren Mann, daha sonra okuldan ayrılarak annesi ve kardeşleriyle birlikte Münih'e taşındı. Burada bir sigorta şirketine gönüllü stajyer olarak girdi ve 1895/96 yıllarında Teknik Üniversite'de okudu. Yazar olarak kariyeri Simplicissimus adlı dergide yayınlanan yazılarıyla başladı. Bu sırada ilk kitabı ''Küçük Bay Friedmann'' (1898) yayınlandı.
Venedik’te Ölüm
Bir eserin hikâyesinden çok hikaye araları önemliyse, bu aralardan çıkacak yeni hikayelerin olmasını hiç de garipsememek gerekiyor. Kavramların durakları olan bu hikâye araları, demlenen çay misali kavramların daha kıvamlı ve anlamın daha yoğun olmasına da imkan sağlıyor.
Thomas Mann, bir sanatçının ruhi çıkmazını, kavramların soyut yönünü boyayarak somut bir zemine taşıma çabasını konu edinmektedir. Ellili yaşlara adım atan ünlü yazar Gustav Aschenbach, bütün dikkatini bir esere yoğunlaştırma çabalarının sonuçsuz kalması üzerine bir seyahat arzusu içine girer: “Bir çeşit serseri bir huzursuzluk, delikanlılara özgü uzaklara susamış bir özlem…”
Gustav Aschenbach
Münih’in saygın isimlerinden, güçlü eserler kaleme alan ve düşünce dünyası zengin özel bir sanatçıdır. Erken olgunlaşmış, kendine özgü çekici konuşması olan, aynı zamanda ağırbaşlı ve güler yüzlü olabilen bir kişiliğe sahipti. (S.21)
Düşünce dünyasının zenginliğine rağmen vücudu çelimsizdi. Doktorlar hastalıklarından dolayı evde özel öğrenim görmesini istemişlerdi. Adliye memuru bir babanın evladı olduğundan dolayı disiplinli, otoriter ve büyük bir dayanma gücüne sahipti. Eşi genç yaşta vefat etmiş, kızı ise evlenmiş ve kendisi tek başına yaşamını sürdürmekteydi. Düşüncesine oranla vücudu çelimsizdi.
Esere Giriş
Eser beş bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde Aschenbach’ın zihni dünyasındaki kırılmalar, yeni düşüncelerin zayıflığı, eserlerinin kendisine yeterince iyi gelmemesinin yanında öz geçmişi de ele alınmaktadır. Özellikle bir başka şehre seyahat isteği ve heyecanı bu bölümde ele alınmaktadır.
Üçüncü bölüm konunun bamtelidir. Gezinti olarak Venedik şehrine karar vermesi, bu şehre gitmesi, burada otele yerleşmesi, şehri gezmesi, Tadzio ile karşılaşması ve düşüncelerindeki yeni pırıltılar. Genel olarak bu bölüm iki bölümün giriş mahiyetinden sonra gelişme süreci olarak ele alınabilir.
Tadzio ve Sanat
Bu üçüncü bölümde, otelde kalan Tadzio’yu fark eden Aschenbach, güzellik ve estetiğin soyuttan somuta evrilmesini de böylece ele almaya başlar: “Bal sarısı saçlarla çerçevelenmiş, şirin bir sessizlikteki solgun yüzü, çekme burnu, sevimli ağzı, tatlı ve tanrısal bir vakar taşıyan edasıyla Grek dünyasının en soylu çağından kalma heykelleri hatırlatıyordu.(s.42)”
Tadzio ve güzelliğiyle bütün düşünce serencamı farklı bir iklime tutulan Aschenbach, sanat ve estetik üzerine düşünmeye başlar. Erosvari bir görünüm ve ruha bürünmüş Tadzio’yu izlerken, aslında yaşlılığın gönlüne taktığı demir kilitten de kurtulmak istemektedir. Tanrısal bir heykel misali ortaya çıkan Tadzio’nun, Aschenbach’ın eserlerinden ne farkı vardı ki: “Hayalinde tasarladığı manevi güzelliğin bir heykeli ve aynası olarak, insanların önüne koyduğu zarif biçimi bilinçli bir kendinden geçişle dilin mermer kütlesinden koparırken onun, ruhunda etkinlik gösteren de bu güç değil miydi?(S.65)”
Dördüncü bölümde Tadzio ilgisi takıntılı bir tutku haline geldikçe, yazar düşüncelerini sanatsal bir bakış açısından saplantılı bir mitolojik tanımlamaya doğru çevirir. Bunu apollonistik düşünceden diyonizyak düşünceye dönüşüm olarak tanımlayabiliriz. Tanrısal güzelliğin karşısında Semele’nin eriyip gitmesinin aksine, sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu, çünkü tanrının sevilende değil, sevende bulunduğu üzerine bir fikir geliştirir: “Fikir, güzelliğin önünde tapınarak eğildiğinden, doğanın hazla titrediği düşüncesiydi bu!(S.67)”
Sanatçının Sırrı
Her sanatçı bir sırra sahipti. Artık realistik bir bakış açısının kaybolduğu ve arzuların her şeye egemen olmaya başladığı noktada sırdan bahsetmenin bir önemi var mıydı? Hayatını disiplinli bir şekilde geçirmeye alışmış yazar, artık kendini olabildiğince hayalin, arzuların ve isteklerin sularına bırakmıştı. Bunu daha da ileri götürerek Tadzio ile kuramadığı ilişkiyi, Apollon ve Zephyros’un Hyakinthos’a olan muhabbeti ve bir kıskançlık uğruna Hyakinthos’un kanının akıtılması hikâyesiyle özdeşleştirmişti.
Bu noktada Tadzio’yla karşılaşması ve yüzünde gördüğü gülümseme ile Narcissus arasında bir bağlantı kuran yazar, kendi güzelliğine aşık olarak yokluğa adımlarken, aynı zamanda Tadzio’nun gülümsemesini de eleştirir. Aslında içinde çözümsüz kalan nice duyguların nihayete ermesiyle, dışarıda aradığı güzelliği kendi içinde bulmaya başlar ve bu tüm duyguların somut kavramlara dökülmesi gerçekleşir: “Seni seviyorum.(s.74)”
Her Güzelin Sonu; Hastalık ve Salgın
Beşinci bölüm somut gerçeklerle yüzleşmenin gerçekleşeceği bir sona doğru gidişi ifade etmekteydi. Venedik’te mevsim ilerledikçe artması beklenilen müşteriler tam aksi azalıyor, Aschenbach’ın çevresinde Almanca konuşanlar azalıyor ve yabancı dilde konuşanlar kalıyordu sadece. Berberde iken bir afet durumu kulağına çalınsa da bunun ne olduğu üzerinde durmamıştı.
Kentteki dezenfeksiyon çalışmaları, vakaların gizlenmesi, kolera salgınının üzerini örtecek geçiştirmeler büyük bir gerçeğin geldiğini gösteren belirtilerdi. Sıcak mevsimlerin gelmesi ve kanalın kirliliği bu hastalığı daha da yaymaktaydı. Hastalığın Venedik’te olduğu ise buradan memleketine giden birinin ölümü üzerine fark edilmişti. Hastalığa yakalananlar kuruyup kalıyor ve böylece yüzde sekseni ölüyordu.(S.90)
Venedik Sağlık Müdürü gizleme durumlarına dayanamayıp istifa etmiş, yerine daha uysal biri getirilerek hastalık gizlenmeye çalışılmaktaydı. Yiyeceklerden bulaşan hastalık, örtbas edilse de kentin dar sokaklarına tamamen yayılmaktaydı.
Aschenbach bütün bu karmaşıklığın yorgunluğunda gördüğü rüyanın bilincinde yarattığı harabiyeti yorumlamaya fırsat bulamadan, kendini en güzel bir şekilde salgın rahatsızlığının kollarında bulacaktı. Arzularının, şehvetinin ve dürtülerinin karmaşıklığını yansıtan bu rüya ile Aschenbach kendi içindeki varlığının görünmeyen yanlarına usulca sokulmaktaydı. Saçları eski rengi gibi, yüzündeki kırışıklıklar kozmetiklerle görünmez olsa da, “Eros yanına katılmadığı, önüne düşmediği sürece, güzellik yolunda yürüyemeyecekti.(S.100)”
Bilincinde ilk geldiği günü yaşarken, devrilen sandalye ile birlikte saygın yazarın bütün duyguları da son buluyordu. Kendi gerçeğiyle yüzleşerek, kendi resmini izleyerek, kendi güzelliğine vurularak…
Thomas Mann
Venedik’te Ölüm
Çeviri: Behçet Necatigil
Can Yayınları
104 Sayfa
Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 07.04.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.04.2021 22:03
İlgiyle okudum, elinize sağlık.