Hayriye Ünal İle Kitapların Hikâyesi
İlk kitabınızın yazılış öyküsünü bize anlatır mısınız?
İlk kitap ilk şiirlerden oluşuyor. Saçları Vardır Aşkın. 2000 yılında ben yirmi yedi yaşımdayken yayımlandı. Adıyla da şiirleriyle de diğer kitaplarımın edebî serüveninden ayrılıyor ilk kitap. Dergâh Yayınlarından çıktı. Şimdi şiir kitabı basmıyor Dergâh. Kitap şu an satışta değil. Tükendi mi bilmiyorum. Bazı sahaflarda var sadece. Kapağında Edvard Munch’un bir tablosu var. Dramatik monologların, lirik şiirlerin ve kara şiirlerin bulunduğu karma bir kitaptır Saçları Vardır Aşkın. Sonradan yazdığım her kitaba bir ata teşkil edecek şiirler var bu kitapta. Tarihe ve mitolojiye olan merakım o kitapta çok açıktır.
İlk eserinizi ne zaman yazdınız? Neler hissettiniz?
1996-1999 arasında yazdığım şiirlerden oluştu bahsettiğim kitap. Şekilsiz bir duygu diyebilirim kitap heyecanına. Melankolime ara verdirir geçici süre her kitap bende. İlk kitabım ciddi bir yankı bulmadı. Yakın çevrem hariç okunmadı ve eleştirilmedi. O zaman Atlılar dergisi kadrosundaydım, bu dergide bir yazı ve bir söyleşi oldu kitaba dair. Bu da yeterli bir şeydi benim için. Hece dergisinde de bir yazar, mahlasla kitabımı eleştirmişti. Kitap çıkarmanın anlamını ikinci kitapta tattım gerçekte. Çok okundu, çok eleştirildi ve şairleri gözle görülür biçimde etkiledi. Kitabımın olması mahcubiyet hissi veriyor her seferinde. Sevinirken kaygı da duyuyorum, bu kitap kelimenin gerçek anlamıyla bir “kitap” oldu mu? Onu yazabildim mi? Gibi.
Yazmasaydınız delirir miydiniz? Yazmak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Delirmezdim ama sağa sola çatardım belki. Taşkındım ve zapturapt altına almam gerekiyordu. Yazdım, yazışım bir taşma oldu bu defa. Yaşamda kendimdeki kusurların büyüklüğü başkasındakini görmeme fırsat bırakmıyordu. Kendimi savunmam gerektiğinde bile söylenmesi gerekli şeyleri söyledim hep. “Sen de busun” demedim, “ben bu değilim” dedim. Kötü bir mecburiyet. Savunmak mecburiyeti sızıdır tıpkı emrin yarattığı sızı gibi. Ama toplum denilen şey çok mütecaviz, iki kişi bile bir araya geldiğinde “korkulacak” bir şeye dönüşüyor, güç uygulayan, yargılayan, kendinde o hakkı bulan. Düşünün ki ibadetinden eğlencesine bir araya gelmekten hoşlanan bir toplumdayız. Bir araya gelince kurbağalara, kedilere eziyet etmekten hoşlanan çocukların korkunç neşesi gibi bir hezeyan neşesi var bir arada bulunan insanların mayasında. Yazmak, bireyliğini, cevherini, kendine mahsus olanı korumanın bir yolu; acıyı, acı çekeni müdafaa etmenin, alay edileni anlamanın bir yolu.
Ben şiirlerimin kayda geçirdiği şeye baktığımda, toplama baktığımda yaşadığım devri kendi sözcüklerimle anlatırken hepsini onlara iade ettiğimi görüyorum. Onun her yargısını yargımla geçersizleştirmişim. Bu en iyi bildiğim mücadele yöntemi. Bugün yürürlükte olan “doğruluk endüstrisi”ne ve geçmişteki türevlerine inandığımdan değil. Ne kendime ne yazıya kutsallık yüklemeye çalışıyorum, mizacımın gereği bu:mührü kırıp atmak.
Size göre okumak yazmanın neresindedir? Okumadan yazmak mümkün mü?
Okumadan yazmak okunamayacak kadar yavan şeyler ortaya çıkarır. Yaşam deneyimi ne kadar zengin olursa olsun bunu aktarmak için, teferruata inmek için dil zenginliği gerekir. Bunu büyük oranda okuyarak, kısmen de yaşamı dinleyerek, bakarak temin edebilirsiniz.
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 27.04.2015 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.12.2015 16:45