Hikâye Avcısı Bir Yazar: Samet Çıldan Ve Kuşlar Kıraathanesi
Geçmişten bugüne edebiyat gerek muhteva gerek şekil bakımından çok yollardan geçti. Bu nehirde kimi taşlar takılıp kaldı kimisi sularla birlikte akıntıya devam etti. Bugün edebiyatın geldiği noktaya bakınca sınırların kalkmış olması hemen dikkatimizi çekiyor. Yani roman gibi olmayan romanlar, klasik şiir anlayışımıza aykırı şiirler, süregelen hikâye formundan çok başka hikâyeler…
Yıkılan, sökülen, değişen metin formlarına o kadar alışır olduk ki hikâyenin olmazsa olmazı kalmadı. Olaysız, kişisiz, mekânsız, başsız, sonsuz metinler hikâye oldu, roman oldu. Bir de adına post modern dedik mi ne yapardan yap kabul oldu. Kimileri de hepsine "anlatı" deyip bir başlıkta toplayıp rahatladı. Tüm bu karmaşık metinler arasında hikâye gibi hikâye dediklerimiz azalmaya başladı. Tam da bu hislerle boğuşurken Samet Çıldan'ın "Kuşlar Kıraathanesi" ni okuyunca içim ısındı. Özellikle genç yazarların, ilk kitaplarında söz oyunlarına, kelime cambazlıklarına ve daha pek çok kendini gösterme girişimine tanık olunca böyle dümdüz, doğal, samimi metinlere hasret kaldığımızı anladım. Oh be dedim, klasik hikâye formunda metinleri ne çok özlemişim.
"Kuşlar Kıraathanesi" 2021'de Ötüken Neşriyat'tan çıktı. On yedi küçük hikâyeden oluşan eseri tanıtırken öykü yerine hikâye demeyi tercih edeceğim çünkü tahkiye geleneğindeki samimi sohbet edasını hissettirdi bu kitap bana. Okurken yazarı zihninizde bir mahalle bakkalından ekmek alırken, kahvede çaylar benden diye seslenirken, anacığının dizinin dibinde huzurla uyuklarken, elinde bağlaması ile bir türkü tuttururken ya da bıçkın edayla bir haksızlık için tartışırken canlandırıyorsunuz. On yedi hikâyenin hepsinde bir civanmert sesi işitiliyor.
Hikâye kitaplarını bir bütünlük oluşturacak biçimde yazmak, derlemek ne kadar güçse onları incelemek ve ortak bir payda ile okura tanıtmak da o kadar güç. Bu on yedi hikâyenin temel çatışmalarını, kahramanlarını, anlatım biçimini birkaç başlığa indirgemek haksızlık sayılmazsa bu yöntemle kitaba biraz yakından bakmak niyetindeyiz.
Hikâye Peşinde Koşulur Mu?
Bir yazar hikâye peşinde koşar mı yoksa hikâye mi onu kovalar? Ya da yazacak olan taştan, güneşten, böcekten, kuştan zaten hikâye bulur mu? Yahut masa başına oturup şöyle birkaç "öykü nasıl yazılır" kitabını okuyup mu yazılır? Belki de hiçbiri. Öyle kendiliğinden oluverir, bilemiyorum. Yazarların yöntemleri, çıkış noktaları, ilhamları, çalışma biçimleri türlü türlüdür elbet. Gerçek olan şudur ki insan var oldukça hikâye de hep olacaktır. Fakat eseri okuyunca yazarın bu sorulara bir cevabı olduğunu fark ediyoruz. Samet Çıldan hikâye peşinde koşulacağını düşündüğünden eserde sıkça hikâye avcısı bir anlatıcı ile karşılaşıyoruz.
Yazarımız mahalle insanıdır. Küçük yerlerin, sıradan insanların, yaşlıların, esnafın, kahvehanelerin içinde büyümüş kasaba gencidir. Onda metropol gençlerinin kibirli havası hissedilmez. Mütevazı, sakin ve sade bir atmosfer esere hâkimdir. İsmi de eseri bu bakımdan yansıtır.
Kasabalarda, köylerde, ilçelerde hikâye avcısı olmak çok da emek istemez. Biraz dikkat biraz da idrak kâfidir. Esnafların tavla oynarken konuşmasını dinlemek, berberin zamlardan şikâyetine kulak vermek, komşu amcanın karısının bitmeyen isteklerinden yakınmasını duymak, sokakta top oynayan çocukları görmek, kahvedeki emeklilerle çay içmek, kapı önünde kadınların akşam ne yemek yapsak soruları gibi günlük hayat rutinlerinin hepsi birer hikâyedir Samet Çıldan için. Yazarımız bunları gören, detaylarıyla fark eden dikkatli bir gözlemcidir. Fakat yetinmez. Bir yerde bahsedilen görmüş geçirmiş biri varsa hele de ilginç bir yan yakalamışsa onda hemen takılır peşine. Sorar, soruşturur, arar, bulur. O kişinin hikâyesini yazmak arzusuyla eline kalemi alır. Gerçi yazarımızın peşinde koştuğu hikâye sonra başka dünyalara açılır, kim bilir kimlerin hikâyesine dönüşür o da ayrı mevzu.
Samet Çıldan kendi ismiyle, kişiliğini gizlemeden bazı öykülerde ortaya çıkar. Yazar olarak, hikâye avcısı olarak okura kendini gösterir.
"Bizim ilçede derenin iki kola ayırdığı yerdeki müstakil evde yalnız yaşayan bir delikanlı var. Yazıp çizmeye meraklı imiş. İsminin Samet olduğunu hatırlar gibiyim."(s.62)
Hikâye peşinde koşmak biraz da gençlik eylemidir. Vakit ilerleyip ayaklar yere daha sağlam basınca başta esen kavak yellerinin soğukluğuyla üşüme ihtimali doğunca insan talip olmuyor galiba hikâye peşinden koşmaya. Yazarımız da bilir bunları. Neden hikâye peşinde koşarım diye kendi sorar, kendi cevaplar:
"Evet, gençtim, vardım, hayattaydım. Anlatmak söylemek istediklerim ve… Ve sanırım sevdiğim bir kız vardı."(s.66)
"Vay ki gençtim, yaşım henüz yirmi dört idi. Şimdi olsa koşar mıyım hikâye peşinde?"(s.18)
Kendini Saklamayan Yazar
"Kuşlar Kıraathanesi"nde yazarımız kendini hiç saklamaz. Adıyla, dünya görüşüyle, karşı çıktıkları ve savunduklarıyla Samet Çıldan olarak hep görünür. Bu tavır romantik dönem yazarlarındaki gibi araya girip okuru rahatsız edecek boyutta değildir. Samimi bir iç dökümü, ben de sizdenim demek gibidir. Post modern eserlerde özellikle üst kurmaca metinlerde tercih edilen bu üslup Samet Çıldan'da biraz farklı bir amaç için sanki. O, okurla kendini ayırmadan hem okur hem olayların kahramanı hem de anlatıcısı (yazarı) gibi görür. Bundandır aralarda kurguyu bırakıp gerçekmiş edasıyla olaya dâhil olması.
Son yıllarda özellikle genç öykücülerin sıkça tercih ettiği bir yöntemdir esasen kendini gizlememek. Yazarın okura seslenmesi, eserin yazılma sürecine okuru dâhil olması gibi. Bana kalırsa iyi kurgulanmış öykülerde buna lüzum yoktur. Örneğin "Şizofreni", kurgusu bakımından oldukça başarılı bir hikâye. Bu hikâyede yazarı görmekten memnun kaldım diyemem. Onun dışındaki öykülerde samimi bir amaca hizmet ettiğini hissettirdiği için rahatsızlık vermedi bana.
Biz Kimiz?
Samet Çıldan'ın ilk eseri "Kuşlar Kıraathanesi" ve ilk eserler yazarların uzun zaman dilimlerindeki mesai ürünleridir. Bu bakımdan onları daha iyi görmek, dertlerine tanıklık etmek adına iyi bir kılavuzdur. Bazen de ilk eserler teknik manada daha kusurlu ama içtenlik bakımından daha başarılı olabiliyor. Çıldan'da da yer yer atılmalı diye düşündüğüm cümleler, kelimeler yok değil. Fakat tüm bunlar eserin genel görünüşüne zarar verecek boyutta değil.
"Kuşlar Kıraathanesi" nde Samet Çıldan ile ilk defa karşılaşan okur onun "biz kimiz" sorusunu işitecektir. Yazarın bir kimlik sorusu vardır okura yönelttiği. Eserdeki tüm öyküler hem kahramanları hem de işlenen olaylar bakımından oldukça milli bir kimlik taşıyor. Yazarın hayat görüşü, felsefesi yahut derdi (nasıl tanımlarsak tanımlayalım önemli değil) kendini hissettiriyor. Yer yer toplumsal eleştirileri, modernizme karşı tavrı, devlet görüşü gibi genel konulara dair olan tutumunu okur fark ediyor. Bunu tam tadında yapması güzel. Çıldan, söylemek istediğini, ideolojisini eserde örtük bir ironinin altında vermiş. Aksi şekilde her öykü merkezine belli ideolojiyi alsaydı yahut illa ki bir mesaj kaygısı taşısaydı, bir de yazarın ironik anlatımı olmasaydı eminim bu kadar lezzetli bir eserle karşılaşmazdık.
" Kimiz biz? Biz biraz Çerkez tavuğu, biraz Tatar kırması, Boşnak böreği, Arnavut ciğeri; ne bileyim hıngel, çepit, çibörek, baklava ve tabi ki Türkmen pilavı."(s.46)
Bazı yazarlar etliye sütlüye bulaşmadan orta bir yoldan eser vermeyi tercih eder. Kimisi bir fikrin bayraktarı gibi gür seslidir. Yazarımız bu ikisi de değildir. Samet Çıldan ne şiş yansın ne kebap demez. Ara ara kahramanları sözcüsü yapar, görüşünü onların dilinden aktarır. Bazen de araya girip kendisi fikir beyan eder. Fakat bunu yaparken iyi kurguladığı hikâyelerinde bağlam hiç kopmaz, okur duraksamaz. İlk eser olmasının da etkisiyle yazarın kimliğini, görüşünü çokça hissetsek de bu durum okuru rahatsız edecek boyutta değildir.
"Orta Doğu kime göre ortada? Uzak Doğu kimin uzağındadır? 'Türkistan' yerine 'Orta Asya' tabirini kullananlara menfi bir sarf-ı nazar edip an itibariyle zihnimi bu suallerden uzak tutmaya gayret gösteriyor, umursamıyorum."(s.57)
İç Sesler / Delikanlı Edaları
Eski zamanlarda yani henüz mahalle kelimesi " mahalle baskısı" olarak değil de "mahalle kültürü" olarak düşünülürken kasabalarda, ilçelerde, köylerde sıcak ilişkiler olurdu. En azından herkes birbirini tanır, bilir, kollardı. Bir de mahalledeki gençlerin ayrı jargonları, kendine has edaları vardı. İşte bu mahalle delikanlıları yaşlılara yardım eder, hak gözetir, çocuklarla iyi anlaşırlardı. Bazen arabesk dinler bazen bağlama çalarlardı. Bunlar âşık olmaz sevdalanırdı. "Kuşlar Kıraathanesi"ni okurken o mahallede dolaştığınızı hissediyorsunuz. Bunu hissettirmek için genellikle iç konuşmalar ve monologlar kullanmış Samet Çıldan. Zaman zaman okurla senli benli sohbete girişmiş. Bazen kendi kendine kızmış, söylenmiş bazen de sorular sormuş okur vasıtasıyla kendine.
Eserde bu bahsettiğimiz mahalle atmosferini tamamlayan sıradan olaylar anlatılıyor. Her şeyin fantastik, bilimkurgu, büyülü gerçeklik ya da post moderne döndüğü metinlerden sonra bu sıradan, yalın ve nostaljik hâl iyi geliyor belki de okura. Ah ulan be nidaları ile delikanlı içsesi kendini belli ediyor. Seyyar satıcılar, esnaflar, kaportacılar, garsonlar, kahvehanedeki amcalar, kimsesiz yaşlılar bu atmosferin başkişileri. Kimi zaman bir şehit haberi ile içimiz dağlanıyor kimi zaman sıcak bir aşkın, sade bir hayalin peşine düşüyorsunuz. Fakat Samet Çıldan, on yedi hikâyenin hiçbirinde değiştirmiyor bu tadı. Bizden, olağan, yalın hadiselerle ördüğü hikâyelerini bıçkın delikanlı edasıyla anlatıyor.
Dil ve Üslup
Samet Çıldan genç bir kalem. Henüz ilk eseri "Kuşlar Kıraathanesi". Bunları düşününce özellikle kuşağı olan yazarlarla mukayese edince şöyle bir fark hemen göze çarpıyor. Atasözleri ve deyimleri çok sık kullanması, Dede Korkut hikâyelerine göndermeler, hatta zaman zaman arkaik kelimelere yer vermesi, Âşık geleneğindeki şiirsel ifadelere benzer bir anlatım biçimi ile onun henüz ilk eserinde kendine has bir üsluba sahip olacağını işaret ediyor. Darı ambarına düşmüş aç horoz, doluya koysan almıyor boşa koysan dolmuyor, Allah bunlara uyuz versin kaşıyacak tırnak vermesin, ne şeytanı gör ne besmeleyi çek, gibi sözlü geleneğin tabirleri ile zenginleşen "Kuşlar Kıraathanesi"nde ben en çok bu doğal halk dili tadını sevdim okuduğumda.
Son Söz
Edebiyat dünyası biraz acımasızdır hele de her şeyin çok hızlı tüketildiği bu çağda çark daha da zalimleşiyor. Bazı yazarlar sessiz kalıp fark edilmezken bazıları gereğinden fazla ortadadır. Bunun bir standardı yoktur elbet ama niceliğin arttığı son dönem edebiyatında genç yazarların iyi eserlerine kulak vermek gerekir. Ayrıca eserin Ebru Ceylan tarafından hazırlanan kapağını oldukça başarılı bulduğumu da söylemeden geçemeyeceğim. Okur olarak "Kuşlar Kıraathanesi" dendiğinde tam da böyle bir yer tasavvur edilmiştim zihnimde.
Eserdeki "Ayet" hikâyesi küçürek öykü sayılabilir. Ve oldukça çarpıcı bulduğum bu öyküden hareketle yazarın küçürek öyküye daha çok eğilebileceği fikri doğdu bende. Hatta küçürek öykülerinden de bir eser oluştursa ne güzel olur diye hayal etmedim değil.
Samet Çıldan'ı samimi anlatımı, zarif gözlem gücü, Anadolu sıcaklığındaki kelime seçimlerini ve cesur iç sesiyle yeni öykülerinde görmek isteriz.
Kuşlar Kıraathanesi
Samet Çıldan
Ötüken Neşriyat, 2021, İstanbul
120 sayfa
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 13.05.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.05.2022 12:42