İki Dünyanın Hesaplaşması’nda Sanatçı Profili, Edebiyat, Ethem ERDOĞAN

İki Dünyanın Hesaplaşması’nda Sanatçı Profili yazısını ve Ethem ERDOĞAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

İki Dünyanın Hesaplaşması’nda Sanatçı Profili

10.11.2023 09:00 - Ethem ERDOĞAN
İki Dünyanın Hesaplaşması’nda Sanatçı Profili

Giriş

Ekol haline gelmiş bir edebi dönemin, öne sürdüğü fikirler kadar, asıl-mihenk olmuş kişiler/sanatçılar üzerinden bu gerçekliğe ulaştığını da söylemek gerekir. Bu gerçekliğin ortaya çıkabilmesinde, ekolün oluşması ve çıkmalarıyla sanat dünyasında varoluşunu sürdürebilmesinde kişilerin edebi gücünün yanında, hayatı algılama ve kuşatma anlayışları da etkilidir. Bu ekollerden birisi de Mavera çevresidir. Mavera çevresini hâlihazırda var olan bir fikir çevresi içinde değerlendirmek gerekir. Çünkü arka planda Mehmet Akif-Necip Fazıl-Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil çizgisi söz konusudur. Ancak Mavera çevresini bir ekol haline getiren bu çevre içinde bulunan şair ve yazarlardır. Bu kişilerden biri de, yazar Ersin Nazif Gürdoğan'dır. Onun realiteyi kuşatan geçmiş ve gelecek arasında köprü kuran denemelerini herkes okumuştur. Okumayanlar için bir giriş kapısı açmak adına bismillah!

"İki Dünyanın Hesaplaşması" eserinin tanıtım cümleleri ile kitabın geneline dair özet cümlelerle başlayalım: "Sınırların önemini yitirdiği, küresel bir hayatın başladığı yeni çağda, mücadelenin silahlarla mı olacağı, yoksa kitaplarla mı olacağı sorusunun cevap arayışıdır bu kitap. Batı ve Doğu medeniyetleri masaya yatırılıyor ve iki zihniyet karşılaştırılıyor. Kazanan olmak için eksikler neler, yapılması gerekenler, kaçınılması gerekenler neler?" Bu tanıtımdan yola çıkarak da metni kurmak mümkün ancak bu kitabın ilk metni bir dibace hüviyetinde ve benim her zaman ilgimi çeken bir mesele olma vasfıyla sanat-sanatçı odaklı. Aynı zamanda sanatın metafizik-kozmik alemle bağını kuran bir metin. Dolayısıyla bu metni temel alarak tıpkı yazarın bu temeli attıktan sonra diğer metinleri bu metnin açılımı gibi yazması şeklinde biz de sanat-sanatçı temelli tespitleri yazarın yazdığı edebi portreler üzerinde göstermek istiyorum.

Sanata ve Sanatçıya Dair Tespitler

Ersin Nazif Gürdoğan'ın "Ruhun ölümsüzlüğü anlatılmadan insanın ölümsüzlüğü anlatılmaz." (S. 8) tespiti çok önemli. Dünyadaki hemen her türlü şey olumlu-olumsuz fark etmeksizin bu gerçeğe bağlı. Sanata yaklaşım da bu noktadan itibaren kıymetli oluyor. Sanatı kendisi için kurgulayan herkesin ilk yanılgısı da buradan başlıyor. Aynı zamanda bu durum sanatçının iç ve dış dünyasının da (dikey/yatay faaliyetlerinin) birbirini ötelemeyen-dışlamayan bir bütünlüğe bağlı olduğunun açıklamasıdır. Yazar bu durumu ruhun fıtrat olarak erdeme yatkınlığıyla açıklıyor olmalı. Çünkü "uçlara dokunmasını bilen sanatçı"nın 'hayatın canlılığının erdem ve tutkuların bir arada olmasından kaynaklandığı' bilincine dayandırdığı yüzüyle anlatır.

Sanatın bütün dalları üzerinden bir derinlik bahsinde sanatçıya fizik-metafizik bilinci ve "bilinmeyen dünyanın ışığını bilinen dünyaya taşımak" gibi bir görev yükler. Bu görevi de Diriliş'e ve "Yitik Cennet"e[1] selam niyetine açıklar: "İnsanlığın atalarının yitirdiği Cenneti yeniden bulabilmesinde yol gösterici olan, ekonomik ilkelerden daha çok metaekonomik ilkelerdir. Fiziksel olanın kapılarını bilim açar, metafiziksel olanın perdelerini ise sanat aralar. Metafizik dünyanın yanında, fizik dünya bir nokta kadar küçük, bir gün gibi kısadır." (S. 7)

"Bilinen dünyaya bilinmeyen dünyanın ışığını yansıtmak"tan söz ediyor yazar. Bu anlamda hayatın bütün yönleriyle bir oyun olduğu bilincinde bahisle "…dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir" (Ankebut 64) ilahi uyarısına atıf yapıyor. Hemen akabinde ise tasavvuf kültürünün derinliğinden kotarılan şu cümleler geliyor: "Görünen her varlığa bir dünya, yaşanan her günü son bir gün olarak algılamadan, sanatın derinliklerine inilmez." Bu ifadeler yüce önderimiz Hz Muhammed'in "İki günü eşit olan ziyandadır" hadisine bir açıklamadan sonra sanatın künhünü anlamaya girişilebileceğine değiniyor. Yine bunun akabinde "sanatın yol göstericiliğine yakalanmak" kavramını ortaya atıyor. Bu kavramı da "sınırlı alanda sınırsızlık" şeklinde açıklar. Yani sonu, sınırı olan bir bağlamı "sanatın yol göstericiliğiyle" aşarak "ölümsüzlüğün peşine düşme"nin imkânına sözü getiriyor. Daha basit ifadeyle "kalıcılık"… Bunun ön şartı olarak da metafiziğe açık bir kapıdan geçmek sunuluyor. Bu eser ve yazar-şair için ölümsüzlük / kalıcılık demek.

Ersin Nazif Gürdoğan sanatın tanımını yaparken yukarıda çizilen haritaya muvafık düşecek şekilde tavır alıyor ve özel bir alanda konumlanıyor. Oysa malumunuz, "genel" şeklinde ifade edebileceğimiz kamu, sanata, duygusal ve düşünsel etkileme gücü temelinde bakarak yaratıcılık ekseninde tanım yapmaktadır. Gürdoğan konumlandığı özel alanda "sanat ölümlü dünyada ölümsüz dünyayı arama" şeklinde tanım yapıyor. Sanatçının da bu bağlamda "süreklilik ve bütünlük içinde birbirinden ayrılmayan iki dünya arasında köprü" olduğunu sanatçının görevi açısından değerlendiriyor. Bütün bunları sırtına sarınmış olan sanatçının yapabilme gücünü de açıklıyor elbette. "Onun gücü ruhun ölümsüzlüğünü yakalamanın coşkusundan kaynaklanır." Peki, sanatçıya bu büyük güç ve coşku nasıl aktarılıyor? Durumu yine üstad Sezai Karakoç'un ifadeleriyel açıklayalım: "Ruhun ağır bir sirkelenişle ayağa kalkışı, şahlanışı. Ruhumuzda biriken modern dünyanın katranının, kirinin ruhumuzdan sökülüp atılışı… İslam nezâfetinin ruhumuza nakşedilişi. Karanlık ruhumuza İslam aydınlığının üfürülüşü ve dehşetli bir ışığın düşürülüşü. Işığın dehşeti ruhumuzun karanlığından. Işığın arılığına, temizliğine bigâne kalışımızdan."[2]

Yazar hayatı ve sanatı iç içe geçirerek değerlendirirken "ırmak" imajını kullanıyor. Zamanın geçerken ırmak akışının sürekliliğini ifade ediyor. Akışın geçmişten geleceğe doğru rutininde devam ettiğini söylerken aynı zamanda değişimin de akışın bir parçası olduğu gerçeği var. Bu ilk bakışta çelişki gibi görünse de yazar değişenin sadece biçim olduğunu sanatsal özün aynı olduğunu anlatıyor. Neticede ırmak denize akıyor. Sanatın da denize açılan kapıyı bulmak olduğunu ifade ediyor. "Sanatçı değişende değişmeyeni yakalayandır." Yazara göre sanatsal özü –değişmeyen boyutları- yakalama şartı "değişen boyutların bilincinde olmak" şartına bağlanıyor. Değişmeyen dünyayı kavramanın yolu da yazara göre "hayatın akışında değişen dünyayı kavramak" şartına bağlı. Bunların üstüne gelen aforizma cümlesi şu: "hayatı yaşanır kılanlar değişmeden değişmesini bilenlerdir. Yazar, sanatçının 'değişmiyor gibi değişerek, süreklilik içinde yenilenmesine' ve 'her zaman yeni' kalmasına bağlıyor. Hatta "insanın çok boyutlu dünyasında kendisine sağlam bir yer edinebilmek için, her şiirinde, her hikâyesinde, her romanında, her denemesinde yeniden doğmasını başarmak zorundadır" cümlesiyle de kalıcılık şartlarından birini sunuyor. Valery'nin "ilk dizeyi Allah yazdırır" cümlesinden hareketle "ilk denemeyi Allah yazdırır, gerisi çorap söküğü gibi gelir" diyor. Bu noktada bana ulaşan iki çağrışım oldu. İlki yazarın "hayatı yaşanır kılanlar değişmeden değişmesini bilenlerdir" cümlesi analojik olarak bir Cemil Meriç aforizmasını çağrıştırdı: Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır. Diğeri de 'değişmiyor gibi değişerek' ifadesi de üstad Sezai Karakoç'un "yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum" mısraı.

Yazar ilk metnin son kısmında kalıcı sanat ve kalıcı sanatçı eksenine odaklanıyor. Ona göre "kalıcı sanat hayatın bütün boyutlarında ölümsüzlüğü yakalayan" sanattır. Sanatçı ise "yalınlık içinde derinliği yakalayan"dır. "Çatışan doğruların dinamizmini kavrayan sanatçı hem ölümlüdür hem ölümsüz." Diyen yazar ölümlü oluşu madde boyutunda, ölümsüzlüğü de eserin kalıcılığıyla açıklar. Yazar bu hususu biraz daha somutlaştırır: Ölümsüz sanat ölümlü hayattan kaynaklanır ona göre.

Bu tespitlerin yansımasını kitaptaki iki portre üzerinden göstermeye çalışacağım. Kitaptaki diğer portre ve denemelerin değerlendirilmesi yerine okunmasını tavsiye edeceğim.

Kitabı ana hatlarıyla ikiye ayırmak mümkün. İlk bölümde yukarıdaki tespitlerle dolu metinden sonra edebiyat ve düşünce dünyamızın önemli sanatçılarının portrelerini yazdığını görüyoruz Ersin Nazif Gürdoğan'ın. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören gibi şair ve yazarların edebi portrelerini çıkaran yazar ikinci bölümde ise önemli denemeler yazmış. Bazılarını burada zikredelim: Mavera Dergisini etrafıyla beraber anlatmış, şiirin ölümlü olanı ölümsüzleştirmesini, bilgeliğin şiirini, özgünlüğü, bilgeliğin şehirlerini vb işlemiş.

Belirttiğimiz şekilde ilerleyelim: yazarın sanat-sanatçı tespitlerinin yazdığı portrelerde yansımasına değinmeye çalışalım. İlk olarak Mehmet Akif portresine bakalım. Yazar Akif'i devletin ve milletin geri çekilme döneminin sancılarını en derinden hisseden bir şair olarak görür. Bu duruma çözüm arayışı da maalesef "batı kültürünün değerleri" içinde olmuş ve "geçmişinde benzeri olmayan bir yabancılaşma süreci" başlamıştır. "Anadolu insanının köklerinden koparılma sürecini sorgulama" hassasiyeti taşıyan aydınların başında Akif gelmektedir. O Anadolu insanının her alanda yoksullaşırken şiirle zenginleştirmeye çalışmaktadır.

İkinci portre üstad Necip Fazıl için yazılmış. Giriş cümlesi şöyle: "Sanatın derinliği ve zenginliği, hayatı bütün boyutlarıyla kavrama yolunda çekilen çilelerden kaynaklanır." Bu cümleyle üstad Necip Fazıl'a doğru zihin ve anlam akışı oluyor zaten. Cumhuriyet döneminin mazlumlar kuşağındandır üstad. O bütün hayatını inancına adayan bir şiiriyettir. "Necip Fazıl hayatı boyunca düşünce ve eylemin kor ateşi üzerinde yürür gibi yaşamış, kendisini izleyenleri de kor ateş üzerine yürümeye çağırmıştır." (S.17) "Onun dünyasında düşünce ve eylem el ele vermiştir." (S.18) Yazar, üstadın sanata bakış açısını da yorumlar. "Necip Fazıl düşüncesiz şiirin derinliksiz, şiirsiz eylemin de etkisiz olacağının bilincindedir." Şahsi kanaatim de bu minvaldedir. Hatta büyük ve üstad dediğimiz kişileri ortaya çıkaran saik da budur. Yine yazarın değerlendirmesine dönelim: "Gerçeğin şiiri güzeldir, güzelin şiiri gerçektir. Gerçeğin şiirini arayan gerçek şiirin yol haritasını bulur. (S.25)

Sonuç

Ersin Nazif Gürdoğan uzun yıllara baliğ bir yazı hayatı olan, önemli tanıklıklara sahip kıymetli bir büyüğümüz. Bu kitap bir önceki cümlenin açılımı gibi. Bütün birikimi görmek, bakış açısı kazanmak ve kültür dünyamızda bir seyir için önemli bir eser. Bu eserde sadece sıraladığım kişi ve konular değil Türk edebiyatının önemli diğer şahıslarıyla kesişimler de var. Bu kesişimler için kendisi de önemli bir başvuru kaynağı. Okumayanları bu kitaba davet ederken, okuyanları da tekrar etmeye çağırıyorum.

[1] Yitik Cennet, Sezai Karakoç, Diriliş Yay.

[2] Ruhun Dirilişi, Sezai Karakoç, Diriliş Yay.

İki Dünyanın Hesaplaşması

Ersin Nazif Gürdoğan

İz Yayıncılık

200 sayfa,

İstanbul, 2017


Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 10.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.11.2023 17:13
288

Ethem ERDOĞAN Hakkında

Ethem ERDOĞAN

Kütahya doğumlu. 1995 yılında Alkım edebiyat dergisini bir grup arkadaşıyla beraber çıkardı. Yazı ve şiirlerini Alkım, Kırağı, İpek Dili, Edebiyat Ortamı, Hece ve Yediiklim edebiyat dergilerinde yayınladı.

Ethem ERDOĞAN ismine kayıtlı 168 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 4 kitap bulunmaktadır.