İki Şair Aynı Kavga: Kapkıner ve Hüseyin Ferhad
Oytun Efe KURU yazdı...
2016 yazıydı, hayatımın en karanlık günlerinde bir gece vakti Taksim-Galata yokuşunun bitimsiz kaldırımlarında dinledim Yarın Senden Beni Soracaklar şiirini, bir ihanetçiden, ihanetinden evvel. Böylece girmiş oldu hayatıma Murat Kapkıner. 1950 Malatya doğumlu, İblisin Son Savunması, Adem'in Müstesna Ölümü, Merhamet Muştusu kitaplarının yazarı. Hapishaneleri ve akıl hastanelerini tecrübe etmiş bir isim… Bileklerinde Şiir mühürlü, yalnız kendisi isterse sökülen mısralarla damgalı, simge içre simge darbedilmiş sedef döşüne… Sırf okuyucu olduğum dönemden kalem oynatma dönemime geçtiğim sıralarda, kendisi bende bir imago mundi'yi temsil etmeye başladı, ''Gidiş'' simgesini. Tüm berraklığıyla bir gidiş süvarisiydi şiiri, gidenlerin esintisi. Düzgün yüzlerin dalgalanan tülleri, seher vakti meltemi…
Salt gidişin uyandırdığı terk ediliş; öyle ki şiirinde hem gidendi o hem de terk edilen. Bir şeyler olurdu ona veya hiçbir şeyler… Beni can evimden vuran dilemması da buydu Kapkıner'in. Kendisini bir paradoksta cem edip kendi ceminde ortadan kalkıyordu. Geriye kalan ise ''bir çift müennes gözdü'' ya da ''En çok İsa'ydı, beni İsrail'i Kızıldenizden geçirdi…'' İsa gibi gidiyordu ama kendi meselinden ozanlığın meseline naklolmuş şekilde -ki, bana tümüyle Kaygusuz Abdal'ı hatırlatır, Kitab-ı Maglata eserinde birbirlerinin yerine geçen mesel kahramanlarını, -misal orada da İsa Firavun ile muhatap olur- bilinen efsaneler birbiri içine geçer ve yeni bir anlatı ormanı yaratılır.
Kapkıner, kaygan ve akışkan/revani üslubunda bir inci tanesi kadar ağırdır da, olduğu yeri işgal eder. Okurken insanın boğazına bir yumru takılır. Kısa satırların, tekli kelimelerin efendisidir, kelimeleri art arda sıralarken devamlıdır, süreklilik arz eder, hemen bitirmez, bitirdiği yerde de gerçekten bitmesi gerektiği için bitmiştir şiiri, bir şey ekleyip çıkarmanız imkânsızdır. Böylece, kendi mamur labirentlerini kurgular, çözülmenin daim olduğu imkânsız orduların saflarında bir haykırıştır, çözülür; çözüme en uzak çözümsüzlüğe en yakın muhitte. Ne zaman Kapkıner'i düşlesem, paradokslardan mülhem, aklıma soyut halkalar gelir, gök katlarından yeryüzüne doğru süzülen, yaldızlı goblen sicimlere bağlı yeryüzünü tavaf eden halkalar, saydam şafakları yalayıp geçen ve ufka doğru gözden yiten haleler… Bilmiyorum, ne zaman kendisinin bir resminde mahzun gözlerine baksam bu manzarayı tutuşturuyorum dimağımda, vardır bir manası diyorum, varsın saklı kalsın. Tüm bu delirmiş imgelem koridorlarında Türk Şiirinin iki kutuplu zirvesinden birisini teşkil ediyor benim için, diğer isim ise Hüseyin Ferhad, bir şaman.
1954 doğumlu, aslen öğretmen. Söyle Gölgen de Gitsin, Cennet Diye Bir Yer, Nihayet Bir Cümledir İnsan kitaplarının yazarı. Kapkıner ise bir sufi… şamanlarla sufiler aynı klandandır gibi gelir bana, Hüseyin Ferhad'ın deyimiyle. Bu bilgilerden mürekkep, hayatımın bir diğer zilsiyah dönemine denk gelen 2019 yılından sonra baştan aşağı değişim dönemine girmiştim. Beni tuzla buz eden, kalbimin idamına hükmeden bir gönül meselesinden sonra Şamanizm girdi dolambaçlı havsalamın olay ufkuna. Orta Asya'nın ıssız bozkırlarına merak saldım. Bu heyecanla yanıp tutuştuğum zamanlarda bir gün şans eseri Kadıköy Yapı Kredi yayınlarında Kılıç İpekte Sınanır kitabına denk geldim. İnceledim ve orada bıraktım, o an o kitabı alacak param yoktu. Daha sonra ise kitap resmen bana musallat oldu, -farklı farklı yerlerde sürekli karşıma çıkmaya başladı- ve kendisini sipariş ettirdi diyebilirim. Okudukça Hüseyin Ferhad'ın imge dünyasının keskinliği ve büyüsüyle kendi imgelemimin birbirine mühürlü olduğunu dehşet içinde fark ettim. Yalnızca ruh değil, şiir de ikizini ararmış meğerse… Hüseyin Ferhad benim ufuktan akseden füme zahirimdi. Morötesi ve Siyah bir imgelem, dehanın zifiri aydınlıkta hiçkimseyle tangosu… Bir Müslüman ve bir Türk'ün bir arada olmaklığı benim şiir anlayışımın özeti olmalıydı tabi ki, taşlar yerine oturmuştu. Hüseyin Ferhad ise gidişlerden sonra mağarasına çekilen bir step kurduydu… Bir gidiş Cebraili (Kapkıner) ve bir zülfaris şaman, belki hiçbir ortak noktası olmayanların ortaklığı, ya da sıyırtma geçenlerin kesişimi…
Şiir avlusunun yeşim taşı zeminindeki kaygan nefesler… Bir kanatlı küre… Tüm bu birbirine bakan uçurumların ortasında kendimi bu iki zirveye bağlayan çöl gibi hayal ediyorum. Bir hayalden bir başka hayale uçmak isteyenlerin yolu benden geçiyor, ben kendi kendimi yürüyorum. Aslına bakarsak, zaten bir şair gözünü nereye çevirse kendisini görür, kendi düşleminin sağrısında. Döşümde iki kalp var, biri atarken diğeri duruyor ve tam tersi: kanım Kapkıner'den Hüseyin Ferhad'a akıyor. Yine de, bir gün tüm zirvelerimin darmaduman olup dümdüz bir ovaya dönüşmesinden korkuyorum. Bana şiir yazdıran üstatlar gün olur beni terk eder mi, yahut ben mi tüm köprüleri yakarım bilinmez, hazır ikisi de dünyadan göçmemişken onları an be an soluyorum. Kanıma karışan nefesler, aydınlattığınız yol ve yola düşen gölgeleriniz daim olsun, benim kristal aynalarımda birbirine uçan iki kurtuluş burcusunuz…
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 01.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.10.2023 11:13
Ben i İsrailogullarini Kizildenizden geçiren Musa değil mi..