İnsan İddiasını Neden Yitirdi?

Samet YÜKSEK [1] yazdı…
Uğur Cumaoğlu'nun İnsan Tasarlanan mı Tasarlayan mı? başlıklı kitabının içeriği hakkında incelemeye geçmeden önce, kitaba ismini veren 'insan' kavramı hakkında birkaç hatırlatma yapmak gerekiyor, özellikle bu çağın insanına. Yaşamaya gayret ettiğimiz bu çağda malumdur ki insan ismi ile müsemma olmak yerine artık insan olduğunu unutmak istiyor. Bu vesileyle "insan" kavramının etimolojik kökenine baktığımız zaman Arapçadaki kimi dil ekollerine göre 'unutan' anlamına gelen -ins- kökünden türediği, bir diğer yaklaşıma göre ise 'cana yakın, uyumlu' anlamına gelen -üns- kökünden türediği, ifade edilmektedir.
Kavramın ifade ettiği anlama geldiğimizde ise iş kiminde keyfiyette yoğunlaşırken kiminde ise kemmiyette buharlaşmaktadır. Mesela İslam âlimlerine göre İnsan Allah'ın en değerli eseri ve kâinatın merkezinde yer almakla beraber yüce bir memuriyetin sorumluluğu altındadır. Örneğin Mevlana; insanı "âlemin küçük bir örneği", İbn Arabi; insanı "Allah'ın bir yansıması" Yunus Emre ise İnsanı "Allaha giden yol" olarak tanımlarken yakın dönemde ki önemli mütefekkirlerimizden Bilge Kral Aliya ise insanı şu şekilde beyan etmektedir: "İnsan her zaman onun hakkında söyleyebileceklerimizden daha fazlasıdır."
Bugünkü paradigmanın kendine muhatap aldığı insanın yeryüzündeki serüveninin bitmiş olduğu, biyolojik bir bedende esir olduğu ve artık aşılması gereken bir şey olarak idraklere yerleştirmek isteyen batı düşüncesinde ki bazı tarihi şahsiyetler, insanı "politik bir hayvan" (Platon), "araştıran hayvan" (Thales), "konuşan hayvan" (Descartes) olarak tanımlamışlardır. Bu biyolojik ve indirgemeci referansa en layık ve bütüncül yaklaşımı Nietczhe yapmaktadır. Ona göre insan "düpedüz hayvandır." Nihayetinde başındaki sıfat ne kadar değişirse değişsin tanımlayıcı ismi hep "hayvan "olarak kalmaya devam etmektedir. Onlara göre özellikle 1900'lerin başında 'bilinç dışı'nın keşfiyle birlikte "insan özü itibariyle kötü ve kaos" olarak tanımlanmıştır ve bu tanımın muhataplarına özellikle sormak gerekir ki, madem özümüz kötü ve kaos o zaman biz neyi düzeltebiliriz ki?
Kitabın girişinde yazarımızın da belirttiği gibi "çıkış noktası varış noktasını belirler" ölçüsünce insanın biyolojik vakasını ele alarak onu bir üst-hayvan olarak tanımlayan anlayışın varacağı nokta da elbette ki bu tarz indirgemeci bir yaklaşımdan farklı olmayacaktır. Bugünkü anlayış ise geçmiştekinin bir devamı niteliğinde diyebiliriz. Hâkim paradigmanın güncel tartışmalarına göre, gelişen bilim ve teknoloji ile insanın evrimindeki nihai sıçramasının vaktinin yaklaştığı, bu vesileyle insanın artık biyolojinin sınırlarından azat olunacağı ve ölümsüz bir varlık hüviyetine sahip olacağı heyecanı içindeler.
Esasında biyolojinin sınırlarından kurtulup sınırsız bir yaşama kavuşma fikri aşkın ve fıtri bir gayrettir lakin sorunun tebarüz ettiği nokta sonsuzluğu sınırlı olanla araması, canlı ve organik bir organizmayı terk edeyim derken cansız ve programlanmış enformatik bir mekanizmayla hapishanesini daha da aşılmaz hale getirmesidir. Bu hatırlatmalar ışığında kitabımızın içeriğine geçecek olursak, kitap, bugünkü bilim-teknolojinin belirlenimi altında kalan insanlığın, değişen ve aşınan psikolojik ve sosyolojik dönüşümünü ele almaktadır. Bu dönüşüme öncülük etmek isteyen -transhümanizm- ideolojisinin, toplumda tasarım aracı olarak kullanıldığı sinema mecrasındaki kurgu-tasarımı olan insanın, gerçek hayatın öznesi (faili) olan insan üzerinde ki tahakkümü farklı konu ve başlıklarla ele alınmaktadır. Bu bahisler içinde kitabın kıymetli sorularında biri: "İnsan, beynini ve bilincini bilgisayara aktardığında yüklenen beyin ve bilince yine insan diyebilecek miyiz?" sorusuydu.
Akıllarda nispeten Thesus'un gemisi sorusunu çağrıştırsa da kanaatimce bu soru Thesus'un gemisinden daha basit bir soru, çünkü sorunun merkezinde ki varlıkların varlık düzeyleri farklı. Eşyanın ve maddenin tabiatı hakkında fazla fazla dedikodu yapabiliriz, çünkü biz onun üstünde olan onu kuşatan -faili muhtar- bir varlığızdır. Ama bizim üzerimizde ve dünyamızda birebir beş hassa ile muhatap olduğumuz daha üst bir var-olan yok. Peki, bizim varlık derecemizi yükselten ve bizi tabiatın kalanına hükmetmemizi sağlayan şey ne?
Kitapta söz konusu edildiği gibi buna birçok özellik sayabiliriz, lakin bu özelliklerden biri bariz bir esrara ve taklidi mümkün olmayan bir mahiyete sahiptir ve söz konusu bu özelliğe toparlayıcı olması açısından "Subjektifleşme" diyebiliriz. İşte bugünkü transhümanist gayretlerin kanaatimce en çok ıskaladığı kısım da burası. Onlar insanın bütün genlerini ona göre dizayn edilmiş prototiplere aktarıp bu prototiplere enerji verince 'can'a geleceklerini sanmaktadır. Hâlbuki insandan onun prototipine aktardığın şey onun bizatihi varlığı değil enformasyonu oluyor ve bu enformasyon ise tıpkı doğadaki diğer nesneler gibi -öz-ü itibari ile 'objektif'tir.
Esere göre şimdi kadim ve kutsal olan insandan bahsediyor olsaydık bu objektivite onun idrakinden geçip varlığına katılarak subjektif bir hüviyete sahip olacaktı ve bu nokta da 'İnsan Denen Mucize'nin yeryüzündeki 'Emsalsiz Varoluş'u kâinata şayan olurdu. İşte bu objektif 'bilgiyi' subjektif bir 'değere' dönüştüren "hayat-hamlesi (öz)" insan mucizesinin ayırıcı mahiyetidir. Hasılı bütün bu teknolojik müdahalelerden sonra "insan yine aynı insan olur mu?" sorusuna cevaben şunu diyebiliriz: İnsanın düşüş hikayesini sürdürdüğü her seferinde, yüce olanı bırakıp teknolojinin ayartmasın kapılması sonucu insandan söz edebilmemizin yolları da kapanıyor. Artık insan yok, çünkü artık insan öldü ve onu (biz) öldürdük.
Kitapta sık sık ve bol bol analizlerle üzerinde durulan kısımlardan biri ise sinema. Şöyle ki yazar "bireyin tasarlanmasını isteyen için en önemli ve verimli alanlardan biri şüphesiz sinemadır" diye belirtmektedir. Sinemanın özellikle bilim-kurgu sinemasının "teknolojiyi vazgeçilmez kılarak, insan olmayı daha da anlamsızlaştırma gayreti içinde olduğunu belirtmektedir. Bugünkü teknolojik-sanallaşmış evren bizden gerçek-hayal dikotomisini alıp yerine simülakrların bulanıklığını geçirmiştir. Artık gerçeği var eden besleyen hayal yok, onun yerine onun rolünü çalan ve onu tahrip ederek özünden koparan simülasyon var. Bunun insandaki bahsine gelirsek, belli bir süre sosyal medyaya maruz kalırsanız, kendi gerçekliğinizden kopup fenomen simülakrın görüntüleri üzerinden işinizden, ailenizden, yaşayışınızdan, kısacası gerçekliğinizi kaale almak yerine görüntüleri esas alarak nasıl yıprandığınızı fark edersiniz. Dışarda bunun bir sürü örneğini görebilirsiniz. Aslında onun gerçekliğinde hiç ona uygun olmadığı halde, başka birileri üzerindeki imajı onda havalı bir izlenim bıraktığı için imajı kendi gerçekliğine tercih ederek yanlış meslek seçen milyonlarca öğrenci bunun en genel örneği olarak verilebilir.
Toparlayacak olursak yazar, farklı veçhelerle ele aldığı ve geleceğin 'transhuman'ına giden yoldaki serüvende, "Transhümanizm" ideolojisinin insanın doğaya ve kendine dair anlayışları sorgulamasına neden olduğunu ve insanı bir "eser" olmaktan çıkarıp bir "tasarım " haline getirdiği görüşündedir. Çünkü transhümanizm, insan olmanın anlamını boşaltmış ve insanı bir "şey" haline getirmiştir. Artık insan kendi varoluşunun "öznesi" değil, bilim ve teknolojinin nesnesi haline gelmiştir.
'İnsan Tasarlanan mı Tasarlayan mı?' adlı çalışma, transhümanizm, bilimkurgu sineması üzerinde oldukça kapsamlı kitapları ve yazıları olan Uğur Cumaoğlu'nun kaleminden süzülmüş kaliteli bir eser. Özellikle konunun yeni yeni ısınan bir konu olması ve gerekse bu alanda ki çalışmaların azlığı ve niteliği düşünülecek olursa konu hakkında yazılmış toparlayıcı ve doyurucu bir eser.
İnsan Tasarlanan mı Tasarlayan mı?
Uğur Cumaoğlu
Ahenk Kitap
İstanbul, 2023
160 Sayfa
[1] Bilgisayar Mühendisliği Öğrencisi
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 10.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.11.2023 22:05
Hayatımda bir kitap değerlendirmesi okurken bu kadar bilgileneceğim ve kitap hakkında bir çok fikir ve okuma heyecanı uyandıracağına inanmıyordum . Yazar ve değerlendirme iyi tebrik ediyorum .