Isabel Allande İle Tüm Unutulmuşlar Adına
İnsanın hayatında öyle kitaplar vardır, adeta bir insanın bütün hayatını, bütün geçmişini saklarlar içerisinde. Çünkü o kitap ve çağrıştırdıkları hayatınla, geçmişinle ve özlemlerinle ve de acılarınla özdeşleşmiştir. Nereye gidersen git, hafızanın bir yerlerinde o kitabı da götürüyorsundur ve kurtuluş yoktur bundan. Teslim olursun ve olacakları beklersin. Olacaklar? Hiçbir şey. Her şey olmuş bitmiştir sadece. O zaman ne? Anıları her gün yeniden yaşamı cesareti... Hep aynı hüznün yatağında aktığını duyumsarsın. Öylece kalırsın. Isabel Allande'nin Tüm Unutulmuşlar Adına adlı kitabının benim içinde böyle bir anlamı vardır. Eva Luna Öyküleri. Ve hep aynı geçmişin izinde, ininde…
Bu kitabımın bambaşka bir yeri var bende işte. Bir "anısal metafor-metaforsal anıt" olarak da birçok yerde kullandım. Neden? Çok nedeni var. Bir sonbahar günü, hüznün başlangıç mevsimde okumaya başlamıştım. Kitabı okumaya başladığımda bütün sevdiklerim yanımdaydı, bitirdiğimde hiç kimseler yoktu. Yine yalnız kalmıştım. Tek başınalığın böğrüne saplanmıştı bütün bir varlığım; bütün bir varlığımla yalnızlığın dibinde kalmıştım. Kitabın kapağını kapattığımda bir de bakmıştım ki herkesler gitmişti, iç ülkemi terk etmişlerdi, yanlarına sadece kendilerini alarak gitmişlerdi. Garip bir hüzünle kalakalmıştım. Bir unutulmuş olmuştu herkesler. Biliyordum, her defasında da oldu olacağı buydu. Ve ben başkalarına ait eşyalar dolmuş sonbahar evrenimde, sararmış yapraklara sarılarak teselli bulmaya çalıştım. Hüzün deyince vuruluyordum. İçimde sessizce ölüyordum. Kendi kendimi terk ediyordum. Geçmişi geri getirmeye gücüm yetmiyordu. Anılar bir arada tutmuyordu ne beni ne de belleğimi.
Isabel, günlerce konuştu benimle. Teselli etti beni. Üzülme, dedi. Hatta bana eski sevgilisi William Gordon'u anlattı. "Bir şey yaşanır ve biter ama anılar vardır. Anılarla yaşamasını öğren dedi. Çünkü olan her şey bitmeye mahkûmdur. Dürüst ve gerçekçi olmalıdır insan. Belki anılar işte. Sana kalan da anılar oldu işte. Sahip çık anılarınıza. Yaşat, benim gibi. Bizi bir araya getiren başka nedir ki. Ya da ben kitabın içinden çıkıp gelmişsem karşına, şimdi oturup senle konuşuyorsam, anıların dilinden anladığımız içindir. Başka açıklaması yoktur bunun. İnan bana. Bu şekilde konuştu Isabel. Duygulandırdı beni bu garip kadın. Bu yüzden onun benim için ayrı bir yeri önemi ve anlamı vardır. Şili devlet başkanıyken öldüren amcası Salvador Allande'nin hikâyesini öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Ailemden birini kaybetmiş gibi üzülmüştüm. Tuhaftır, Şili ile acayip bir yakınlık hisseder oldum. Sanki hüznümün, acılarımın ifadesi olan ülke sadece Şili'ydi. Ne zaman ayrıldımsa muhayyel Şili'mden Isabel ile konuşurken buldum kendimi. Ne zaman gurbete çıkar oldumsa kendimi Şili'de Isabel ile buldum.
Şimdi kitabı açmaya çekiniyorum. Açsam diyorum sararmış sayfalarını ve içinde kaybolan bütün bir geçmişimi bulsam... Olur mu? Yine o yıllara dönsem, hayata yeniden başlasam. Bu sefer sevdiklerimi yanımda tutardım, diyorum. Ne pahasına olursa olsun onları tutar, gitmesine engel olurdum. Gerçekten engel olur muydum? Hayır aslında; çünkü o zaman da çok uğraşmıştım ama önüne geçememiştim. Alıp başını gitmişti onlar, içime akıttığım gözyaşlarımdan bihaber. Bütün gemiler yakılmıştı, bütün köprüler atılmıştı. Sanki insanlar dünyaya bütün gemileri yakmak, bütün köprüleri atmak için gelmişlerdi. Bütün her şey onlara git demişti ve onlar da gitmişlerdi. Hepsi buydu. Isabel beni teselli ediyordu her defasında. Onlar yoktu. Bana çok acı veriyor olsa da yine de kitabı okumak isterim. Kitabı açıyorum bir daha. Evet, hüzünlü öyküler anlatmış kitabında sevgili İsabel. Kendimi bulduğum, bizi anlatan öyküler işte. Önsözde Rolf Carlé'ın belirttiği gibi hiç kimseye anlatılmayan öyküler.
Nasıl başlıyordu öykümüz, tüm unutulmuşlar adına: "Kendini aşka bıraktı…" Sonra Ines öğretmen ile Doğu'nun İncisi dükkânına girmiştik. Konuğun olmuştuk. Sen yoktun. Kötü tohum Elena Mejlas ile ne çok korkmuştum. Parlak olmayan cildiyle, gecikmiş süt dişlerinin yerine ağzındaki derin boşlukla, fare rengi saçlarıyla, diz ve dirseklerinden dışarı fırlamış uzun kemikleriyle az beslenen bir solucana benzeyen bu kız çok korkutmuştu beni. Korkumu sana belli ettirmemeye çalışıyordum, ama nafile… Sonra Analia Torres'in aşk mektupları, Tadeo Cespedes'in intikam öyküsü ve Isabel, Rolf Carlé ve zambak kız Azucena arasında geçen ilginç öykü, kelimelerle oynamasını seven Belisa Crepusculario, Clarisa'nın hazin sonu, Tomas Vargas'ın altınları, yargıç Hidalgo'nun karısı Dona Casilda, Ester Lucero, aşka mahkûm Deli Maria, sevgili sonsuz yaşama sahip Anna ve Robert, lanetli saray ve San Jeronimo, rüzgâr Walimai, saygınlık peşindeki Abigail ve Domingo, köylerinden başkente giden iki yüz yetmiş kilometrelik yolu otuz sekiz günde kat eden Claveles Picero ve büyükbabası Jesus Dionisio Picero, gizli mucize Miguel Boulton, Mozart gibi harika çocuk genç dahi Ezio Longo'nun bedbaht karısı Maurizia Rugieri ve aşığı Leonardo Gomez, dans lokali Küçük Heidelberg, Asturia'lı Pablo ve Hermelinda ve sokağın öte yanındaki duvarların ardından bekleyip, toprağın derinliklerinden geliyormuş gibi çın çın çınlayan ve sinirlerini iyice gererek 'o' müziği dinleyen çapkın Amadeo Peralta… Şimdi neredeler. Bir zamanlar birer umuttular, anıydılar, anıldılar, şimdiyse hepten unutuldular mı?
Her kes hüznü çağırıyordu, her şey hüznü çağrıştırıyordu. Bir sonbahar günü, sararmış yaprakların refakatinde Isabel ile girdiğim anılar evinden hiç çıkmamışım aslında, bütün unutulmuşlar adına, geçmişin yasını tutmuşum içimde, sessizce.
Tüm Unutulmuşlar Adına
İsabel Allande
Çev. Gülderen Pamir
Altın Kitaplar
240 sayfa
İstanbul 1991
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 07.12.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.11.2022 21:49