İslam Müesseselerine Giriş - Muhammed Hamidullah - Kitap Notları

"Elinizdeki kitap, değerli Hocam Prof.Dr.Muhammed Hamidullah Bey'in 1974-75 ders yılında İslamî ilimler Fakültesi'nde vermiş olduğu İslam Müesseseleri Tarihi derslerinin sistematik bir şekilde bir araya getirilmiş tercümelerinden meydana gelmektedir."(İhsan Süreyya Sırma) (s.6)
Arap dilinin gelişmesi Hz. Peygamber'e çok şeyler borçludur. Bu aynı zamanda Kur'an sayesindedir.(s.14)
Arap lisanının ne kadar zengin olduğu bilinmektedir. Aynı kelime için yüzlerce eş anlamlı kelime vardır. Yalnız aslan kelimesi için, dört bin Arapça kelime olduğu söylenir. Deve, kap (çanak) ve diğer kelimeler için de öyle bir zenginlik vardır ki bu insanı hayrete düşürür. Bunun izahı nedir" Ben şahsen zannediyorum ki, bu lügatçilerin kelimeleri toplamaya başladıklarında, bile bile yaptıkları bir şeydir. Her dilde olduğu gibi, Arapçada da birçok lehçe mevcuttur. Bir kabilenin kelimeleri diğer bir kabile için anlaşılır bir durumda değildi.(s.20)
Müesseseler mevzuunda Avrupa'nın modern anlayışı ile, müslümanların klasik anlayışı arasında temel bir fark vardır.Batılılar Devlet ve Kiliseyi yani siyasi meselelerle, dinî meseleleri birbirinden ayırırlar. Batılılarda dinî ve siyasî meselelerden ayrı ayrı bahsetmek mümkündür. Şayet birisi, maddî hayattan söz ediyorsa, hiçbir zaman dinî hayata ait olan kiliseden, oruçtan, hacdan vs. den bahsetmez. Aynı şekilde, birisi dinî müesseselerden bahsediyorsa, hiçbir zaman siyasî müesseselerden söz etmez. Aralarında tam bir ayrılık mevcuttur. Bunun aksine olarak, Müslümanlarda böyle bir ayrılık yoktur. İslam'ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu kumandanı olarak siyasi başkandı ve aynı zamanda camide imamdı. Şu halde Müslümanlarda, hayatın bu her iki cihetine taalluk eden müesseselerde, bu ayırım yoktur. (s.23)
Kabe'nin tam karşısına gelen yerde parlamento vardı, yani «Darü'n-Nedve». «Makam-ı Hanefi» de burada bulunuyordu. Yani Suudilerden evvelki Osmanlı imparatorluğu döneminde dört mezhep imamının, yani Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli'nin, Kabe'nin dört tarafında makamları vardı. Zamanla hacıların sayısı arttığından, tavafı kolaylaştırmak için, bu makamlar yıktırılmıştır. Tarihçiler Makam-ı Hanefi'nin olduğu yerde, Darü'n-Nedve'nin olduğunu belirtmektedirler. Darü'n-Nedve, Mekke Şehir Devletinin parlamentosu niteliğinde idi. Mühim meseleler olunca, burada toplanılıyor ve umumi müşavere yapılıyordu. Bu evin daha başka kullanma yönleri de vardı. Dışarıdan, Mekke'ye bir kervan gelecek olursa Darü'n-Nedve'de durur ve Mekkeliler gelip bunlarla konuşur, alışveriş yaparlardı. (s.24)
«Nesi», takvimde ayarlama, yani şemsi ayları kameri aylara uygun düşürmek demektir. Bilindiği gibi Kameri yılda 354 gün vardır, halbuki, şemsi yılda günlerin sayısı 365 dir. Netice olarak, kameri seneye göre Hacc yapıldığında Hacc mevsimi her sene, bir önceki seneden onbir gün evvel olurdu. Böylece baharda başlayan hac mevsimi, ilerleye ilerleye yaza, sonbahara, yani bütün mevsimlere tesadüf edebilirdi. Fakat Mekkeliler, haccın her zaman aynı mevsime, yani bahara tesadüf etmesini istemişler ve bunun için de «Nesi» usulüne başvurmuşlardır. İki takvim yılı arasında on bir günlük fark olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle Mekkeliler her üç seneden sonra, seneye bir on üçüncü ay ilave ediyorlardı. Buna rağmen üç günlük bir fark kalıyordu. (11x3=33,33-30=3) ve on seneden sonra bu üç günlük fark bir ay oluyordu (10x3=30). Bundan dolayı seneye bir ay daha ilave gerekirken, onlar iki ay ilave ediyorlardı. İşte bu uygulama da Kabe'nin önünde cereyan ediyordu. Ve takvim bakanı, buna «Nasi» deniyordu.(s.26)
İslam'ın büyük müfessir, müverrih (tarihçi) ve muhaddisi olan İbn Kesir eserinde, İslam'da ilk mescidin Ammar b. Yasir tarafından yapıldığını söyler. Ammar b. Yasir, Mekke'li olmayıp, oraya yerleşen bir yabancı idi.(s.38)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tatbikatına göre, bölgenin valisinin, aynı zamanda caminin de imamı olması gerekmektedir. Farz edelim ki, taşranın bir bölgesi var. Bu bölgenin valisinin o bölgede imamet vazifesini de ifa etmesi gerekmektedir. Bu bölge bir sancak ise, o sancağın valisinin namazı kıldırması lazımdır. Şayet bu bölge başşehir ise, Devlet Başkanının namazı kıldırması lazımdır. Başka bir tabirle Fransa'da Devlet ile kilisenin birbirinden ayrıldığı gibi İslam'da, Devletle Din, birbirinden ayrı değildir. Şu noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Herhangi bir caminin imamı, o bölgenin valisi olmuyor, bilakis, o bölgenin valisi aynı yerin camisinin de imamı oluyor ki, bu onun için bir imtiyazdır.(s.43)
Mirac'ın cismani mi, ruhani mi, olduğuna dair, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hiçbir sözü yoktur. Netice olarak, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra Ashabı arasında bu mevzuda görüş ayrılığı olmuştur. Bütün ashab aynı şekilde düşünmemiş ve görüş ayrılığı doğmuştur. Şüphesiz bu görüşlerin hepsi, şahsi görüşlerdi. Bu Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şerifte olmadığı için, onların bu görüşlerine mutlaka inanmak zarureti yoktur.(s.51)
Hz. Osman zamanında, İslam toprakları, yıldırım hızıyla ve şaşırtıcı bir süratte genişledi. Hicrî 2. Senede, Hz. Osman'ın bir ordusu Avrupa'da, İspanya'ya girerken, diğer taraftan başka bir ordusu Çin'e girdi. Her iki uç arasında Çin'den İspanya'ya kadar üç kıtaya yayılmış olan topraklar, İslam devletini oluşturuyordu. Bazen, ispanya fethinin, Emeviler zamanında Tarık b. Ziyad'le başladığını söylüyoruz. (Bu doğru değil, İspanya'nın bir kısmı, daha Hz. Osman zamanında fethedilmiştir. Bu husustaki kaynağımız Taberi; bu ordunun Tarık b. Ziyad zamanına kadar İspanya'da kaldığım yazıyor. Yani bu ordu İspanya'ya girdikten sonra geri çıkmamış, bilakis orayı fethetmişler ve oraya yerleşmişlerdir. (s.93)
İslam Müesseslerine Giriş
Muhammed Hamidullah
Beyan Yayınları
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 28.04.2014 09:07 - Güncelleme Tarihi: 24.11.2021 15:57