Japon Sana Söylüyorum Türk Sen Anla; Devletin Haysiyeti

Kendimiz olmaktan uzaklaştıkça tek tipleşiyor, küreselleşiyor ve bize sunulan kalıplara hevesle uyum sağlayan haysiyetsiz bireylere, toplumlara, devletlere dönüşüyoruz. Bu dönüşüm, kendimizden uzaklaşma hızımıza, o da yaşama hızımıza yani yaşımıza paralel ilerliyor. Dolayısıyla bu durumun gençler üzerindeki etkileri daha görünür oluyor. Gençlere serzenişimizin gerekçesi farkında olmasak da çoğunlukla bize benzemekten uzaklaşmalarıdır. Birçok açından bize benzemekten uzaklaşmalarında sakınca yokmuş gibi görünebilir ama sabitelerin, ortak noktaların ve değerlerin kaybı söz konusu olduğunda telafisi mümkün olmayacak şekilde aramız açılır. "Biz" olmaktan çıktıkça haysiyetimizi kaybettiğimizi hissederiz. Lifler atar, toplum ve devlet dokusu çözülür.
Bu çözülme üzerine düşünen Fujiwara Mashaiko "Devletin Haysiyeti" adlı eserinde Japon geleneğinin çöküşünü her şeyin paraya bağlandığı ekonomi modelinin benimsenmesine, ekonomik reform adı altında para odaklı bir yaşama geçilmesine bağlıyor (S.17). Tüketim kültürü ile gençleri hedef alan ve yazarın Amerikanlaşma olarak tabir ettiği bu geçiş yine yazarın özgün ifadesiyle Japonların duyumsama ve ölçülülük özelliklerini zedelemiş. Mashaiko duyumsamadan kastını eskiye-iyiye duyulan özlem ve hüznün güzelliği gibi eğitim ile olgunlaşan duygular, ölçülülükten kastını ise Buşido denen savaşçılık ahlakından gelen erdemli davranışlar olarak açıklamış (S.16). Zihnimizde töre ve ahilik çağrışımlarıyla karşılık bulan bu tanımlara da ortaya konan soruna da Türk toplumu olarak hiç yabancı değiliz. Bu değerlerin kaybıyla meydanı kapitalizmin yayılma ve istilasına bırakmış oluyoruz.
Kitabın ilk bölümünde yazar, 5. ilâ 10. yüzyıllar arasında geri kalmış olan Avrupa'nın sanayi devrimiyle hâkim duruma geçişine, ardından ortaya çıkan komünizm ve kapitalizm sistemlerinin temel sorunlarına değiniyor. Teorisi ile pratiği arasındaki farkları aşikâr olan her iki sistemin de dünyayı iyi bir yere götüremediği sonucuna çoktan varmış durumdayız.
İlgi çekici tezler ise kitabın ikinci bölümüyle başlıyor. "Tek Başına Mantık Dünyanın Sonunu Getirir" başlıklı bölümde yazar, Batı'nın hem benimsediği hem de dayattığı, sadece mantıktan ibaret bir hareket tarzının beklenen sonuçları vermediğini ispat etmeyi amaçlamış. A'yı B'ye, B'yi C'ye, C'yi D'ye bağlayan bir mantık silsilesinin pratikte A'yı D'ye bağlayamayacağını, ilaveten A çıkış noktasının da herkes ve her toplum için değişeceğini gösteriyor. Konuya, İngilizlerin daktilo ve Japonların da yabancı dil öğretmek gerektiğine inanmalarının ana dil öğretiminde olumsuz sonuçlandığını göstererek giriş yapmış. Yıllardır savunduğum, ilkokulda yabancı dil öğretmenin gereksiz olduğu tezini yazar bir milletin yıkımı noktasına taşıyarak ortaya koymuş ve asıl önemli olanın kişiye sadece bir araç olan dili değil konuşmanın özünü teşkil edecek içeriği kazandırmak olduğuna dikkat çekmiş. Yaşlı Japonların İngilizce bilmedikleri için yurt dışında saygınlıklarını koruduğunu, genç Japonların ise çok iyi İngilizce bildikleri için her konuştuklarında bomboş olduklarını açık ettiklerini söylüyor. Kendi kültüründen habersiz, bir İngiliz'in Japon edebiyatı ile ilgili sorduğu sorulara cevap veremeyecek düzeyde olan bir Japon'un İngilizce konuşamamasını yeğliyor (S.48, 146).
Bu bölümde verilen bir örnek daha yanlış çıkış noktasıyla kurgulanan mantık işletiminin zararını gayet ilgi çekici şekilde ortaya koyuyor: Erken yaşta bilgisayarla tanışan ve kendini bilgisayar oynamaya kaptıran çocukların yetiştiği Japonya'da iyi yazılımcı çıkmazken, sefalet içinde yetişen, ilkokullarında kâğıt bile bulamadığı için taş tabletlere yazan çocukların bulunduğu Hindistan'da dünyanın en iyi yazılımcıları yetişiyor. Çünkü Hindistan "erken yaşta bilgisayara erişen çocuk büyüyünce iyi yazılımcı olur" gibi hatalı bir mantık kurmak yerine çok iyi matematik eğitimi veriyor. Çocuklar çarpmayı diğer ülkelerdeki gibi 9x9 tablosuyla değil, 19x19 tablosunu ezberleyerek öğreniyorlar. Böylece Hindistan'ın pejmurde sokak satıcıları dahi çok hızlı ve hatasız hesap yapabiliyor. Bölümün sonunda yer alan ve mantıkla ilgili aynı tezi bir kez daha, bu kez bezdiri (mobbing) konusundaki çok yerinde bir tespitle örnekleyen kısmı incelemeyi okura bırakıyorum zira kitabı fazlasıyla faş etmiş olmaktan korkuyorum. Ancak bu örnek belki de en önemlisi. Özetle yazar bu bölümlerde birilerinin kendi çıkarları için kurduğu mantığın diğerlerinin zararına çalıştığını göstermeye çalışıyor.
Üçüncü bölüm yazarın Batı dayatması olan özgürlük, eşitlik ve demokrasi sorgulamalarını içeriyor. Özgürlük ve eşitlik kavramlarının sahteliği herkesin malumu olduğundan olsa gerek bunlar üzerinde fazlaca durulmamış ancak demokrasi kavramının sahteliği üzerine yazarın kilit bir önermesi mevcut. Halk egemenliği "halk olgun bir hüküm verebilir" ön koşulu ile geçerli olabilir diyor ve fakat bu ön koşulun sağlanamadığını 1. ve 2. Dünya Savaşı tecrübeleri ile gördüğümüzü hatırlatıyor (S.79-80). Halkın neredeyse tam desteğini alan Hitler örneği, Platon'un Devlet adlı kitabında ifade ettiği "sınırsız özgürlüklerin sağlandığı demokrasiler diktatörlüğü getirir" teziyle bir bakıma örtüşüyor (S.81). Amerikan kamuoyunun Irak savaşı öncesindeki ve sonrasındaki farkı da halkların olgun hüküm veremediği sonucunu bir başka zaman ve olayda tekrar tescil ediyor (S.82) dolayısıyla aslında zaten mevcut olmayan ama iktidarların zaman zaman (özellikle konu savaş olunca) halka tattırmakta olduğu demokrasilerin teorisinin bile hatalı olduğunu söyleyebiliyoruz. Halkların olgunlaşamayacağını kabul ettiğinde yazarın sığınağı aydınlar oluyor ve toplumu dengeye getirebilecek yetkinlikteki aydını işaret eden iki koşullu tanımı oldukça açık: 1) Pratik kullanım alanı olmayan genel kültürü bolca edinmiş, bu sayede halkla karşılaştırılamayacak kadar geniş görüş açısına ve bütünü görerek hüküm verme yetisine sahip olmuş, 2) gerektiğinde devlet ve millet için canını seve seve verebilecek yüreklilikteki kişi. Yazar bu aydın tipinin Japonya'da tükenmiş olduğunu ifade ediyor (S.86). Aydınlıkla malumatfuruşluk arasındaki çizgiyi çeken ikinci koşulu sanırım bizim aydınlarımızın bir kısmı da hamaset olarak tanımlayacaktır.
Yazarın "Japonya'nın tekrar canlanıp da Amerika'ya kılıç çekemeyecek bir ülke haline getirilmesi" olarak ifade ettiği Amerikan politikası bizim "dış mihraklar" tedirginliğimizle birebir örtüşüyor. Tam bu noktada İsrailli stratejist profesör David Passig'in "2050" adlı kitabında detaylandırdığı A.B.D ile Japonya-Türkiye ittifakının çatışacağı öngörüsünü hatırlıyorum. Her iki ülkenin de geleneklerine dönmesi ve ideallerini gerçekleştirmeye çalışması hâlinde A.B.D'yi gücünden edecek ve dünyayı ondan kurtaracak bir ittifakın doğması gerçekten oldukça olası görünüyor. Ancak öncelikle işaret edilen kayıpların telafi edilmesi, yozlaşmanın durdurulması ve haysiyetin geri kazanılması gerekiyor.
Pekiyi Çözüm Ne?
Devletin haysiyetli ve saygın bir konuma yerleşmesi konusunda mantığın ve akılcılığın yetersiz olduğunu kendince ispatladığına ve bu dayatmalara uymaya çalışırken devletin haysiyetini kaybettiğini belirttiğine göre "yazarın çözümü ne?" sorusu aklımıza geliyor. Bu noktada tekrar duyumsama-ölçülülük ikilisine ve yumuşak oluşumlarla katı oluşumların birlikte çalışmasına geliyoruz. İlkin doğaya karşı duyarlılık, çay sanatı, çiçek sanatı, güzel yazı sanatı, koku sanatı, dövüş sanatı, geçicilik inancı, sıla özlemi gibi kavramlarla Japonların estetik ve saygı içeren, ince ve derin dünya görüşleri, diğer milletlerden fazla olduğu düşünülen duyumsama yetenekleri vurgulanıyor. Aile, memleket, vatan, insanlık sevgisi zincirine, ülkeseverlikle vatanseverlik arasındaki farka dikkat çekiliyor.
Çözümün ikinci basamağı olan, "Buşido" ifadesinde saklı samuray ahlakı, merhamet, dürüstlük, sabır, adalet, cesaret, şefkat, onur ve ayıp bilincinin toplamını ifade ediyor. İfade ediyor etmesine ama bugünlerde daha çok "fakir ama gururlu bir genç" tanımına tekabül ediyor. Yazar 2. Dünya Savaşı sonrasında bu ahlak anlayışının terk edilmesiyle Japonya'nın ahmakça ve alçakça eylemlere sürüklendiğini ifade etmekten çekinmiyor (S.121). Mazlumdan yana olmak ve ölümü göze alarak yaşamak yönleriyle Buşido'nun da paylaştığımız bir dünya görüşünün Japon sürümü olduğunu söyleyebiliriz. Yazar, bu ahlâkın zorla da olsa, bir mantığa dayandırılamasa da kabul ettirilmesi gerektiğine dayanıyor. Bir çocuk için "alçaklık" tanımı yapıldığı ve bu kavram bir mantığın çıkış noktası olarak (hiçbir gerekçeye ihtiyaç duymaksızın) kabul edildiği zaman insanın kurallara uyacağını ve bundan kârlı çıkacağını düşünüyor.
"Hayatım boyunca bu kurallara bağlı kaldım ben. Örneğin, erkek kadına vuramaz dense de ikna olmak öyle kolay değil. Gerçekte elimi kaldırmak istediğim bir sürü kadın var dünyada, başta bizim hanım olmak üzere. Ancak erkeklerin kadınlara vurması kayıtsız şartsız yasaktır. Ne olursa olsun yapılamaz. Üstelik bunun bir nedeni de yok. Bu anlayışı kesin hatlarıyla çizilmiş bir form, kesinlikle uyulacak bir davranış ölçütü olarak vermek gerekmektedir." (S.129)
Evrensel Değer Üretmekten Başka Çare Yok
Altıncı bölüme başlarken değinilen bir konu çok değerli. Son yüzyılda coğrafî ve ekonomik gücünü kaybetmesine rağmen dünyadaki saygınlığını koruyan İngiltere'nin bunu parlamenter demokrasi, Shaekspeare, Dickens, Newton, Maxwell, Darwin, Keynes gibi evrensel değerler üretmiş olmasına borçlu olduğunu ifade ediyor. Ekonomik olarak İngiltere'den iki kat güçlü olan Japonya'nın bunu başaramadığı sürece katbekat güçlü olsa bile İngiltere kadar saygı göremeyeceğini belirtiyor. Dehayı ve dâhileri ortaya çıkartan ortamlara ayrı bir bölümde değinen yazar, bu ortamın koşullarını güzel bir çevre, diz çöken bir gönül, maneviyata değer veren atmosfer olarak sıralıyor ve bu koşulların zamanında Japonya'da sağlandığını ancak artık kaybedilmekte olduğunu söylüyor. Bu bahislerde yazarın Amerika-İngiltere karşılaştırmaları, geleneklerine bağlı saygın bir İngiltere'yi Amerikanlaşmanın karşıtı olarak konumlandırması dikkat çekiyor.
Diğer yandan yazar devletlere saygınlık kazandıran evrensel değerlerin buluşlarla sınırlı olmadığını, yaşlı anne-babaya bakmak, yer yatağı kullanmak, yerel bir yemeği Dünya geneline yaygınlaştırmak, doğaya saygıyla baş eğmek, sıla özlemi, dini inançlar gibi toplum özelliklerinin de sıkı bir duruşla sergilendiğinde bu bağlama sokulabileceğini tespitlerine eklemiş.
Son bölümde yazar Japonya'nın sömürgecilik karşısında Çin, Tayvan, Tayland, Myanmar, Vietnam'dan farklı olan direncini de Amerikan güdümünden çıkışına dair umudunu da ülkesinin maneviyatına ve kültür birikimine bağlıyor. İnanıyor ki dünyaya katkı söz konusu olduğunda art niyetsiz bir bakışa sahip olan Japonya, ancak kendisine yakışan haysiyetli tavrı takınarak öne çıkan ve takdir edilen bir ülke olacaktır. Pekiyi bu nasıl başarılabilir?
"Dünyaya göstermek için ağzımızdan köpükler saçarak bağıra çağıra anlatmaya çalışmayacağız, öncelikle Japonlar olarak kendimiz bu duyumsamaları ve ölçülülükleri benimseyeceğiz. Devletin haysiyeti olacaktır bunlar. Haysiyetli bir ülkeye karşı, dünya da saygı gösterecek, mutlaka taklit etmeye çalışacaktır. Bütün medeni ülkelerin başını ağrıtan yozlaşmaya karşı neredeyse tek çözümün bu olduğuna inanıyorum." (S.183)
Bağımsız ve başına buyruk, yüksek ahlâklı, güzel bir kırsala sahip, dâhiler yetiştiren bir Japonya, parayı her şeyden üstün gören ülkelerle arasına bir çizgi çekip onurlu yalnızlığını koruyarak Dünya'yı kurtaracaktır (S.188-189).
Görüldüğü üzere soyuta odaklanmış bir tezle karşı karşıyayız. Yazarın bu tezi biraz hayalci hatta ütopik bulunabilir. Ancak dünya hep bir elden aksini uyguladığında gördük ki geldiğimiz nokta bir distopyadan başkası olmadı. Sade, anlaşılır, akıcı ve esprili diliyle, bir matematikçi olmasına rağmen güçlü maneviyatı ve yazar ebeveynlerinden aldığı yetenekle, Amerika'da geçirdiği yılların izlenimleriyle Fujiwara, gidişatı tersine çevirmenin yolunu kendince böyle bulmuş ve anlatmış. Eserin çevirmeni Vaner Alper de Fujiwara kadar renkli bir kişilik. 25 yıldan fazla Japonya'da yaşamış Vaner Alper. Geçimini farklı işlerle sağlamış ama kitaplarla yaşamış, poliglotluğunu da kullanarak bizlere birçok dilden, en çok da Japonca'dan çeviriler kazandırmış. Çocukluğundan beri bırakmadığı, özel harf işaretleri kullanma alışkanlığını bu kitapta da devam ettirmiş. Japonya'da Türkiye'yi, Türkiye'de Japonya'yı tanıtmaya çabalamış. İki millet arasındaki şaşırtıcı benzerlik her sayfada karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak Vaner Alper bize pek oturan bir kitabı düşün dünyamıza sunmuş. Hatta kitabın bir pasajında "21. Yüzyıl Yerelleşme Çağı Olacak" başlığını görünce şahsi bir örtüşmeden sebep iyice sevindim. Çünkü yeme-içme sektörüyle ilgili bir kitabımızda, hemen hemen tüm sektör aksini iddia ederken bunu öngörmüş ve işletmecilere "franchising" denen sömürgen belaya bulaşmak yerine yerel niteliklerini koruyan bağımsız işletmelerini kurmalarını salık vermiştik (Akay ve Akay, 2017). Küreselleşmeye karşı bu etkin bir tavrı, hayatımızın her anında karşımıza çıkan küçük-büyük seçimlere yansıtmayı gerektiren medeniyet tasavvurumuz ve bunu uluslararası siyasete, insanlığın selametine taşımayı hedefleyen devlet politikamız Fujiwara'nın Japon hükümetlerinden beklediği politikayla birebir örtüşüyor. Ancak düğüm sözle değil eylemle çözülüyor ve tıpkı Japonya gibi biz de o eylemden uzaklaşmaktayız. Kalkınma devriminden sonra hiç vakit kaybetmeden bir ahlâk, adalet, kültür ve estetik devrimine ihtiyaç duyduğumuz çok açık. Bu idrakin bir an önce genele yayılması, benimsenmesi ve işletilmesi dileğiyle...
Devletin Haysiyeti
Fujiwara Masahiko
Çev: Vaner Alper
Denizler Kitabevi
2020 Aralık
190 sayfa
Kaynakça;
- Passig, D. (2011). 2050. İstanbul: Koton Kitap.
- Akay, A. & Akay A.E. (1997) Hayallerin Karın Doyursun. Konya: Çizgi Yayınevi.
- Platon, (2019). Devlet. (S. Eyüboğlu, M. A. Cimcöz, Çeviri). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 13.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.11.2023 06:40
Teşekkür ederim, zaman harcayıp okumuş değerlendirmişssiniz. Ben kitabın çevirmeniyim. Kitabını çevirmek için Fujiwara hocadan iznini istediğimde "Atatürk'ün ülkesinde kitabımın yayımlanması benim için gurur kaynağıdır," diye cevap vermişti. Kitap Japonlara yönelik olarak yazılmış olsa da, yazınızda değindiğiniz gibi, Türk aydınlarına hitap eden kısımları da az değil. İlgilenen okurların bu kitap hakkındaki olumsuz eleştirler de dahil yorumları derlediğim makalemi de aşağıdaki bağlantıdan okumalarını tavsiye ederim. Tekrar teşekkür ederim. https://vaneralper.com/devletinhaysiyeti/