Kara Hayat: Veba, Edebiyat, Mustafa ATALAY

Kara Hayat: Veba yazısını ve Mustafa ATALAY yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Kara Hayat: Veba

10.01.2025 09:00 - Mustafa ATALAY
Kara Hayat: Veba

Herhangi bir salgının yaşanması kadar, o salgının doğru bir pencereden okunması da oldukça önemlidir. Zira her salgını kendi dönemi içindeki gerçeklikle tanımadan, yazarın penceresinden tanımak oldukça farklı yorumları da beraberinde getiriyor.

Her yazar için salgının her yönünden ziyade bir yönü ilgi çekicidir. Her şeyi anlatırken aslında o bir şeye yatırım yapar satırları. Bu yazarların düşüncesindeki fikri duruş, fıtri duruştan her zaman önemlidir. Zira fıtri-fikri hesaplaşmayı, bir başka şekilde ifade edersek ontolojik-egzistans hesaplaşmayı eserinde yapmaktadır.

Albert Camus ve Veba

Bindokuzyüzonüç yılında Cezayir'de doğan Albert Camus yoksul bir evin evladı olarak dünyaya geldi. Babasını erken yaşta kaybeden ve annesi tarafından büyütülen Camus, hayatındaki büyük kırılmayı geçirdiği verem rahatsızlığı ile yaşadı. Hayatında neredeyse hiçbir şey olumlu gitmeyen Camus, ikinci evliliği ile biraz olsun düzene giriyormuş gibi görünen hayatında olumsuzluklar peşini bırakmamıştır. Son nefesini ise en absürt ölüm şekli olarak gördüğü bir trafik kazasında vermiştir.

Veba on üçüncü yüzyılda insanların hayatına girerek iz bırakan ve uzun yıllar boyunca da tekrarlayarak yayılan bir rahatsızlıktır. Kara Ölüm olarak adlandırılması deri altı kanamalardan dolayı vücuttaki renk değişiminden mülhemdir. Kasıklarda şişliklerle belirti gösteren hastalık, çabuk yayılması ve ölümcül olması ile bir devrin kabusudur.

Albert Camus tüm dünyayı etkileyen İspanyol salgınında küçük yaştaydı ve etkisini muhtemelen hatırlıyordu. Bu salgın döneminin panoramasını, kendi fikri ve bölgesel hesaplaşmasının bir nüvesi olarak Kara Veba olarak isimlendirip kaleme almıştır.

Kara mı Kara Bir Veba

Cezayir'in Oran kentinde geçiyor eser. Oran kentini ruhsuz bir kent olarak tanımlıyor yazar. Bir ticaret kenti, mevsimlerin gökyüzünden öğrenildiği bir kent. Aynı zamanda bir koyun önünde, çıplak bir yaylanın ortasında ve tepelerle çevrili eşsiz bir manzaraya da sahip. Absürt görülen bu durum aslında romanın genelindeki absürt durumlarla benzeşiyor. Bu da eseri ilginçleştiriyor.

Camus önce şehirden başlıyor. Zahirden batına, içkinden-aşkına giden bir patikanın taşlarını döşüyor. İnsan ruhunun mekan ile ilişkisine odaklanan yazar, bu irtibatın insan ruhunda geri dönüşümü mümkün olmayan değişikliklere yol açabileceğini de ortaya koyuyor. İnsan neticede ne ruhtan ne de düşüncelerden müteşekkildir. İnsanı insan yapan duygularıdır.

Doktor Rieux, Rahip Poneloux, gazeteci Rambert, tarihçi Torrou, memur Grand, üçkâğıtçı Cottard… Her bir karakteri bir roman derinliğinde oluşturuyor yazar. Aynı zamanda karakterlerini insanın farklı zamanlardaki duyguları olarak görebilmek de mümkündür. Belki de karakterler bu yüzden oldukça güçlü ve belirgindir.

Bir Fare, Çok Fare

Doktor Rieux son zamanlardaki fare ölümlerinin artmasına dikkat etmekteydi. Torrou bunları not defterine günlük olarak kaydederken, Grand kendisini asacak Cattord'a yardım etmekle meşguldü. Kimse kendilerini bekleyen gelecekten haberdar değildi.

Farelerden insanlara adımlayan vebayı tanımlamaya çalışırken zorlanmıştı doktor Rieux. Aslında kimsenin bir başkasına fısıldayabileceği basit bir gerçek değildi bu. O yüzden vebanın isminin duyulması ile birlikte yaşam Oran kentinde oldukça zor geçmeye başlayacaktı.

Şehir karantinaya alınmış, yağmalamalar olmasın diye katı kurallar oluşturulmuş, hastalar ayrı yerde tedavi edilmeye başlanmış, kayıtlar düzgün bir şekilde tutulmaya, tedavi protokolü oluşturmaya ve baştan aşağı bir disiplin gelmeye başlamıştı. Gazeteci Rambert sevdiğine gitmek istese de buna izin verilmemiş, kaçak gitme girişimi bir kez şanssız olsa da diğer girişim gelmeden Rambert gönüllü sağlık ekibine dahil olmuştu. Herkes birbiriyle kenetlenmeye başlamış, Grand gönüllü memurluk yapmış, Torrou ve Rahip her türlü desteği doktora sunmuş ve mücadele başlamıştı.

Salgın Umutları Tüketiyor

Gün geçtikçe salgın tüm belirtileriyle yürekleri donduran bir tipi misali soğuk yüzünü gösteriyordu. Hastalık bir fırtınanın ortasında kalmış ağaç misali önce ateşle titretiyor, sonra kasıklarda çıkan çıbanlarla vücudu parçalıyor, sonra saatler içinde sancılarla kalbe ulaşıyordu. "Felaket insanın içinden geçip gidecek bir rüyaydı, ancak her zaman da geçip gitmiyordu."

Salgın çıkan ev birden yas evine dönüşüyordu. "Salgın ateşini teşhis etmek, hemen hastayı hastaneye yatırmak demekti. İşte o zaman gerçekten soyutlama ve güçlük başlıyordu; çünkü hastanın ailesi onu ancak iyileşmiş veya ölmüş olarak görebileceğini biliyordu"

Salgının en çarpıcı yanını bir çocuğun ölümüyle anlatıyor Camus. Bütün bu yaşananların kötü insanlar yüzünden geldiğini ve kötülere bulaştığını düşünen Rahip ve gönüllü ekip masum bir çocuğun acılar içinde hayata gözlerini yummasıyla dağılıyordu. Rahip salgının başından beri konuşmalarındaki suçlayıcı tavırları bırakmış, artık ölüme adımlıyordu. Dili sen ve benden, bize evrilmişti.

Her Fikir Kendi Vebasını İçinde Barındırır

Albert Camus eserde olayların arka planında kimi zaman Doktor ile tarihçiyi, kimi zaman doktor ile memuru, kimi zaman doktor ile rahibi, kimi zaman ise doktor ile gazeteciyi konuşturup fikir çatışmalarını gözler önüne seriyor.

Camus bu eseri hangi niyetle oluşturdu, bunu kesin olarak net bilemeyeceğiz. Fakat iyi-kötü, hasta-sağlık, esaret- özgürlük, din-dinsizlik, gitmek-kalmak, yalnızlık-birliktelik, suçlu-suçsuz ve tamlık-eksiklik üzerine zıtların kaim olduğu ve sorgulandığı bir eser ortaya koyuyor.

İnsanın bolca sevgi yağmuruyla ıslanması gerektiğini, hayatın bir anlam havuzunda yüzdüğünü, bunu anlamak için sudan korkmamak gerektiğini fısıldıyor. Hastalık seyrinin düşünceler üzerindeki iz düşümünü karakterlerinin değişen fikirleri üzerinden ortaya seriyor. Sevmenin şahsa münhasır değil, insanı sevmek olduğunu, birlikteliğin bütün değerlerden üstün olduğunu belirtiyor. Dürüstlük ve birliktelikle kurulan bağlar her türlü hastalığa galip gelebilecek güçteydi.

Son Olarak Yine Şehir

Tarihinde hiç salgın yaşamayan bir şehrin dinamiklerini salgın üzerinden okuyan Camus, aslında hayatımızın temelinde yer alan çıbanlarımız ve onların hayatımızı öldürmesine yoğunlaşıyor. Kentten insana, insandan yine kente dönüş yaparak, hayatın bir dairesel döngüde akan yönüne ortak kılıyor ruhumuzu: "Veba geçirdik diyorlar. Bir anlamda ödüllendirilmek istiyorlar. Ama ne demek veba? Yaşam bu, hepsi bu kadar."

Veba geçmiş yaşanan acılar hemen unutulmuştu. Doktorun gözünün önünden gitmeyen geçmiş, birilerine göre geçip gitmişti. Bir yerlere saklanan veba elbette yine bir şeyleri hatırlatmak için geri gelecekti.

Veba bitmişti, Grand bir kitabın temelini oluşturan ve yıllarca yazmak için kendini paraladığı o cümleyi artık önemsemiyordu. Kendini dile getirebiliyordu. Herkesin bir vazgeçme hakkı vardı. Aynen yaşama hakkı gibi.

Bütün bu olanlar: "Tüm bu zamanlar, uzun sürmüş bir uykudan başka bir şey değildi."

Veba

Albert Camus

Can Yayınları

303 Sayfa


Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 10.01.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.12.2024 12:02
3.181

Mustafa ATALAY Hakkında

Mustafa ATALAY

Bir gölün kıyısında 88 yılının Temmuz sıcağında hayata gözlerini açtı. Eğitiminin büyük bölümünü burada geçirdi. Bir denizin kıyısında 2007-2012 yılları arası Üniversite eğitimiyle birlikte hayat eğitimi de aldı.

Bir gölün kıyısına döndüğü yaşamını, 2012 Ağustos'undan bu yana 'Lale'lerle bezeli düşüncelerle 'Eczane'sinde devam ettiriyor.

Okuyor, yazıyor, çalışıyor ve başka alanlarda eğitimine devam ediyor.

Daha önce Üniversite bünyesinde çıkarılan Sentez Dergisi'nin editörlük ve yazı işleri sorumluluğu görevlerini üstlendi. Kardelen Derneği Bülteni'nin editörlüğünü yaptı. Dernek ve Vakıf bültenlerinde ara ara göründü, Alıntılar Mektebi'nde talebe oldu, Yolcu Dergisi'nde nefeslendi, on5yirmi5.com'da uzun bir serencamı oldu. Kitaphaber.com.tr'yi ise evi gibi görüyor...

Mustafa ATALAY ismine kayıtlı 121 yazı bulunmaktadır.

Twitter Facebook Kişisel