Kaygusuz Abdal’ın Kitab-ı Maglata’sında Benlik kavram, Düşünce, Misafir Köşesi

Kaygusuz Abdal’ın Kitab-ı Maglata’sında Benlik kavramı yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyab

Kaygusuz Abdal’ın Kitab-ı Maglata’sında Benlik kavramı

26.04.2024 09:00 - Misafir Köşesi
Kaygusuz Abdal’ın Kitab-ı Maglata’sında Benlik kavramı

Oytun Efe Kuru yazdı...

Yalnızlık Benliğe Mahsus; Ene'l eli! Ene'l eli…

Rüya ve gerçek, imge ve hakikat, egzoterik ve ezoterik arasındaki kainat sarkacında huruç eden bir dervişin öyküsü olan Kitab-ı Maglata, bu birbirinin içine geçmiş sarmal yapıdaki labirentsel sergüzeştte, kutsal kitaplardaki kıssaların kesişmesine, hayal ve hakikatin vuslatına, vahdetin ve kesretin çakışmasına kriptik bir kurgu içerisinde ışık tutarken; ele aldığı temel sorunsal; kişioğlunun, içinde yaşadığımız bu ıssız çöl diyarında kendisine nasıl bir yer ve temel bulabileceği, tüm bu olaylar ve durumlar akışının sonsuzluğu içre insanın kim olduğu, evrenle nasıl bir ilişki içinde varlığını sürdürdüğü, yaratılışın kişioğlu için ne ihtiva ettiği gibi gerçekten zorlu metafizik sorulara, bu soruların zorluğunun hakkını teslim eder biçimde enigmatik bir üslup ve olay örgüsüyle yanıt aradığı bir serüven inşasıdır. Bu inşa faaliyetinin nihai amacı gerek ironilerle, gerek dolayımlarla gerekse de doğrudan bir ifşayla hakikati şah damarından gözler önüne sermektir. Bu minvalde esasında gözler önüne serilen, kişioğlunun tüm varlığı kendi vücudunda taşıması ve gerçekliğin kurucu unsurunun yine kişinin kendi 'benliği' olmasıdır.

Eser çölde başlar, neden çöl? Çünkü çöl dünyevi sınırların dışıdır. Rasyonel aklın ötesidir. Çöl uçsuz ve bucaksızdır, ama boş değildir. İçinde eserin kahramanı olan derviş oradadır ve yalnızdır. Rüyalara dalar ve uyanır, türlü serüvenlerin içinde ve dışındadır. Yaşam yolculuğumuzu hiyeratik bir biçimde temsil eden olaylara şahit olur. Şahit olmak ise, yaşamanın özüdür. Öncelikle şahit oluruz ve olayların içine nüfuz ederiz. Nüfuz ederken de şehadetimiz silinmez. Aksine katmerlenir. Bundan mülhem derviş, şehadetinin başlangıcında kendi sureti için şunları söyler: 'Ālem küllī vücūddur cān ben oldum/ Vücūda cān cāna cānān ben oldum/Ṣūretümi gören dir ki ādemdür/Ṣūretde ṣıfat-ı raḥmān ben oldum[1]. Ardından derviş, şeyh görünümünde olan şeytanla karşılaşır. Çünkü evrende yalnız başına olan kişioğlu, ilk olarak varlığın en alt düzeyinde, kendi nefsiyle baş başadır. Bu baş başalık, kendisine rehberlik eden bir yoldaş-nefs kisvesinde ortaya çıkar, hâlbuki iyiyi fark etmek, kötülüğün farkındalığını kazanmadan gerçekleşmez. Derviş, şeyhin şeytan olduğunu sonradan fark eder ve ondan kaçar. Ama şeytan, kişinin ilkel nefsinin ayinesi olarak, alt edilme çabası hep sürecek olan bir mücadelenin kilit taşıdır.

Derviş, rüyalarının devamında peygamberle karşılaşıp kabe kavseyn makamını duyduktan sonra uyanır, dört yana bakar ve ten-i tenha heman özidir.[2] Uyanışında yine kendisiyledir. Yeri ve göğü görür ki onlar vücudunun içinde bir sırdır. Öz, vücudundan gelmektedir. Özüne fikreyler ve sorar :"Ben bu yirüñ gögün içindeyidüm, şindi bu benüm [içümde görinür,]düşümdür ola mı?"[3] Ama düş görmemektedir, ayıktır. Sultanın Muhammed Mustafa, ışk bazarında ise sultanın Ali olduğunu söyler. Ali'nin müridi olur ve ona kendi düşünde cümle âlemin kendi gölgesi olduğunu söyler. Uyanır ve yine yalnızdır. Ali, dervişin yüreğine gizlenmiştir. Daha sonra düşüne daldığında Hazreti Ali'nin Süleyman peygamberin kirpiği altından baktığını görür. Bu anekdot çok mühimdir çünkü bu eserde Kaygusuz, kutsal kişilikler arasında kesişmelere ve yakınlaşmaları kurgulayarak-başka bir örnekte İsa peygamberin firavunla karşılaşması gibi- her peygamberin de tek bir özde cem oluşunun örtük bir biçimde bize aktarmaktadır. Varlığın nuru tektir. Vücudun vahdetinde cemdir. Kaygusuz, birlik fikrini temellendirmek ve güçlendirmek için bu biçimde değişmeceleri ve kesişmeleri vücuda getirmektedir.

Eserde derviş, birçok kez nefsi-benliği sınayan şeytan ile savaşmakta ve onu yenmektedir. Bunlardan birisi şöyle gerçekleşir: Şeyṭān tiz yine 'aṣāsın çekdi, dervīşüñ üstine sürdi. Dervīş gördi ki üstine gelür, tiz kötegin çıḳardı, ḳarşusına yürüdi. İkisi dīvān içinde ber-ā-ber oldılar. Peyġamberler dūş dūşın söyleşdiler ki: "Şol miskīn dervīşi şeyṭān şindiöldürür, ḳomañ!" didiler. Dervīş kepenegin yire ḳodı. Ṭutdı şeyṭānı, mecāl virmedi. Ma'reke içinde baṣdı. Bu ḳaderüñ içinde peyġamberler dervīşe taḥsīn eylediler. Şeyṭān feryād eyledi.[4] Fıtratın kökü olan nefsi sınayan şeytan, derviş peygamberleri görme yüceliğini elde etse ve dahi onların takdirlerini kazansa bile onun karşısında her zaman onu yenmek için hazır ve nazır olarak beklemektedir. Derviş, şeytanı yakalasa bile sonra onu serbest bırakmaktadır. Sebebi ise iyilik ve kötülük arasındaki mücadelenin devamı için şeytanın serbest kalmasının gerekmesidir. Allah'ın düzeni, bu minvalde devam eder. Bu örtük anlatım, iyiliğin kötülükle, kötülüğün iyilikle dengelenmesinin sembolize edilişidir. Kişioğlunun vahdeti, bu düzen içerisinde kendisiyle kaimdir. Devam eden rüyalardan birisinde Adem peygamberle, ilksel varoluş prototipi ile karşılaşır ve Adem onu tanımaz, derviş ona: "Ben senüñ vücūduñda bileyidüm.''[5] der. Aynı tek öz vurgusu burada da kendisini gösterir.

Yapıtın en kilit noktalarından birisi, dervişin Nemrud kıssasından sonra uyanışı anında gerçekleşir: Dervīş uyḳudan beliñledi. Gözin açdı, baḳdı, gördi ki hiç kimse yoḳ. Bu ṣıfatlar ki şeyṭān [u]Nimrūd [u]Fir'avn, ḥırs u heves ü ġayrı endīşelerimiş vücūdında. Dervīş [ṭurdı,]dört yaña baḳdı. Gördi ki hemān ten-i tenhā özidür. Allāhuñ birligin yād eyledi[6]. Tüm bu isimler ve sembolizm, aslında dervişin kendi özünün belirlenimlerindendir. Kendi benliğindeki nüvelerdendir. Yine bir rüyada derviş, Bağdad'a huruç eder. Behlül'ü görür. Behlül düşünde cümle âlemi kendi yüzüne karşı secde kılar görmüştür. Derviş anlar ki Behlül kuşdilinden anlatmaktadır. Kuşdili, tasavvufun en gizli hazinelerinden olmakla birlikte ''Enel Hak'' sözünün söylenebileceği en sırlı dildir. Derviş tekrar uyanır, bakar ki ne Bağdad vardır ne Behlül. Yine kendisiyledir. Yine düşe dalar ve düşünde kâinatı bir saray olarak görür. Bu imge mühimdir çünkü ezoterik gelenekte Allah, evren sarayını ipek böceğinin kozasını örmesi gibi örer[7] ve onun en kıdemli noktası olan arş üzerinde kendi tahtını kurar. Bu taht kâinatın aynasıdır. Rüyada da sarayın orta yerinde bir ayine-i kadim vardır. Her eşya bu gözgüden yansır ve derviş kendi özünün yansımasını da bu aynada görür, hayran olur. Şöyle der: Ben olmışam baña maḳṣūd cihanda/'Iyān oldı nişānum bī-nişānda/Benem söz ü beni söyler ḳamu dil/Benem genc-i sa'ādet her vīrānda.[8]

Dervişin kendi özüne şahit olmasının görkemiyle, eserin bir diğer nirvana noktası- bir climax olarak- rüyasında da kendi özünü görmesidir ki Kuds-ı Şerif'de seyran etmektedir: Yevmü'l- hisab olmuş, şaff-ender-şaff cümle yaratılmış eşya turmışlar. Terazü kurulmuş. Gördi ki hal böyle, heman şi'r bünyad eyledi. Eydür ki: Vücūdum terk idelden cān ben oldum/Ḥaḳīḳat-ı 'ālem yeksān ben oldum/Ne ki var ẓāhir ü bāṭın cihanda/Sāḥib-i gerdiş ü devrān ben oldum.[9] Ve derviş, cümle yaratılmışın ve yaratanın bu arada cem olduğunu görür. Cem-ül cem, cem üstüne cem. Süregelen başka bir rüyada, Muhammed Mustafa'yı görür. Derviş, tüm mollalar her bir şeye türlü adlar verirken, bu hod'un külli Mustafa Mustafa olduğunu öğrenir. Ve terennüm eder: Kamu dürlü ḥāle bünyād benem ben/Benümdür ker-ḫāne üstād benem ben/Sırr oldı ṣūretümde ẕāt u ṣıfāt/Hemān küllī ṣūrete ẕāt benem ben[10]. Yine uyanır ve yine kendisiyledir, ten-i tenha özüdür. İlerleyen birkaç düş sonrası, derviş vücudunun bir cihan olduğunu anlar. Her nesne ki, cihan suretinde görünür ve vücudunun aksidir. Bu cihanda, her biri sahrayı geçince çok zahmet çeker ama şimdi görmektedir ki kendi vücududur her şey. Derviş, zübde-i âlemdir ve âlemler içre âlemlerin yek nuru kendi benliğinde parlamaktadır. Parlatan ve parlayan, bir aradadır.

Yine gözünü açar ve bir kalaba gavga gelmektedir. Derviş dört yana bakar, görür ki hiç kimse yoktur. Olan biten kendi özüdür. Anlamıştır ki bu kalabalık kendi öz vücudundan gelir. Kendi koynuna bakar, şehadet eder ki yerde ve gökte cümle yaratılmış eşya öz koynundadır. Güneş doğar, gökte dokuz felek, arşu-l meçi ü kürsi vü levh ü kalem, her nesne bu pergal içinde var ve cemi cümlesini yine kendi koynunda temaşa ve söyler: Benem bu genc-i ma'mūre virana/Benem revnaḳ bu cümle cism ü cāna/Ḳamu varlıḳ yaḳīn bende bulundı/Benem aḫı nişān ol bī-nişāna[11]. Eserin sonuna yaklaşırken, derviş muazzam bir şehre girer. Şehrin on iki kapısı, 777 mahallesi, 444 çarşı ve pazarı vardır. Şehirde 366 ark su yürür. Bu şehrin iki sultanı vardır, birisi kabul-ı rahman, diğeri makbul-ı şeytan. Cenk etmektedirler. Bu şehir bir ayineye benzemektedir ve bu ayinede dokuz felek kubbesi birbirinin içindedir. Türkistandan mezopotamyaya olan bazı şehirleri tek bir ada olarak görür ve uyanır, şöyle terennüm eder: Benem bülbül benem gülşen benem gül/Benem cümle sebebde ḥall-i müşkil/Benem 'āşıḳ benem ma'şūḳ benem 'ışḳ/Benem ḥüsn-i laṭīf ṭurre-i sünbil.[12] Diyar diyar dolaşan derviş, aşkın ve meşkin sembolü olan gül ve bülbülü, uzaklık ve yakınlığı, gidişi ve dönüşü, varışı ve ayrılışı artık kendi cevherinde mutmain etmektedir.

Ardından derviş, Süleyman peygamberle yolculuk edip kuşlar diyarına gider. Orada derviş baykuşu yakalar ve baykuşa sorar: "Sen bu cihānuñ ḫarāblıġın [ve]avadanlıġın nice keret gördüñ ola?"[13] Baykuş cevap verir: "Yüz biñ Süleymān [u Süleymān]pādişāh görmiş olam[14]. Sonra derviş görür ki, bu hal-i hayal de o şehrin gölgesiymiş. Uyanır ve yine özün mutlak birliği üzerine terennüm eder. Sonra derviş yine rüyaya yatar ve rüyada Muhammed Mustafa ona günahlarının bağışlandığını söyler. Ve ona bir şehri sorar. Şehir iki direk üstünde ve yer ve gök arasındadır. Derviş terennüm eder ve uyanır görür ki ne şehir var ne bazar. Ne yol var ne yolcu ne de menzil var. Cümle âlem bir olmuştur. Yine terennüm eder ve uykuya dalar, düşünde cümle âlemi kendi üstünde bir hırka olarak görür. Bu hırka ne eskimeye tabidir ne de yeni olmaya. Hırkayı çıkarır ve teferrüç eder. Yaptığı tüm yolculukları düşünür. Yine Süleyman peygamberi görür. Süleyman peygamber geyik avlamıştır. Derviş rüyaya yattığında, geyiği kendi içinde görür, Süleyman geyiği çıkarmasını söyler, derviş avını kimseye vermek istemez, derken Muhammed Mustafa gelir ve derviş Süleyman Peygambere mecal vermez, ardından uyanır. Yine bilindik terennümlerinden eder.

Uyur ve uyanır. Döngü devrandadır. Düşünde görür ki bu cümle gördüğü düş öz hayalidir, öz vücudunun halidir. Dahi hiç kimse yoktur. Özüne döner ve şöyle der: Ḥaḳḳa minnet ki ḥall oldı bu müşkil/Bir oldı ma'nāda sulṭān ile ḳul[15]. Gittikçe yaratıcıyla daha çok hemhal olmaktadır. Daha sonra kendisini Mışr camisinde görür. Cömert kaşşab dükkânında bulunur. Oradan da son vakfe durağı olarak Sultan'ın divanı önünde durur. Cümle yaratılmışı Sultan divanında saf tutmuş görür. Sultan'ın yüzünü görür. Sultanla karşılıklı konuşur, gönlü ferahlar ve dimdik ayağa kalkar. Rab didarını dervişe nimet eylemiştir. Artık bu çöl diyarında Leyla ile Mecnun arasındaki mesafe kapanmıştır. Leyla Mecnun'a, Mecnun Leyla'ya dönmüştür. Uzaklık ve yakınlık arasındaki uçurum yok olmuştur.

Rüyadan uyanır gözünü açar, görür ki cümle alem yüzüne karşı secde kılarlar. Dervişin vücudunun içinde ise yüz bin cihan yatmaktadır. Min külli kendi vücududur. En ihtişamlı terennümünü yapar: Benem cümle vücūd içindeki cān/Benem küllī ṣıfāt her dürlü erkân/Benem Leylā benem Mecnūn ki dirler/Benem ol ki özüm özüme ḥayrān[16]. En sonunda da, tüm bu hicret devranının bir dervişin düşü olduğu anlaşılır. Uyanır ve her şey yerli yerindedir. Ve gördüklerini yazar, ''Ariflere sorun, bu düşün tabirini arifler size eyidivirsün ve her ne kim şayıkladım ariflerden sorasız, bilesiz.''[17] Tüm bu eser, bir ''başladığın yere varma'' düsturunun hikayet edilişidir. Tüm bu içrek serüven, kimi zaman bir tehcir, kimi zaman gönüllü bir huruç, Ben'den Ben'e'dir. Benlik gerçeğe uyanır ve kendini yalnız bulur, benlik gerçeğe uyur ve rüyasında yine kendini görür. Birbirine bakan Sultan ve evren aynalarının tam ortasında, bir ben vardır ol vücudla, benden içeri. Kaygusuz'un sırrı mukaddesatta daim olsun


[1] Kitab-ı Maglata

[2] a.g.e

[3] a.g.e

[4] a.g.e

[5] ag.e

[6] a.g.e

[7] Sefer ha-Zohar, Kabbalah

[8] a.ge

[9] a.g.e

[10] a.ge

[11] a.g.e

[12] a.g.e

[13] a.g.e

[14] a.g.e

[15] a.g.e


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 26.04.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 16.04.2024 18:08
591

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1132 yazı bulunmaktadır.