Kemal Sayar ile Yavaşla’mak

Göğü, rüzgârı ve dağı duymak için sessizleşip kalbe dönmek gerekir. Kalp kendisine usulca söylenen her güzel sözü duyar, çünkü sakin olan güzeldir.
Modern insan araba sürmekle "kendisinin bile ücrasında yaşadığı" korkularını yatıştırır. Tabi bir yere kadar. Hız durup "revnaklı şehirler"e bakmaya fırsat vermiyor. Hız ve artan hareketlilik, toplumu daha fazla ruhsuzlaştırır, kutuplaştırır. Hız uyuşturur. Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Anlaşmak için zaman gerekir, zaman ve mekan. Konuşmanın yanında susmak gerekir, birbirinin söylediğine dikkat kesilebilmek, kalbini dostunun kalbine yaklaştırmak gerekir, insana ve gerçek hayata ayrılan zaman azaldıkça yabancılaşma çoğalır. Gerçek hayattan ayrışan bilinç, sanal ses ve sanal sohbetle uyuşuyor.
Hız, bir bakıma insanın kendi ölümünün, ölümlülüğünün farkına varmasını engelliyor. Hızla gelen duygusal uyarı bolluğu, insanın dikkatini çeliyor ve onu kendi kırılganlığını fark etmekten alıkoyuyor.
Güzel olan, kayda değer olan ne varsa yavaşlıkla yapılır. Telaş ve acelecilik toplumuna karşı, teenni ve sükûnet toplumunu diriltmemiz gerekir. Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark ederiz. Zamanla olgunlaşırız.
Yavaşlamak, anın keyfini çıkarmayı bilmektir. Ancak yavaşlayarak içimize bakabilir ve ancak yavaşlayarak hayatla konuşabiliriz. Bunun bir parçası da şehirleri yavaşlatmak olmalı. Şehirlerde arabaların girmediği "kurtarılmış bölge"lerimiz olmalı.
Yürümekle bedenimizi fark ederiz, o bedeni bize vereni fark ederiz. Yürümek, bu bakımdan şükrün ifasıdır. İçinde bulunduğumuz çağ "şimdi"yi yaşamamıza fırsat vermiyor, her şey gelecek için yapılıyor.
Bırakalım, çocuklar diledikleri gibi çocukluklarını yaşasınlar. Hata yapabileceklerini ve bu hatalardan öğrenebileceklerini kabullensinler. Çocukların, merak ettikleri soruların cevabını, kendi gözlemleriyle kendi çevrelerinde bulmaları, onları hem duygusal hem zihinsel açıdan zenginleştiriyor.
Bugünün gençleri bir "afazi"den mustarip, yani kendilerini sosyal ve tarihi bir özne olarak ifade etmekten yoksunlar. Günümüz gençleri, klavyelerin ucunda ışık hızıyla seyahat ediyor ve fakat hiçbir yere ulaşamıyor. Bir genç ancak konuşmak ve kendini ifade edebilmekle sağlıklı bir benlik duygusu geliştirir. Usul, asildir.
André Gorz'a göre insanlar bütün değerlerin sayılabilir olmadığını, paranın her şeyi satın alamayacağını, satın alınamayan şeyin temel olduğunu hatta işin özü olduğunu keşfettiklerinde "ticaret düzeni" temelden sarsılır.
Her ruh kendi hikayesini anlatmak ister. Her ruh ister ki hikayeleri başka insanlara çarpsın, onlarda çoğalsın, kendisine geri dönsün.
"Narsistik kafes" işyerinde herkesin anonim olması, teknolojinin insanlara hakim olmasıdır. Böylelikle yapmak için ayrılan zaman, olmak için ayrılması gereken zamanı yer bitirir.
Hayat bir çizgi değil, birbiri ardınca gelen şimdilerden ibaret. Hayat uzun bir şimdiden başkası değil.
Anı yaşamayı bilmek büyük meziyet. Bugünün hakkını verebilmek. Kierkegaard'ın "göz kırpması" veya "doğurgan an" dediği, kişinin geçmiş veya gelecekten önemli bir olayın anlamını birden kavradığı anları yakalayabilmek. Kişinin farkındalığının yükseldiği, "ebediyetin zamana dokunduğu" anlar.
Heidegger, geçmiş olan, geçip gitmiştir; geçmiş, gelmek üzeredir, der. Bugünün anlam ve metaforlarından bakarak geçmişi yeniden inşa ediyoruz. O halde geçmiş gelmek üzeredir, zira geçmiş her zaman yeni anlamlara açıktır. Geçmiş bugünümüze hizmet edecek şekilde yeniden yapılır ve hikâye edilir.
Viktor Frankl ıstırap, suçluluk ve ölüme "trajik üçlü" der. Homo paciens, ıstırap insanı "acıyı bal eyleyen" insandır. Istırapta bir anlam bulabilen insanlar ona daha kolay tahammül ederler. Suçluluk hissi, ar damarı çatlamamış insanlar için bir nimettir. Böylece hatalarımızdan döner ve onu yaratıcı/yapıcı bir oluş hamlesine çevirebiliriz. Ölüm bize nasıl yaşamamız gerektiğini bıkmadan her gün hatırlatır.
Beklemek ve sabır, hayatımızdaki ayrıntıları daha iyi fark etmemizi sağlar. Kusurlu insanlarız hepimiz. Bu yüzden her birimiz biriciğiz. Her şey olmamıza, her şeyi yapmamıza ve her şeyi bilmemize imkân yok. Kusurlarımızla daha güzeliz, velev ki çatlakları altınla/güzel eylemlerimizle onarmayı bilelim. İlham ruhumuzun serbest zamanlarında bize görünür.
Yavaşlama sanatı, onu doldurma ihtiyacı duymaksızın bir boşluk yaratabilmekle ilgili. Size kendiniz olma imkânı veren, kendi iç sesinizi ve sahici benliğinizi yeniden keşfetmemizi sağlayan bir boşluk. Durup da kendimize ne olduğuna, alem içindeki var oluşumuza, içimizde kımıldayan duygulara bakabilmek için bir imkân. Yavaşlık felsefesi, şeyleri doğal ritmine bırakmak ve o doğal ritme hürmet etmekle olur.
Karen Blixen'e göre modern insan kadere karşı sigortalanmak ister.
Roy Baumeister'e göre kötülüğün kaynağına dört sebep vardır: Para, bencillik, idealizm, sadizm.
Çocuklarımıza hikâye anlatmalı, onları hikayelerle emzirmeliyiz. Anlattığımız hikayeler onları anonim bir dünyada yurtsuz kalmaktan kurtaracaktır. Onlara bir aidiyet hissi verecek; başları sıkıştığında, uzaklarda üşüdüklerinde bu hikayelere iltica edebileceklerdir. Bir hikâyeyi paylaşmak aynı hayallerle ısınmaktır, birlikte düş görme temrinleri yapmaktır.
Kellesini ipten zar zor kurtarmış adamın zalimliğinden kork.
Layığıyla sevilmiş çocuklar bıçağın kanatabileceğini, kötü bir sözün can yakalayabileceğini bilebilir.
İncinmiş bir çocukluk, ancak bir başkasına yaslanarak, sendelediğinde mutlaka orada yanı başında olacağını bildikleri bir yürek değneği ile şifa bulacaktır. Hayat hep kendimize doğru bir yolculuktur. İnsan bir başkasını en çok kendi yaralarından tanır.
Bir acıyı anlamlandırabildiğimiz zaman, ruh eksik olanı ikmal eder; tamamlanır, olgunlaşır. O acıyı üreten yanlışları durmaksızın tekrarlamaktan vazgeçeriz. Hayat bazen bir şifa verme çabasıdır, ötekine, kendimize ve bütün varlığa. Dünyanın mağlupları, dünyayı yerleşmeye değer bir yer olarak göremeyenlerdir. İnsan hikayeler anlatmak isteyen bir varlıktır. Anlattığı hikayelerin yankılarını duymak isteyen, varoluşunu başkasının yüzünde seyretmek isteyen bir canlı. Can, dilde hayat bulur.
Faulkner'in dediği gibi, insan ölümsüzdür, sadece diğer varlıklar arasında yorulmaz bir sese sahip olduğu için değil, aynı zamanda bir ruhu; şefkate, fedakarlığa ve tahammüle muktedir ir ruhu olduğu için bu böyledir.
Modern uygarlık, "eşyadan yana zengin, zamandan yana yoksul" bireyler üretiyor.
Soljenitsın'e göre ele geçirerek değil, ele geçirmeyi reddederek insanlığa ulaşabilir.
Martin Buber, "Ben-Şey İlişkisi"ni değil, "Ben-Sen İlişkisi"ni tercih etmemiz gerektiğini söyler.
Gereksiz karşılaştırmalar, gerçekliği bozarak algılamamıza yol açar. Mutluluğun sırlarından birisi, şeylerden olduğu gibi hoşlanmak ve onları daha iyisi ile karşılaştırmamaktır.
İnsan, ötekinin yüzünü arayan bir varlık. Bir başkasında yankılanmak isteyen, içinin ışıklarını bir başkasının içine düşürmek isteyen bir varlık. Sohbet bir başkasının yüzünde kendi macerasını okuyabilmektir.
Bakhtin'e göre tek bir ses hiçbir şeyi çözmez, hiçbir sonuca ulaşmaz. Hayat ve varlık için asgari olan, iki sestir.
Foucault'nun deyişiyle akıl hastalarının maruz bırakıldığı "büyük kapatma", aslında toplumun sahte standartlarına uyum sağlamış "normaller"i korumak amacına matufsa, yaşlıların huzurevlerinde toplanmaları da ölümün her türlü tezahür ve hatırlatıcısını sosyal hayattan tehcir etmek amacını taşıyor.
Erik Erikson'a göre yaşlılık, "hayatın bütünlüğünün kavrandığı bir durak"tır ve insan oradan biriktirdiği bilgelikle hayatı seyredebilir.
Dünyaya kalbiyle sokulanlar çabuk yaralanır; kalp hassastır, hile bilmez.
Ernest Becker Ölümü İnkâr kitabında şunu der: Dünyanın kontrol edilebilirliği ve muntazamlığı yolundaki görüşümüz, bizi kendi ölümümüzle yüzleşmekten korur.
Kendine aşırı güvenen insanlar kendilerini kandırmaya da yatkın insanlardır.
Lewis Mumford'un dediği gibi yedi günahtan biri olan tamahkarlık artık girişimcilik adı altında alkışlanıyor.
Olmadığımız kişi olmaya çabalamak bizi sadece yorgun düşürür.
Ölüme gözlerimizi açmak ve ne kadar az zamanımız kaldığını idrak edebilmek, bize artık hayatı erteleyemeyeceğimiz de öğretir. Böylece hayatımızın dümenine geçer, yaşamak yükünü üzerimize alır ve bizim için gerçekten önemli şeylere odaklanırız. İnsan ölüm farkındalığıyla büyür, olgunlaşır. Bir okulsa hayat, müfredatın en önemli dersidir ölüm.
Ölümle yüzleşebilenler, hayatlarına derinlik ve anlam katabilen insanlardır. Ölüme verilecek bir cevabımız varsa, dünyanın bize geçici bir yurt olabileceğine dair ümidimiz var demektir. Ölüm, varlığı ışıtır. Onun sayesinde yaşamanın bir lezzeti, sevmenin bir izzeti olur. Ebediyetin ışıkları içeri sızdığı için, aşk vardır. Aşkın ışıkları içeri sızdığı için dünya insana bir ev olur. Ev, mananın olduğu yerdir. Varlığın evi, aşk ve anlamla çatılır.
Erdemli keder, değiştiremeyeceğimiz her kötülük karşısında kalbimizin hüzünle çarpmasıdır.
Gabriel Marcel'e göre umut, geleceğin hatırasıdır. Umut, varlığın ruhuna inanmaktır, fıtrata ve yaratılışın güzelliğine inanmaktır.
Kierkegaard'a göre hayat geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır. Hayat bir tamamlanma arzusudur.
Hannah Arendt'e göre aşk ortalıkta gösterildiği an, solmaya ve ölmeye yüz tutar.
Gözleri şefkatle ışıldayan bir anne çocuğun cennetidir. Analarımız aynalarımızdır.
Oğulların öyküsü babaların öyküsünün tam kalbinden geçer. Baba eşsiz bir gölgedir. Gerektiğinde çocuğun yanında olmak ama bazen de ona gölge etmemek gerekir.
Erkek çocuklar için hayat, baba ve annenin çocukluğa attıkları ilmiklerin çözüldüğü bir serüvendir.
Anne veya baba olmak; aklı ve kalbi, sevgiyi ve zekayı, iletişim ve sessizliği birleştirebilmeyi gerektiren bir sanattır.
Jacques Ellul Sözün Düşüşü'nde şöyle der: Görme, zafer kazanır; çünkü faydalıdır. Görme, bizi düşünme ve hatırlama derdinden kurtarır. Seyirciye dönüşen varlığımız herhangi bir eylemde bulunma imkanımızı felce uğratır.
Yazdığım bir yazı, bir başkasının kalbine değebiliyorsa, yeryüzündeki varlığımı daha anlamlı bulurum.
Kim ki entelektüel, fiziksel veya duygusal güçlerinin bir sınırı olduğunu bilir ve bu sınırları gönülden kabullenirse, o, bilgeliğe doğru bir adım atmış demektir. Hayatın büyük resmini dikkate alarak, bir denge ve oran tutturmak demektir bu. Aktığın ırmağın varacağı menzili özlemek. O ırmakla birlikte çağlamak, o çağıltıyla coşkuya kapılmak. Akışı hissederek akmak.
Yavaşla
Kemal Sayar
Kapı Yayınları
Sayfa 246
İstanbul, 2022
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 09.05.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2025 14:52