Kemalizm Bir Din midir?
Giriş
Geleneksel anlamda olmasa da seküler anlamda bir dindir. En azından Onur Atalay böyle iddia etmektedir. Onun yazdığı "Türk'e Tapmak" isimli kitabı son dönemde okuduğum bu alanda yazılmış en sağlam kitaplardan biri. Doktora tezi olarak yayımlanan bu eser iki savaş arası dönemde Türkiye'de ve dünyada ortaya çıkan seküler/siyasi dinlerin ortaya çıkış hikâyelerini karşılaştırmalı şekilde, derinlemesine bir analizle anlatıyor. Kitabın en güzel tarafı, yazarın tezini bol bol örneklerle destekleyip şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlamış olması. Ayrıca kitabın bir diğer dikkate değer tarafı, dönemin diğer üç ülkesinin, Almanya, İtalya ve Sovyet Rusya'nın, sekülerleşme sürecinin Türkiye ile benzerliklerini karşılaştırarak anlatması. İki savaş arasında Faşist İtalya'nın devleti, Bolşevik Rusların devrimi, Nazi Almanyası'nın da ırkı kutsallaştırarak siyasal dinlere dönüştürdüklerinden bahsettikten sonra Türkiye'nin de tarih ve millet düşüncesini kutsallaştırdığını iddia eder. Peki sekülerleşme serüveni nasıl başladı ve hangi aşamalardan geçerek zirvesine ulaştı?
Aydınlanma ve Fransız Devrimi
Bu konuda her zaman olduğu gibi tarihçiler iki önemli olgudan bahseder: Aydınlanma ve Fransız devrimi. Aydınlanmayla beraber sekülerizm yavaş yavaş kendini gösteriyor, o dönemde ilk defa kamusal alan kavramından bahsediliyor. Din kamusal alandan çekiliyor, vicdanlara doğru yolculuğa başlıyor. Burada yaşanan en temel paradigma değişiminin, dinin kamusal alandan çekilişi ve onun yerini akıl ve bilimin alışıdır diyebiliriz. Çünkü aydınlanma öncesi Orta Çağ'da, kamusal alan özel alan ayrımı yoktu. Dinler insanın her alanına nüfuz ederek bütünleşik bir toplum yapısı meydana getirmiş idi. Aydınlanmayla beraber teoloji felsefeden, bilimden, büyüden, siyasetten ayrışır, insanların evren ve zaman kavrayışı radikal bir şekilde değişir, Tanrının ve onun yeryüzündeki vekili olan kralların yerini vatan ve millet kavramları alır. Artık modern anlamıyla devletin ortaya çıktığı, ulusların hayal edilmeye başlandığı bir dönemdir.
Tabii burada özellikle Fransız Devrimine çok dikkat edilmesi gerekiyor. Zira yazarın iddiasına göre Fransız devrimi sadece siyasi bir devrim değil aynı zamanda dini bir devrim olarak ondan sonraki devrimler için ana laboratuvar işlevi görecektir.(s. 23) Zaten Fransız devriminden sonra Jakobenlerin yaptıkları bazı uygulamalar bize hiç de yabancı gelmeyecektir. Örnek vermek gerekirse, kamusal alanda dini tören ve seremonilerin yasaklanması, takvimin değiştirilmesi, kiliselerin kapatılması ve topraklarına el koyulması, tüm dönem boyunca 3000 rahibin giyotine gönderilmesi, din ve vicdan özgürlüğünün tanınması, evliliklerin sekülerleştirilmesi, kadınlara boşanma hakkı verilmesi, Tanrı ve kral yerine akıl, vatan, millet, halk gibi kavramlara tapınılmaya başlanması Fransız Devriminin aynı zamanda bir dinsel devrim olduğu tezini ispatlar niteliktedir. Çünkü Fransız devrimi sadece geleneksel yaşam ve tapınış biçimlerini ortadan kaldırmakla kalmaz bunların yerine yeni kutsallar ikame ederek yeni seküler dinlerin de kapısını aralar.
Türkiye'de Yeni Bir Din Yaratmak
Bizde Kemalist rejim kuruluş yıllarında halkın tepkisini çekmemek için başlarda İslam'ı ve geleneksel yaşamı değiştirmeye çalışmaz. Hatta kitapta vurgulandığı üzere belli bir süre 'Müslüman milliyetçiliği' de yapar. (s.178) Fakat ne zaman ki Cumhuriyeti kuran kadro, devletin bütün kuvvet aygıtlarını ellerine alır, özgüven kazanır, işte o zaman kafalarındaki projeleri hayata geçirmeye başlar. Özellikle 1925'lerden sonra dini kamusal alandan dışlayan bir politika güdülür. Hedef bellidir: Milliyetçiliği dinin yerine ikame etmek, yeni seküler bir din yaratmak. Burada herkesçe çok bilinen inkılap ve devrimlerden bahsetmeyeceğim, benim dikkat çekmek isteyeceğim nokta, dinin kamusal alandan kategorik olarak dışlanması konusunda kitabın vermiş olduğu pek de bilinmeyen bilgiler. Sözgelimi Mehmet Saffet, Ülkü'de yayımlanan "inkılap Terbiyesi" adlı makalesinde, öğretmenlere yönelik olarak "dini kategorik dışlama"nın nasıl işleyeceğini gösterir. Ona göre: "Dinden hiç bahsetmemek en iyi layiklik terbiyesi vermek demektir." Kendilerine konuyla ilgili soru sorulsa dahi bu prensipten vazgeçilmemelidir.(s. 79)
Seküler bir metafizik yaratma çabalarına verilebilecek en çarpıcı örnek o dönemdeki camilerin durumudur. 1927 ile başlayan ama esas 1935 tarih ve 2845 sayılı kanunla kapsamı epey genişletilen kadro harici camiler nitelemesine uyduğu gerekçesiyle, mevcut camilerin yüzde elliye yakını yıkılır, satılır ya da kapatılır. Kapanan camiler çoğunlukla ordu yararına kullanılacaktır. Fakat Halk Partisi'ne satılan cami de yok değildir. (s.80) Uygulamalar bununla da sınırlı kalmaz. Ramazan, 1926'dan sonra gazetelerde bir tema olarak giderek önemsizleşir. 1930'lardan sonra ise hiçbir yazılı ve görsel medyada ramazandan bahsedilmez olur. Tarih kitaplarında 1910'lu yıllarda kendisinden "Hazret-i Peygamber zi-şan efendimiz" olarak bahsedilen İslam peygamberi, 1920'lerde "Hazret-i Peygamber"e, 1930'larda ise yalnızca "Muhammed"e dönüşür. (s.80) 1924'te haftada 2 saat olan ve 2. sınıftan başlayan din dersi, 1926'daki ilk Mektep Müfredat Programı ile haftada 1 saate indirilir ve 3. sınıftan başlatılır. 1933'te ilkokul müfredatından da çıkarılır. Benzer şekilde 1924'te açılan ve açıldığı yıl 29 okula ve 2.258 öğrenciye sahip imam Hatip Mektepleri, 1926 yılında 2 okula ve 278 öğrenciye düşer; 1930'da da, öğrenci yokluğu nedeniyle kapatılır.(s.80) 1924'te kurulan Darülfunun ilahiyat Fakültesi'nin, 1932 yılına gelindiğinde 13 müderrisi ve sadece 3 talebesi mevcuttur, yani fiiliyatta kapanmıştır. Zaten 1933 üniversite reformuyla önce Yüksek İslam Enstitüsü'ne çevrilir ve aynı yıl resmi olarak da kapatılır.(s.82) Okullarda okutulmak için yazılan Tarih kitaplarında yaradılış inancına yer verilmez, evrimsel görüş önem kazanır. Afet İnan'a yazdırılan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabında İslam ve peygamberi üzerine olumsuz eleştiriler getirilir.
Yazar bütün bu uygulamaları kitabında şöyle yorumlar: "Gerçekten de o dönemde anlaşıldığı haliyle Kemalist laiklik, "köktenci bir din eleştirisinden" değil, "dinsel kurumların nüfuzunu kırma", hatta "dinsiz bir toplum değilse bile din dışı bir toplum" yaratma amacına matuftur. Bir başka ifadeyle "Bu dönemde amaç, yalnız devletin ya da 'siyasal'ın değil, aynı zamanda toplumun ve 'toplumsal'ın da laikleştirilmesidir." (s.86)
Kemalizm: Yeni Seküler Din
Füsun Üstel, bütün rejimler ve ideolojiler gibi Kemalizmin de zora ve ikna/ rızaya dayanan ikili bir yapısı olduğunu, ama Kemalizm özelinde zora dayanan boyutun fazlasıyla öne çıkarılıp, diğerinin çokça ihmal edildiğini belirtirken haklıdır. (s.97) Kemalizmin bir seküler milliyetçilik kurgusu vasıtasıyla siyaseti kutsallaştırma gayretleri artık zora dayalı olarak, tepeden inmeci bir yöntemle halka benimsetilecek, hızlı bir şekilde geleneksel dinin kavramlarından Kemalist kutsallara doğru radikal bir kutsiyet nakli yaşanacaktır. Enteresandır Kemalistler bunları yaparken yaşadıkları dönemin diğer totaliter rejimlerinden ilham alacaklardır. Çünkü Atalay'ın da belirttiği gibi dikkat çekici nokta, rejimin dönemin diğer totaliter rejimlerinin seküler dinler haline geldiklerinin farkında olmalarıdır. Öncelikle, toplumun tanrılaşması veya devrimin bir din olarak ele alınması, onların yabancısı olduğu fikirler değildir. Falih Rıfkı'nın anlatımıyla: "Biz de Leninizmin Rusya'daki, Mussolinizm'in İtalya'daki tecrübelerinden istifade edebiliriz. Türk yığınlarının terbiyesi için Moskova'nın yığın terbiyesi metotları, devletçi Türk iktisatçılığı için Faşizm'in korporasyon metotları, yepyeni kafa ve ruhta bir Cumhuriyet genci yetiştirmek için her iki inkılabın çocuk ve genç yetiştiren metotları adım adım tetkik edeceğimiz şeylerdir." (s.67)
Tabii şunu da belirtmemiz gerekir ki 'Kemalizmin hiçbir orijinal tarafı yoktur, birebir diğer totaliter rejimlerin kopyasıdır.' diyemeyiz. Fakat birçok yönlerden benzerdir. Zaten yazar da buna dikkat çekerek, "Elbette geçmişte ve günümüzde Kemalizmi bir çeşit faşizm (veya bir çeşit sosyalizm... vs.) olarak sunan yayınlar büyük ölçüde abartılıdır. Fakat Kemalist rejimin, diğer üç totaliter rejimle, eğitim, propaganda ve yönetim teknikleri bağlamında karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu da doğrudur." diyecektir. (s.68)
Kemalizmi seküler bir din haline getirmeye çalışanların başında Yakup Kadri Karaosmanoğlu gelir. 1929 Milliyet gazetesindeki anketinde Kemalizmden mezhep diye bahseder, onu Gazi'nin en büyük eseri olarak vasıflandırır. Daha önce Kemalizmden mezhep olarak bahseden Yakup Kadri, bu sefer 1931 tarihli bir yazısında "Kemalizm tarikatı" ifadesini kullanır. Ona göre bu tarikatın, "ateşini en kör gönüllere aşılamak kudretine" sahip olunmalıdır.(s.100)
Yine rejimin sadık müelliflerinden Falih Rıfkı Atay ise 1933'te Kemalizmin vahiy olduğunu ima eder:
"Kemalizm Türk milletini yapmak davasıdır... Biz Türk milleti hakkında Küfr'ü reddettik... Bu milleti yetiştireceğiz, dedik. Yetiştirmek aşkı, milleti inkar etmek değil, Tasdik etmektir. Türk milletinin Vahiy'e ihtiyacı olmadığını söyliyen Demagog ve Oportünistlerle, Türk milletinin adam olmayacağını söyliyen Beyoğlu ve Babıali soysuzları arasında büyük bir fark yoktur." (s.101)
Meclis'te söz alan Kemalizmin ideologlarından olan Ahmet Ağaoğlu, inkılabı (daha Kemalizm kavramıyla karşılanması yaygınlık kazanmamıştır) şöyle anlatacaktır:
"Efendiler, Cumhuriyet, inkılap baştanbaşa bir dindir, bir imandır. (Ona şüphe yok sesleri). Bu dinin, bu imanın bir kitabı olacaktı, bir ibadeti olacaktı, dâhileri olacaktı, müminleri olacaktı, Cumhuriyetin faziletlerini, fikirlerini cemaat arasında geceli gündüzlü çalışarak neşrü tamim edecek [yayacak], bu cahil cemaati yürütecek adamlar olacaktı…"(s.101)
Burada verdiğim örnekleri okuyucuyu sıkmamak adına yeterli buluyorum. Kemalist seküler dinini, geleneksel dinin terminolojisiyle anlatan ifadeler kitapta bolca mevcut. Zaten kitabın ilerleyen sayfalarında Kemalizmin nasıl bir din haline getirildiğini, Mustafa Kemal'in önce peygamberleştirilip daha sonra nasıl tanrılaştırıldığını, Nutuk'un da bu dinin kutsal kitabı haline getirilip nasıl tapınıldığını hayretler içinde okuyacaksınız.
Mustafa Kemal ve İman
Peki din ve Tanrı söz konusu olduğunda Atatürk'ün şahsi görüşü nedir? Mustafa Kemal, tıpkı Lenin, Stalin, Hitler veya Mussolini gibi, ifrat derecesinde ruhban karşıtıydı, bunda şüphe yok. Bununla birlikte onun dini inançları ile alakalı ne denilebilir ve bu inancı diğer isimlerle ne kadar benzeşir? Kitapta bahsi geçtiği üzere Lenin, Stalin ve Mussolini ateisttirler. Bununla birlikte Mustafa Kemal'in hayatının hiçbir döneminde en azından deklare ateist olduğunu bilmiyoruz. Evet, kurucu kadronun hatırı sayılır bir kısmı da mevcut yapısıyla dini (İslam'ı) başından beri gelişmenin önünde engel olarak görüyorlardı. Bu sebepten Kemalist kadronun zihin dünyası, radikal şekilde seküler, hatta yer yer din karşıtıydı. Fakat ne Mustafa Kemal ne de Kemalist kadrodan herhangi birisi Lenin veya Stalin gibi ateizm propagandası yapılması emri vermiş de değildir. Mete Tunçay'ın bu konudaki görüşü makul bir orta yol sunar. Ona göre Atatürk ateizme de belirli bir süre eğilim duymakla birlikte, temelde bir deisttir.(s.92)
Sonuç
Cumhuriyeti kuran Kemalist kadro, aldıkları eğitim, okudukları kitaplar ve dönemlerindeki ideolojilerin de etkisiyle dine mesafeli ve bilime tapma derecesinde bağlı, aşırı pozitivist, evrimci ve materyalist bir düşünce yapısına sahipti. Cumhuriyet eliti, Kemalizmin dört temel kutsalı olarak, "Bilimcilik, Batıcılık, Türk Milliyetçiliği ve Gazi Kültü "ne iman edercesine bağlı idiler. Bu kutsallardan ilk üçü Osmanlı döneminde oluşmaya başlamış, Cumhuriyet Döneminde olgunlaşmışlardır. Kemalistler bu kutsalları tıpkı dönemin diğer totaliter rejimleri gibi geleneksel dinlerin yerine ikame etmeye çalışmışlar, adeta birer siyasi din haline getirmişlerdir. Bunu yaparken ikna ve gönüllülük esasından çok zora ve baskıya dayalı bir yöntem izlemişlerdir. Tabii dönemin Faşist İtalyası, Nazi Almanyası ve Bolşevik Rusyası'ndan da ilham almayı unutmamışlardır… Üzerinde bahsettiğimiz bu kitap Türkiye'nin modernleşme serüvenini çok çarpıcı örneklerle ve derinlemesine bir analizle anlatıyor. Kitap üzerine çok fazla konuşulabilir, daha detaylı analizler yapılabilir fakat biz bu yazımızda bütün konulara değinmemiz imkânsız olduğu için kısa değinilerle yetinmeyi uygun bulduk. Sözü fazla uzatmadan, yorum ve takdiri okuyucuya bırakıyor, kitabın bizzat kendisini okumalarını tavsiye ediyoruz.
Türk'e Tapmak
Onur Atalay
İletişim Yayınları
İstanbul-2022
360 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 23.02.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.02.2024 15:57