Kitap Konuşmaları: A.Erkan Akay
Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?
Yazım sürecimde insanların ilgisini çekecek bir rutinim sanırım yok. Benim için yazarlık sadece okurluğun küçük bir parçası gibi. Zamanımın çoğunu okumakla geçiriyor, okuduklarımdan, anılarımdan ya da yaşadıklarımdan bir itkinin yazmak için beni harekete geçirmesine ihtiyaç duyuyorum. O itkiyi bulup yazmaya başladığımda düzenli okumalarıma ara verip metnime yoğunlaşıyorum. Yazım aşamasında, metnimle ilgili kitaplara, notlarıma dönüşlerim oluyor veya metnimin akışı sekteye uğrarsa uzaklaşıp zihnimi sıfırlamak için farklı okumalar yapabiliyorum. Yeni bir fikirle geri döndüğümde yine akış başlıyor. Rutinim diyebileceğim tek şey çalışma saatlerim olabilir. Bugüne kadar mesai saatleri dışında pek yazmadım. Okumalarım da yazmalarım da her zaman mesai içerisinde olmuştur. Mesai dışında metinle ilgili bir şey zihnime düşerse ki genelde düşer, ne yapıyor olursam olayım onu düşünür, zihnimde şekillendirir, zihnimde defalarca yazar bozarım ama yazmaya oturmam. Ertesi gün mesai başladığında zihnimde birikenlerin hepsini metne boca ederim. Özellikle geceleri metnimle ilgili bir çözülme yaşadığımda bazen hikâyem çorap söküğü gibi uzayıp gider ve ertesi gün yazacak belki beş, belki on sayfam zihnime kazınmış olur.
Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?
Dünyaya dair düşüncelerimi hayal kırıklığından ziyade "şikâyet" olarak tanımlayabilirim ama bu şikâyetçi tavrımdan rahatsız olduğumu da belirtmeliyim. Etrafındaki bütün aksaklıkların farkında olmak belki birçok yazarın çektiği büyük bir eziyettir. Yazdığımda bundan kurtulduğumu hissetmiyorum. Yani "yazmasaydım ölürdüm" klişesini benimseyenlerden değilim. Yazıyorum ve yine öleceğim. Yazıyorum ama aksaklıklar devam ediyor. Mesele benim rahatlamamsa gidişat değişmediği sürece rahatlamıyorum. Gidişat değişmiyor dolayısıyla yazıyor olmak beni kurtarmıyor. Çünkü mesele benim kurtulmam değil. Şikâyet ederek yaşamaktan usandığım için yazarak şikâyet etmeyi de bir aşamadan sonra gereksiz bulmaya başladım. "Sizin için yazmak nedir?" sorusu bir kez daha sorulmuştu ve orada içimden gelerek verdiğim anlık bir cevabı üzerine düşündükçe daha çok beğenmeye başladım. "Benim için yazmak arkadaşları oyuna çağırmaktır." demiştim. Ben çocuklara yazıyorum. Her kitabımda çocukken arkadaşlarımı oyuna çağırdığım ya da onların beni oyuna çağırdığı anlardaki heyecanı hissediyorum. Çaldığım kapı açılacak mı? Acaba kim gelecek? Kim oyuna katılacak? Oyundan ne kadar zevk alacağız? Oyun bana unutulmaz bir an yaşatacak mı? Çocuk okurlarım içimdeki çocuğun, çocuk benin arkadaşlarıdır. Onları oyuna çağırıyorum, katılırlarsa seviniyorum. Çünkü bence insan hayatının en güzel dönemi şüphesiz, arkadaşlarla oynanan en keyifli oyunlarla geçen günlerdir. Bunu on iki on üç yaşlarımdayken idrak etmiş, bir gece yazlıkta arkadaşlarla batak oynarken "oğlum bir daha hiçbir zaman şu an olduğumuz kadar mutlu olamayız, bunlar en güzel günlerimiz" demiştim. Bütün arkadaşlarım bir an dönüp bana bakmıştı. Şu an o tespiti yapan çocuğa sarılıyorum. Onun ellerinden, gözlerinden öpüyorum. Belki de o anı yakalamayı ve saklamayı başardığım için bugün çocuk kitapları yazabiliyorum. Yazmasaydım ölmezdim ya da yazdığım hâlde öleceğim ama yazdığım için o çocuk hâlâ yaşıyor. Belki şimdi çok farkında değiller, henüz onu yeterince tanımıyor ve anlamıyorlar ama bir gün çocuklarım da -çocuk beni merak ettiklerinde- kitaplarımı tekrar tekrar okuyarak o çocukla tanışacak.
Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Sizi yazmaya teşvik eden olay neydi? Ya da size öncü olan, yazmalısın diyen ilk kişi kimdi?
Yazmaya bir ilgi ve küçük bir yetenek çocukluktan beri vardı ama eğitim sistemimizin altında kalıp tam aksi bir yöne doğrultuldum. Eğitimim baştan sona sayısal ağırlıklıydı. En iyi okuldan mezun bir mühendis oldum ve bunu neredeyse hiç kullanmadım. Bir boşluk döneminde okumaya tutunmuştum. Bu okuma dönemi içerisinde kardeşimin uzun yıllardır yazmak istediği ticarî bir kitap gündeme geldi. O kitabın üzerine eğilmemle ilk kez bir yayıneviyle iletişimim oldu. Onlardan gelen "çocuk hikâyeleri yazmayı düşünür müsünüz" sorusuyla küçük kızıma okuduğum çocuk kitapları üzerine düşüncelerim çakışınca bunu denemek için bir yol açıldı. Bu yolda bir nasibim varmış ki ilk denemelerim o yayınevinin değil ama bu alanda daha yetkin ve güçlü bir yayınevinin ilgisini çekti. Bu süreçte ilk destek de, devamlı destek de en büyük teşvik de hep eşimden geldi. Hayatımda eksikliğini hissettiğim, zamanında ve yerinde gelmeyen destekse bütün kompozisyon ve şiir yarışmalarına beni göndererek görevlerini yerine getiren (!) ama yazmam konusunda bana en ufak bir katkıda bulunmamış olan Türkçe öğretmenlerimin esirgedikleridir. Üniversitede yazdığım İngilizce bir metni fark eden yabancı bir hocam bile onlardan daha fazlasını yapmıştı.
Yazar olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Sizi usta bilen çocuk edebiyatı yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Estağfurullah. Kendimi usta olarak hiç görmedim. Beni örnek alan, takip eden var mıdır onu da bilmiyorum. Varsa da benim bundan haberim yok. Eleştiri yazılarımızdan faydalananlar, teşekkür edenler olduğunu biliyor ve memnun oluyorum. Bir şey öğrenmek isteyen, soran olursa elimden geldiğince cevabımı verir, yardımcı olurum ama durup dururken ustalık olsun diye ortaya koyacağım bir donanımım yok. Ben sadece okuyorum ve yazıyorum. Yazdıklarımı okuyanlar keyif alırsa tatmin oluyorum. Bundan başkası talebim de değil, beklentim de değil, hakikatim de değil. Atölyeydi, dersti, hocalıktı, bunları samimiyetle söyleyeyim ki kendimden uzak görüyorum.
Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?
Yazmakla ilgili böyle bir görüşüm yok. Başka bir iş bulur, çalışmaya devam ederdim. Ama okumasaydım o bulacağım işler belki de beni kendinden başkasına faydası olmayan, kimseye dokunamayan biri yapardı ve bu da bir süre sonra yıkıcı bir tatminsizlik getirirdi. Otuz beş yaşımdan itibaren yoğun bir "nasıl faydalı olabilirim" hissi altında ezildiğimi hissetmeye başladım. Bu his, doğru işi, doğru mecrayı, hayatına anlam katacak eylemi bulamayan yetişkin insan için çok ağır bir yüktür. Başarılı da olsanız, çok para da kazansanız mutlu olamazsınız. Okumak ve yazmak bana bu histen kurtulacak bir yol açtı tabii ama aksi hâlde iyi kötü başka bir iş edinirdim. Yazmakla mükellef değiliz nihayetinde, yaşamakla ve bu dünyadan iyi insan olarak geçmekle mükellefiz.
Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şair/şiir var mıdır?
Yola çıkana kadar Oblomov'um, yola çıktıktan sonra Frodo Baggins. Yahya Kemal'de de parçamı bulurum, Didem Madak'ta da. Herkeste kendimden bir şeyler bulabilirim ama kendime en yakın bulduğum diyebileceğim biri bir anda aklıma gelmedi, demek ki yok. Olmaması da yeğdir bence. Aksi hâlde özgünlüğüme güvenemem, günden güne ona yakınsarım. Diğer yandan hayatta böyle birine tek bir noktada ihtiyaç var; o da evde, eş olarak. Orada onu buldum. Kitaplarda bulmasam da olur.
Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir, yazmaktaki gayeniz ne?
Evet benimki de dertle başladı. Yazmadan önce de olan, yazdıktan sonra da olacak dert tabii ki insanlara faydalı olabilmek, hepimiz için daha güzel, daha iyi bir hayat. Birliktelik, huzur, anlaşabilme. Bunu sağlayabilmek için elden ne gelirse... Birini kavgadan, karmaşadan, telaşeden çekip alabileceğiniz birkaç saat bile bu amaca hizmet eder. İnsan okuduğu süre içerisinde bütün kötülüklerden uzak durur. Okumak yerine başka işlerle uğraşırken, insanlarla mücadele ederken ister istemez etrafına vereceği zararları vaktini okumaya ayırdığında bertaraf etmiş olur. Burada kastım okuduğunuz kitaplardan öğreneceklerinizle daha iyi bir insan olacağınız değil. Sadece bir kitapla muhatap olduğunuzda kimseye zararınızın dokunmayacağı bir zaman dilimindesiniz demektir. Dünyadan ve dolayısıyla bütün tuzaklarından sıyrılırsınız. Ben ömrüm boyunca öfkemle mücadele ettim. Belki okumaya ayırdığım yıllarda başka işlerle uğraşıyor olsaydım birilerinin canını yakabilir ya da en azından sıkabilirdim. Şükür sıkmadım. Kitaplarla kendimi bundan alıkoydum, korundum.
Bildiğim kadarıyla çocuk kitapları yazmaya sağlıklı beslenme odağıyla başladınız, sonra iş nasıl bu kadar genişledi?
Evet, o bahsettiğim ilk yayınevim benden çocuk kitapları isteyince bildiğim bir konudan, kendi mesleğim olan gıda mühendisliğinden harekete geçmenin doğru olacağını düşündüm. Biraz da sağlıklı beslenmeyi, spor yapmayı, çağın bedenlerimize saldıran bütün zararlılarına karşı koymayı kafaya taktığım ve bu konu çocuklarımız için hayatî önemde olduğu için, çocuklara ne yemeleri ve ne yememeleri gerektiğini farklı bir şekilde, hikâyelerle anlatmak istedim. Yayınevine hikâyelerimi gönderdikten sonra dönüt alamadım. Şaşırdım ve herhalde beğenilmedi diyerek pes ettim. O sırada eşim devreye girdi ve bu hikâyeleri mutlaka başka bir yayınevine göndermem gerektiğini ısrarla tekrarladı. Ben de hikâyeleri sağlıklı beslenme konularında yayınları da olan bir yayınevine gönderdim; sanırım iki saat sonraydı olumlu şekilde geri döndüler. Yayın yönetmeninin aklında böyle bir proje varmış, başını iki elinin arasına almış nasıl yaparız diye düşünüyormuş. Her işte bir hayır vardır sözünü böyle tecrübe ettim ve o günden beri buna imanım tamdır. Sonra bu yayınevi hikâyelerin sayısını artırmam yönünde beni teşvik etti. Bu sayede çocuk yazınına 5 kitap ve 30 hikâye ile toplamda 400 sayfalık bir diziyle girmiş oldum.
Ardından aynı yayınevi başka bir projelerini benim yazmamı istedi, deneyeyim dedim ve o da "II. Abdülhamid'in Hafiyeleri" adlı kitabı doğurdu. Halen en çok okunan kitabımdır.
Sonra, okuduğum bir kitaptan esinle "Kara Kapan" adlı hikâye kafamda şekillenmeye başladı. Bu meseleyi bir şekilde çocuklara anlatmalıyım dedim. İlk gençlik romanım böyle geldi. O kitapta bugünün gencinin mutlaka farkında olması gereken konulara değinmenin tatminini yaşadım. Okurumu biraz zorlamayı göze aldım. Ama okuyup üstesinden gelebilenlerden de çok sevindiren geri bildirimler aldım. Ortaokullarda, liselerde, gidişatı değiştirmek isteyen gençlerle bu kitap üzerine derin sohbetler gerçekleştirdik.
Ardından şu on iki on üç yaşımdaki çocukluğum vardı ya, hani sarıldığım öptüğüm; ona döndüm ve onun en güzel anılarını "Helâlühoş" isimli bir çerçeve hikâye içinde topladım. Çocukluğuma en tatlı bir şekilde dokunan herkesi o kitaba kattım, ortaya okuyup okuyup ağlayabileceğim bir kitap daha çıktı. Yanlış anlaşılmasın; okurken ben ağlarım ama okurlarım yer yer biraz duygulansalar da genelde daha fazla güler, eğlenirler. Neşemin kitabını yazdım diyebilirim.
Sonra yine bir proje kapsamında çevre bilinci konulu üç hikâye yazdım. Bunu bir kitap olarak planlamıştım ama yayıncı hikâyelerin her birini ayrı kitaplar olarak basmaya değer bulunca üç kitabım daha oldu. Perdem Yelken Olsa, Sıfır Atık Seyir Defteri, Bambaşka Bir Dünya.
Son olarak da kaplan sever oğlum eve kaplan almamızı isteyince kaplan alamayacağımızı ama onun için kaplanlı bir kitap yazabileceğimi söyledim ve "Sundarban" adlı resimli kitap doğdu. Sundarban'da anlattığım hikâye Hint Okyanusu kıyısındaki özel bir orman bölgesinde yaşayan kimi tanıdık kimi de biraz yabancı olduğumuz birkaç hayvandan, aslında onların görme duyularındaki farklardan faydalanarak farklarımızı değil benzerliklerimizi görme üzerine güzel bir kurgu içeriyor. Bir de bu kitapta ilk defa yapay zekâ ile resimlendirmeyi denedik. Henüz yapay zekânın metinleri yorumlayıp görüntüler oluşturma kabiliyeti sınırlı olsa da özel çalışmalarla görüntüleri şekillendirdik ve çocuklar ilgiyle karşıladı. Son Konya fuarında kitabın çekiciliğini test etme imkânımız oldu ve sonuçlar çok sevindiriciydi.
Bir kitaptan iş buralara nasıl geldi sorunuzun cevabı bir işe yoğunlaşmak ve ona kafayı takmakta. İnsan istediği, sevdiği, ilgisi ve yeteneği olan işi yaparsa ve bu işte sebat ederse bir şekilde kendisine bir yer buluyor. Edebiyat camiasına benim kadar uzak, hemen hemen hiçkimseyle bir bağı, bağlantısı olmaksızın, kendi dört duvarı arasından bu işe kalkışan birine yollar açıldıysa herkese açılabilir. Ama kolay ve kısa zamanda olmayacak; bunu da söylemeliyim.
Çocuklarımız için güzel bir dünya hayal ediyorsunuz ve bunu kitaplarla çocuk okurlara anlatmaya gayret ediyorsunuz, hiç umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu? Kitaplarla çocukların dünyası değişir mi sizce?
Oluyor elbette. Ruh hâlim çok değişkendir. Bir günü çok güzel, bir günü karanlık görebilirim. Kitaplarla çocukların dünyası değişir mi bilmiyorum ama çocukların güzelliğine, saflığına, temizliğine şahit oldukça benim dünyam değişiyor. Belki de çocuk kitaplarıyla, çocuklarla ilgilenen büyüklerin dünyası değişiyordur. Çocuk-yetişkin demeden her an olumluyu, iyiyi, güzeli, temizi, doğruyu, hoş olanı ararsak dünyamız değişecektir. Ben bunu yapmaya çalışıyor ve çabamı çocuklarla paylaşıyorum. Benim gibi düşünen ve bu işle uğraşan insanların da davranışlarında ve seçimlerinde diğerlerine göre daha hassas, daha bilinçli olduğunu görüyorum. Bizim dünyamız nispeten hâlâ temiz ve güzel.
Helâlühoş'ta arkadaşlığa, Sıfır Atık'ta daha temiz bir dünyaya, Sağlıklı Beslenme Hikâyeleri'nizde yediklerimize içtiklerimize dikkat çekiyorsunuz. Aslında bu meseleler sadece çocukların değil hepimizin üzerinde durması gereken önemli mevzular Bu ciddi meseleleri çocuk dünyasına indirgemek sizi zorluyor mu? Bu bağlamda yetişkin öyküleri yazmak daha mı kolay olurdu sizin için?
Hayır, bunları çocuklara anlatmak hem daha kolay hem de aklın gereği. Yetişkinler için artık bu konularda iş işten geçmiştir. Örneğin Kara Kapan'da da faiz ve tüketim kültürü eleştirisi var. O konu için de aynı şeyi düşünüyorum. Kapana kısılmışlar için iş işten geçmiştir. Anlatacaklarımızı zaten biliyorlar ancak ellerinden bir şey gelmiyor. Biz çocuk kitapları yazarları, henüz yapacak bir şeyi olanlar, önlerinde uzun bir yol ve birçok seçimi olanlar için yazıyoruz. Onlarda umut var. Yetişkinlerde yok. Biraz daha ileri gideyim; yetişkinler bu temel meseleleri çözememişlerse daha büyük, daha derin meseleleri okumalarının da bir faydası olmaz. Bilgiyle kendilerini tatmin eder, yeri geldikçe bilgiçlik taslarlar ama iradeleri bilgileriyle çelişir, eylemleri kadük kalır. Eyleme dönüşmeyen okumalar hakkında söyleneni biliyorsunuz; eşek ve yükü hikâyesi!
Çocuk edebiyatına ilgi giderek artıyor. Siz bu manada neler söylemek istersiniz? Nasıl buluyorsunuz bu ilgiyi?
Evet, Türkiye'de çocuk kitapları üzerinden bir okuma seferberliği yaşanıyor. Bu seferberlik ticarî bir hamleden ibaret olarak kalmazsa, bu aşı tutarsa ve nicelik niteliğe dönüşürse okuma kültürü ve faydalı okur-yazarlık açısından birkaç on yıl sonra durum bugünkünden çok daha iyi olabilir. Buna emek verdiğim için genelde kötümser biri olmama rağmen bu konuya elimden geldiğince iyimser bakmaya çalışıyorum. En azından katkıda bulunmak elimden geliyor ve elimden geleni ardıma koymuyorum.
Son olarak sizce bugün çocuk edebiyatının en temel sıkıntısı nedir? Neler önerirsiniz bu sahaya ilgi duyan okur ve yazarlara?
Çocuk edebiyatına dair dile getirilen bütün sıkıntılar sanırım yaşanması kaçınılmaz, sürecin bir parçası olan sıkıntılardır. Geç girdiğimiz bir alanda bizden önce ilerleyenlerin de yaşadığı sorunları yaşıyoruz. Eleştiri yazılarımızda yeri geldikçe bu sorunlara dair nokta atışlar yapıyor, muhataplarımızın önlem almalarını, daha hassas olmalarını talep ediyoruz. Bunların hepsi aşılacak, zaman pürüzleri ortadan kaldıracaktır. O nedenle üzerlerinde çok durmayalım ve bu sıkıntıları en hızlı nasıl aşarızın formülünü verelim. Anne-babalar ve öğretmenler ne kadar çok çocuk edebiyatı okur ve okuduklarıyla ilgili fikirlerini de farklı mecralarda yazarlarsa o kadar geniş bir bilinç ağımız oluşur. Bugün kitaplar hakkında bildiklerimiz birkaç popüler kişinin görüşünün hızla yayılmasına dayanıyor. Çoğu göstermelik ve birbirinden kopya görüşler, değerlendirmeler. Okuma tercihlerimiz bunlara göre şekilleniyor. Oysa her çocuk farklı ilgi ve yeteneklere sahiptir, farklı okumalardan keyif alabilir, beslenebilir. Edebiyatın sınırlarını daraltmamak, çocukların okuma zevkine saygı duymak ve okumalarımızı paylaşmak gerekiyor. Filmleri beraber seyrediyoruz, müziği beraber dinliyor, bir sergiye beraber gidiyoruz ama kitapları beraber okumuyoruz. Çocuklarla beraber okumak ve okunanlar üzerine konuşmak ufuk açıcı olacaktır. "Kitaphaber" bu noktada ebeveyn ve öğretmenlerin yükünü hafifletecek bir iş yapıyor. Herkesin farkına varması gereken bir iş bu.
Yazarlara, kalıplara uymamalarını, klişelere kulak asmamalarını, başkalarının çerçeveleriyle kendilerini sınırlamamalarını öneririm. Çünkü nicelik arttıkça eserler birbirine benzemeye başladı. Bugün kanunmuş gibi aranan bazı ölçütlerin belki bundan on yıl sonra sözü bile edilmeyecek. Dolayısıyla iyi bir hikâyeniz varsa, nasıl anlatmak istiyorsanız öyle anlatın. Kimseye benzemeyin. Birilerine benzeyerek beğenilmektense kimseye benzemeyerek beğenilmemeyi göze alın. İyi metinler herkese hitap etmek zorunda değildir. Benim bir okurum var, her zaman onu ararım. Ne demek istediğimi anlayacak biri, orada bir yerde. Bir kitle, bir yığın değil. Bir çocuk. Ve beni bekliyor. Benim yazdıklarımı okuduğunda dünyası değişecek. Belki ömrüm boyunca böyle tek bir okurum olacak, belki de hiç olmayacak ama aradığım odur. Onun beni okuduğundan muhtemelen haberim bile olmayacak ama o, kitabımı okuduğuna çok sevinecek. Bir araya gelsek sabaha kadar sohbet edebiliriz onunla. Ya da bana okuduğu diğer kitaplardan bahsedebilir, dinlerim. İşte yazmak öyle bir dert anlatmak, denize atmaktır. O okura ulaşamasam dahi arayışım beni en iyi metnime taşıyacaktır.
Cevaplarınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Başarılar dilerim.
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 03.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.11.2023 10:09