Kitap Konuşmaları: Mustafa Uçurum
Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?
Yazmayı bir ihtiyaç olarak görürüm ben. Her gün yapılması gereken bir sosyal aktivite gibi. Hiç olmazsa bir cümle de olsa mutlaka her gün yazarım. Şiir için geçerli değil bu kural belki ama deneme, öykü, kitap yazıları ya da dergiler üzerine yazdığım notlar bu rutinin bir parçasıdır. Yazmadığım zaman elim soğuyacak gibi hissediyorum. Elimde kalem, not defterime yazdığım bir cümle benim kendime gelmemi sağlayan bir iyilik aşısı gibi oluyor adeta.
Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?
Ben iç dökme seansı olarak görüyorum yazmayı. Önce kendi kendime bir dertleşme, daha sonra da bunu herkesle paylaşma. İçim o kadar karmaşık ki dışa nelerin döküleceğini ben bile bazen kestiremiyorum. Bazen öyle metinler ortaya çıkıyor ki okuduğumda hayret ediyorum bunu ben mi yazmışım diye ama ne olursa olsun içimin sesine her zaman kulak veriyorum. Çünkü bu ses hiç yanıltmadı beni.
Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Sizi yazmaya teşvik eden olay neydi? Ya da size öncü olan, yazmalısın diyen ilk kişi kimdi?
7.sınıftaki öğretmenim bir şiir yazmamı istemişti. Okulun kütüphanesiyle ben ilgileniyordum. Çok kitap okuduğum için öğretmenim bu görevi bana vermişti herhalde. Bir gün bana, "Mustafa, yarın bir şiir yazıp getir." demişti. Yazdım. Verdim öğretmenime. Beğendi. Onun beğenmiş olması çok değerliydi benim için. Daha sonra Sait Faik hikâyeleri ile tanıştım. Ben de böyle hikâyeler yazabilirim dedim ve yaşadıklarımı hayal dünyamda süsleyerek yazmaya başladım. Yazdıklarımı okuyan öğretmenlerimin ve arkadaşlarımın beğenileri beni yazmaya teşvik etti.
Yazar olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Sizi usta bilen yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben bir şeyler yazmaya başlamadan önce sayısız kitap okudum. İlk yıllarda kitap çıkarma derdinde hiç olmadım. İlk şiirim 1994 yılında bir dergide çıktı. İlk kitabımı bundan on iki yıl sonra çıkardım.
İlkokul hayatım hep okumakla geçti. Televizyonun olmadığı yıllar. Hayatımızı renklendiren sadece kitaplar ve sokakta oynadığımız oyunlar vardı. Ortaokulda da öyle. Kütüphanede görevli olduğum için her yanım kitapla doluydu. Yani yolumu kitaplar açtı. Yazmak isteyenler önce iyi bir okur olmalı. Yazarlık atölyemizin adı, okur-yazar mektebi. Önce okuyacağız, sonra yazmaya başlayacağız diyerek yola çıkıyoruz. Yazmadan okumak rotasız bir yolculuğa çıkmaktan başka bir şey değil. Hangi alanda kendini geliştirmek istiyorsa bir genç, o alanın başyapıtlarını mutlaka okumalı. Ne yazacağını, nasıl yazacağını usta kalemlerin yazdıklarından görecek önce.
Ayrıca, eleştiriye açık olacak. Kendisine tavsiyede bulunanlara itibar edip onların uyarılarını dikkate alacak. Temrinler yapacak. Elinde kalem ve silgi, silip silip yazacak. Tâ ki en iyiyi bulanan kadar devam edecek bu alıştırma.
Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?
Kendime baş tacı yaptığım sözlerden biridir Sait Faik'in bunu çağrıştıran efsane sözü. "Haritada Bir Nokta" hikâyesi buna benzer çılgınca ifade ile biter. "Yazmasam deli olacaktım." der yazar. Tam da böyleyim işte. Yazmak benim olmazsa olmazımdır. Yazdıkça ruhumun yenilendiğini hissediyorum. Kendime geliyor tüm hücrelerim. Bir de elimdeki yazının, şiirin bitme anı var ki hakemin bitiş düdüğünden önce atılan galibiyet golü gibi bir rahatlama. Tam bir keyif hali.
Yazmasam herhalde uslanmaz bir aylak olurdum ben. Ruhumu diyardan diyara gezdiren rotasız bir gezgin…
Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şair/şiir var mıdır?
Edip Cansever'i şair olarak kendime çok yakın buluyorum. Şiire bakışı ve yaklaşım tarzı benim şiirle olan mesafemi de hep yakın tutmuştur. Özellikle; Mendilimde Kan Sesleri şiirine benim şiirim diyebilirim.
Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir, yazmaktaki gayeniz ne?
Dünyaya bir ses bırakmaktır gayem. Siz sözünüzü söyleyin, gün gelir karşılığını bulur inancıyla yazıyorum hep. Dünyanın çok uzak köşesindeki yalnız bir kalbe ses olmak. En çok da mazlumlara. Yazdıklarımın hesabını vereceğim günü biliyorum. Bu yüzden de direnci bilemek için cümleler kuruyorum. Boş sözden şeytandan kaçar gibi uzak duruyorum. Gün gelir belki benim yazdığım bir cümle birinin kalbine ilham olur diyerek cümleleri yükleniyorum sırtıma.
Mustafa Uçurum denince ben şair diyorum bir okur olarak, fakat öykü ve denemeler de yazıyorsunuz. Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Şiirler yazdım ilkin. Bir dergide ilk olarak şiirim yayınlandı. İlk kitabım yine şiirdi. Kendimi en çok da şiirle ifade ettiğime inanıyorum. Bu yüzden önce şairim derim hep. Bir şiiri bitirince yaşadığım huzuru başka bir şeyde bulamadım. Bu da beni şairlik sıfatına daha yakın tutuyor.
Yüzümün Haritası'nda samimi, doğal bir Anadolu insanı var. Özellikle arabesk müziğe olan ilginiz dikkat çekiyor. Müzik sizin kaleminizi nasıl besliyor? Kitabınızı henüz okumayanlar için biraz bu bağdan bahseder misiniz?
Yüzümün Haritası, benim hayata tutunduğum dalların bir serencamı. Edebiyata, hayata, müziğe, şehre tutunuyorum. Bu tutkunluklarım yüzümün haritasını meydana getirdi. Acılar ve sevinçler önce yüzüne yansır insanın. Oradan ele veririz kendimizi. Ben Yüzümün Haritası'nda herkesin kendini bulabileceği bir rota çiziyorum. Bir yerden tutunmak gerek hayata. Bu şiir olur, müzik, resim ya da şehrin sokakları. Bir yol arkadaşlığı sunuyor okura Yüzümün Haritası.
Müziğe olan ilgim sadece iyi bir dinleyici olma mesafesinde. Sesim güzel değil anlayacağınız 😊 Lise yıllarımdan başlayarak kasetler aldım. Binlerce kasetim var. En çok da arabesk. Daha çok Müslüm Gürses. Onun sesindeki özgün tını, onun hayata farklı bakışı, şehrin arka sokaklarının sesi, onu sevenlerin delice tutkusu beni Müslüm Gürses'e hep yakın tuttu. Lise yıllarında konserlerine gitmeye başladım. Çıkan her kasetini ilk alan olmak için kasetçinin yolunu tutardım. Hâla da dinlerim Müslüm Baba'yı. Mesela bu soruları cevaplarken de arka fonda o çalıyor; "Karanlık çökünce sokağınıza köşede ben varım unutmazsın."
Yazdıklarımda arabeskin etkisi yoktur ama ben yazarken fonda mutlaka bir müzik olmalı. Bu benim daha rahat yazmamı sağlıyor. Müziğin her notası benim tuşlarıma eşlik ediyor.
Yüzümün Haritası'ndan hareketle şunu sormak istiyorum: Şehir ve sokaklar ne anlatıyor size, orada ne görüp okura aktarmak istiyorsunuz?
Şehir insanın bir parçasıdır. İnsan hem şehre hem de yaşadığı sokağa aittir. Tabi bunu hissederek yaşarsa işte o zaman o şehir ve sokak ondan bir parça olur. Bizim çocukluğumuz hep sokakta geçti. Sokak; dostluk, arkadaşlık, paylaşma demektir. Biz böyle duyguları yaşayarak büyüdük. Şimdiki çocuklar dört duvar arasında dijital kuşatma altında ömürlerini tüketiyor. Kimse yok yanlarında. Arkadaşları bir ekranın arkasında. Paylaşmak denen o yüce duyguyu yaşayamıyorlar. Bu da yıllar sonra buhranlı bir hayatın kapısını açıyor onlara.
Sokaklarda nefes almalı çocuklar. Ruhlarını daraltan ekranları bir kenara bırakıp toprağa değdirmeliler ellerini. Ayaklarına Hayat, şehrin sokaklarında öğreniliyor. Sanal dünya sadece büyük bir aldatmadan ibaret.
Her ay çıkan dergileri tanıtıyor böylelikle orada yer alan isimlere de dikkat çekiyorsunuz. Bu bağlamda günümüz edebiyat dergilerinin genç yazarlara katkılarını nasıl buluyorsunuz? Artık dijital çağda dergilerin eski önemi kalmadı mı yoksa?
Dergiler elbette hür tefekkürün kalesi olduğu zamanları yaşamıyor. Dergiler çıkıyor. Evet, yeni dergiler de çıkmaya devam ediyor. Her dergide onlarca isim var. Her ay yüzlerce şiir, deneme, öykü yayınlanıyor. Tüm bunlar edebiyatın canlı yüzünü ifade ettiği için önemli çalışmalar. Geriye kalan en önemli nokta; bunları takip etmek. Böyle bir ortam var mı? İşte bundan çok emin değilim. Özellikle gençler sadece dünyayı kendi etraflarında dönüyor sandıkları için bir başkasını göremiyorlar. Kendi yazdıklarıyla avutuyorlar avare gönüllerini. Böyle bir ortamda ben dergileri okuyarak, beğendiğim, altını çizdiğim satırları paylaşarak dergilerin görünür olmasına katkı sağlamaya çalışıyorum.
Gençler ulaşabildikleri dergileri okusalar, bunlar yazdıklarına da katkı sağlayacaktır. Dergiler bir mektep gibi çalışıyor. Yeter ki okuyanlar olsun.
Dergiler çıkmaya devam ediyor. Dijital çarkın dişlileri ne kadar keskin olursa olsun üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz sayı çıkan dergilerimiz var. Tüm bu dergiler umudu diri tutmak için raflardaki yerini almaya sürdürüyor. Bir gün kendilerine dokunacak genç bir yüreği bekliyorlar.
Son birkaç yıldır usta yazarlarımızdan çok kaybımız oldu maalesef. Siz de edebiyata gönül vermiş ve bu yolda emekleri büyük bir isimsiniz. Edebiyat dünyasını vefalı buluyor musunuz?
Bizim vefamız öldükten sonra işlemeye başlıyor. Asım Gültekin öldükten sonra tüm dergilerin kapağında arzı endam etti. Mevlana İdris de öyle, Bülent Parlak da. Eğer bu arkadaşlar çok değerliyse yaşarken bunlar söylenseydi şımaracaklar mıydı? Hiç sanmıyorum. Öldükten sonra gösterilen vefanın çok da kıymeti harbiyesi olduğuna inanmıyorum.
Bunu söylemekte beis görmüyorum. Dergilere gönüllü bir şekilde omuz vermeye çalışıyorum. Her yıl yapılan dergi fuarları oluyor. Arkadaşlar sen yok musun diye arıyorlar. Davet edilmedim diyorum ben de. Öldükten sonra Mustafa Uçurum adına dergi fuarı yapmanın hiçbir kıymeti yok. Dergiler üzerine programlar oluyor. Bakıyorum, üç beş dergi takip etmeyen isimler konuşmacı olmuş. Neyse mevzu derin. J
Bunun yanında birçok dergimiz yaşayan usta isimleri sürekli sayfalarına taşıyarak vefanın nasıl olması gerektiğini gösteriyor. Rasim Özdenören, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil adına yaşarken de özel sayılar hazırlanmıştı. İşte vefa budur. Muhit, Yediiklim, Karabatak gibi dergilerimiz yaşayan isimleri sayfalarına taşıyarak, onlar adına dosya konuları belirleyerek güzel bir vefa örneği gösteriyor. Örneğin; Yediiklim dergisinin ekim sayısında Hüseyin Atlansoy dosyası vardı. Hece dergisi Ocak 2024'te İsmet Özel sayısı çıkaracak. Daha ne olsun.
Ömrünüz okumak, yazmak ve bunun sonucu gezmekle geçiyor. Bu yoğunluk olmasa hatta daha genel manada edebiyat olmasa Müslüm Baba sizi nereye götürürdü?
Hayatımda edebiyat olmasaydı, sevda yüklü kervanların ardına düşüp diyar diyar dolaşan bir seyyah olurdum.
Bazen beyhude bir çaba içinde olduğunuzu düşünür müsünüz yoksa Yüzümün Haritası'ndaki gibi umut hep var mıdır?
Umutsuzluğa hiç düşmüyorum. Yeni kurduğum bir cümle, içime düşen bir dize, yeni çıkan bir kitabım ve şimdi sizin gönderdiğiniz sorular beni hep diri tutuyor. İşte bunlar hep şiir deyip okumaya, yazmaya devam ediyorum.
Cevaplarınız için teşekkür ederiz.
İncelikli sorularınız için ben de çok teşekkür ediyorum.
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 10.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.11.2023 00:00