Klasik Dönem Türk Toplum Kültüründe Müzik
Tarihin çok eski dönemlerinde yeryüzünde, doğuda ve batıda hüküm süren birçok imparatorluğun bilinen varlığına rağmen, Anadolu toprakları üzerinde süregelen bir hâkimiyet mücadelesi sonucunda oluşan istikrarsızlık, Selçukludan başlamak üzere Osmanlı ile birlikte hem bir istikrara kavuştu ve hem de İstanbul'un fethi ile birlikte devletin gücü artmış oldu. Bu aynı zamanda, Osmanlının 'emperyal' bir güce erişmesinden dolayı, onun da itkisiyle, Avrupa kıtasında birçok imparatorluk oluşuyordu. Bu yeniçağa imparatorluk çağı diyorduk. O da içerisinde, o güne kadar insanoğlunun birçok alanda hiç görmediği ve bilmediği konuları içermesine koşut olarak 'yepyeni bir çağ' olarak belirmesine rağmen, o çağa da ondan önceki çağlar gibi 'klasik çağ' diyorduk. Bu tanımlama, günümüzde oluşan anlayışların rengine göre, çağdaş muhatabı açısından olumlu-olumsu; iyi ve kötü etiketini içeriyordu.
Rönesans'ın yanında, hem Batı ve hem de Doğu –İslâm dünyası da dâhil- yakası için önemli bir kırılma durumu olan 1789 Fransız ihtilali'nin oluşturduğu etkiye binaen, klasik dönemin yerini artık modern dönemin ve klasik algının yerini de modernizmin aldığı, bundan böyle modernleşme içerisinde kalıp hareket edileceği söz konusu olmuştu. Bu modernleşme ameliyesi sonucunda, eskiden de oluştuğu bilinen kültürel etkileşimlerden farklı olarak, hemen her alanda, modernleşmeye bağlı bir Batılılaşma çabası kendini her alanda gösteriyordu. Bu alanda, modernleşme, kendini kesinlikli olarak, birçok alanda olduğu gibi, müzik alanında da gösteriyordu. Artık her şey klasik ve modern kalıplar çerçevesinde ele alınır olmuştu. Biz bu çalışmamızda ne klasikliğin 'zihnimizde oluşturduğu hazdan yola çıkarak' klasikliğe mehdiye düzeceğiz, ne de modernlik olgusunun seküler tarafından hareket edip onun görmezden geleceğiz. Sonuçta iki olguya da kendi işlevsellikleri ve bıraktıkları etki açısından bakacağız…İşte bu minval üzere, klasik dönem Türk toplumunda müziğe dair bakış açımızı oluştururken, kısmen Selçuklular öncesi ile birlikte Selçuklu dönemi ve onun akabinde de Osmanlı dönemine bakmaya çalışacağız…
Selçuklu Dönemi
Selçuklularda, gerek kendisi gibi Türk unsurunun birer parçası olan halklar ve gerekse de başka ırk kümelerine mensup toplumların öteden beri yapa geldikleri üzere, medeniyet safhasının ilk evresi olan kültür olgusu içerisinde önemli bir yer tutan müzik konusunda da Türk kültürü içerisinde bir devamlılık göstermişlerdir; "Selçuklular dönemi müzik kültürü, aynı zamanda Türk müzik kültürünün bir devamıdır. Çünkü milletlerin kültür ve medeniyetlerini oluşmasında geçmiş dönem kültürlerinin ayrı bir etkisi vardır." (1)
Tarih sahnesine, birazda yaşadıkları toprakların verimsiz, çoğu da uçsuz bucaksız step alanlarından oluşması ve koca bir kitlenin hem geçimi ve hem de dışarının baskısına uğramadan özgürlük içerisinde yaşamalarını gerektiren bir vasatta Türklerin 'ordu-millet' formunda örgütlenmeleri birçok yapının da kendine özgü şekiller muvacehesinde olmasını gerekli kılıyordu. Daha birçok kavmin fert fert bir araya gelmedikleri bir dönemde Türklerin devletli bir toplum olmaları, onların kültürlerinde önemli bir yer tutan müzik üzerinden de kendini göstermişti. Buna örnek olarak, tarihte ilk askeri bandonun Türkler tarafından kurulduğunu söyleyebiliriz; "En eski devirlerde Türklerin müzik geleneği Orta Asya'da şekillenmiş, her türlü törenler müzik ile yapıldığı gibi, ilk askeri bando da Orta Asya'da Türkler tarafından kurulmuştur." (2)
Selçuklu bağlamında müzik…
Birçok sanat dalının olduğu gibi müziğin de Türkler arasında oldukça yaygın olduğunu bilmekteyiz. "Musikinin İslâm dünyasına canlılık ve çeşitlilik getirdiği bir hakikattir. Selçuklularda Türk musikisi, ordu ve saraylarda, göçebe obalarında Türk ifadesinde çok yayılan tasavvufla birlikte müzik ve sema(raks)'ın ayinlere girmesi dolayısıyla da zaviye (tekke) lerde, yani tekkelerde gelişme imkânı buluyordu."(3)
Mercan, "Türk musikisinin etkisiyle ortaya çıkan makamlar insanın ruhunu dinlendirdiği gibi zaman kavramını açıklamaktadır." (4) diyerek zaman kavramına ezan makamlarının Türk kültürü ve Türklerde sanat anlayışının ve estetiğin bir göstergesi olduğunun altını çiziyor.
Türklerle birlikte musikinin İslâm dünyasına getirdiği zindelik ve çeşitlilik en başta kendini sazlar konusunda göstermektedir. Bu meyanda; Nây-i Türki (Türk neyi), Bûk-ı Türki (Türk borusu) Tanbûr-ı Türki (Türk tanburu) ve bağlama ile ilgili olarak kaynaklarda birçok bilgi mevcuttur.
Selçukludan Osmanlı Kültüründe Müzik Olgusuna Bir Bakış
Tarihte yer bulmuş toplumların hemen hepsi, din gibi büyük anlatılarla muhatap olmaları sonucu kendilerini bir değişime alıştırmış, yeni bir kültür havzası içerisinde yaşamaya başlamışlardır. Bu durumda, dinden kaynaklanan 'yeni algı' sonucunda, kendilerini o anlatıya adapte etmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte, süregelen bir devamlılık icabı, kendi hayatlarını sürdürdükleri vasatta oluşturup sürekliliğini sağlamaya çalıştıkları kültür öğesinde, çoğu kez dinin, ideolojinin eskiden devralınan kültürel mirasın, yeni dine ve yeni duruma rağmen devam ettiği görülür.
Farklılaşan dini algıya rağmen kültürel üretiminin devam etmesi, temelli bir yanlışlık yoksa eğer az çok şekil değiştirip konuyu absorbe etmesi sonucunda hem kültürün içerisinde eski yerini korur ve dinin, onun meşruiyetimi teyit anlamında bir yorumu olurdu. İşte o yorum, söz konusu müzik ise, onu, eskiden kalan ve kaynaklanan halini korumaya yönelik çabaların yanında dinin hayatın rengini kendi açısından farklılaştırması sonucu hem farklılaşır ve hem de eskiden olmadığı oranda gelişip değişebilirdi.
Olaya bu minvalden baktığımızda bugün müzik olgusunu bir açıdan hayatının önemli bir öğesi olarak değerlendiren Türklerin, İslâmlaşması sonucunda, bölge, çevre, anlayış ve şahıs bazında, yine din olgusu ile bağlantılı olarak değerlendirilecek olan kültürel üretimi içerisinde müziğe yer vermesi, onu –maksadını aşıp aşmadan- dini bir hüviyete büründürmesi (tasavvuf müziği); ondan askeri alanda yararlanması, toplumu fert fert saran acı ve ızdırap karşısında temel bir uğraşı haline getirip işi psikolojik tedavi biçiminde sistemleştirmesi gibi konularla birlikte, yine kendine özgü şartlarına binaen, kendi geldiği vasatı ve dini düşünceye katması gereken bilgileri üretmekten kaçınıp onun yerine bir nevi haricilik olarak okunabilecek 'selefi' bir bakış açısıyla hareket edip, adeta Arab'ın reddettiği hemen her konuda olduğu üzere müzik konusunda da bir ketumluğu ve bağnazlığı kabul etmesi kendini apaçık göstermektedir.
Bu ikilemden bakıldığında, birçok Müslüman halkta olduğu üzere, Türklerde de baştan beri, yukarıda çizmeye çalıştığımız manzaradaki olumlu ve olumsuz tarafları teyit ve kabul eden insan kümelerine rastlamaktayız.
Orta Asya'yı ve orada yaşayan Türkî unsurları kendi bağlamında ve kendine özgü durumu içerisinde değerlendirerek baktığımızda, kendisi göçebe bir karaktere sahip bulunan Oğuzların bir bölümü olan ve Anadolu serüveninde yerleşik hayata geçen Osmanlının, her alanda vuku bulduğu gibi yerleşik hayatın imkânlarından yararlandıkları vechile, müzik konusunda da bir imkân oluşturduğunu görmekteyiz…
Yaşam şekli bir göçebelik olgusu üzerine kurulu olmasına rağmen, toplumun birçok alanda erginleşmesini sağlamaya çalışan Osmanlının, öteden beri göçebelik içerisinde icra edilen müziği, icra yöntemi ve enstrümanıyla birlikte, belki de temeli itibarıyla, birçok alanda kendisine örnek aldığı Bizans'tan etkilenmesi sonucu, saraydan ta taşraya kadar vatan sathına kadar yaymış oluyordu. Ki, 'yine' bir etkileşim sonucu, saraydan yayılan Osmanlı Türk müziği, günümüzde yaygın olarak kullanılan tür olarak 'Türk sanat müziği' olarak değerlendirilebilirdi. Bunun yanında, bu topraklarda varlıkları Osmanlının fetret dönemine denk düşen Türkmen-Alevi kitlenin, hem göçebe bir yaşantı içerisinde bulunması, hem 'Sünni' karakteri baskın olarak beliren Osmanlıya karşı isyana ayarlı düşünce, hayat telakkisi ve biçimine bakıldığında, Sünni kesime rağmen müziği neredeyse dini bir çehreye büründürmesinin de bir sonucu olarak işi form olarak, saraydakinin ve Anadolu şehir merkezlerindekine zıt bir oranda halk müziği, ya da Türk halk müziği olarak vücut bulmuştu.
Osmanlı döneminde de mutlaka müziğin haram olduğu, ya da olmadığı konusunda gerek avam arasında ve gerekse de ulema ve münevverler arasında tartışmalar oluyordu. Bu tartışmaların hiçbir zaman bir bitim noktası olmayacaktı. Zira her devirde insanlar hayatı çepeçevre kuşatan ve kendini kültür olarak sürdüren konular hakkında düşünecekler ve düşündükleri oranda da karşılıklı olarak bir tartışma içerisinde olacaklardı. Tarih boyunca da hep öyle olmuştu haddizatında.
Osmanlıda Müzik
Adına bugün çoğu kez "Klasik Türk Müziği" ya da "Türk Sanat Müziği" de denilen bu müzik türü, Osmanlı Devletinin kurulması, büyümesi ve güçlenmesine paralel olarak zenginleşmiş, olgunlaşmış, biçim / estetiğini geliştirmiş ve bir sanat müziği kimliği kazanmıştır. Bu müzik, din, aşk, ordu-savaş gibi birçok konuda ürünler vermiş ve her biri kendi türlerini, biçimlerini, topluluklarını oluşturmuştur. Osmanlı Müziği, imparatorluğa katılan yeni ülkelerin değişik müzik kültürlerinden etkilenmiş, öğeler almış öğeler vermiştir. Ancak imparatorluğun gerileme ve çöküş sürecine girdiği 19.yy. başlarından itibaren bu sanat müziğinde de giderek bir sığlaşma ve gevşeme gözlenmektedir. Önceleri zengin makamlar ve usuller kullanırken, giderek bu anlayıştan uzaklaşmış ve kentin eğlence müziğine dönüşmüştür. Günümüze kadar süren bu gelişmede "şarkı" türü, adeta bütün türlerin yerini almış ve yaygınlaştıkça popülerleşmiştir.
Osmanlı Müziğinde Varolan Kategoriler
Osmanlıda klasik ve halk müziklerinin yanında tasavvuf müziğinin de çok zengin olduğu belirtilmektedir. Osmanlılar müziği çok sever ve hastalıkların tedavisinde kullanmanın sırrına vakıf olduklarından dolayı ona çok önem verirdi. Osmanlı'da müzik aşağıda sıralandığı üzere şu kollara ayrılırdı:
1) Halk Müziği: Bölgelere göre farklılık gösteren ve saz kullanımı az olan bir müzik türüdür. Daha çok söz ağırlıklıdır. Klasik müzik ile aynı makam ve usulleri daha dar bir çerçevede ve daha basit bir üslup içinde kullanır. En zengin örnekleri Rumeli Türküleri'nde ve İstanbul Türküleri'nde görülür.
2) Dînî Müzik: Cami müziği ve tasavvuf müziği olarak ikiye ayrılır. Cami müziğinde saz kullanılmaz, yalnız ses kullanılır. Önce Kur'ân-ı Kerim okumak gelir. Her hafız mutlaka makam öğrenir. Türk makamları ile Kur'ân-ı Kerim okumak, Türk hattatlarının yazdığı Kur'ân gibi çok makbuldür. Mevlid, Türklere mahsus diğer bir cami müziğidir. Türkler, her vesileyle mevlid okuturlar. Mevlid, Süleyman Çelebi'nin, XV. Yüzyıl'ın ilk yıllarında Bursa'da nazmettiği, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in hayatı üzerinde mesnevi formunda çok tesirli uzun bir manzumedir. Müzik ile camide veya herhangi bir meskende, merasimle okunur.
3) Tasavvuf müziği, tasavvuf şairlerinin başta Yunus Emre olmak üzere, manzumelerinin bestelenmesidir. Başlıca formu ilâhî denen dini şarkıdır, güfteye ise Arapça şugl denir. Başka formlarda vardır. Tasavvuf müziğinin en büyük şubesini Mevlevî Müziği oluşturur. Mukabele denen Mevlevî ayinlerinde ayin-i şerif denen çok uzun beste okunur ki, umumiyetle Mevlâna'nın Farsça güfteleri üzerine bestelenir. Tasavvuf müziğine sazlar da katılır. Mesela ney, Mevlevîlerin kutsal sazıdır.
Tasavvuf müziği de içerik ve anlam açısından dini müzik formu içerisinde değerlendirmeyi hak etmektedir.
4) Askerî müzik, mehter müziğidir. Yaklaşık 600 yılı kapsayan bu Osmanlı döneminde, Türk müzik kültürünün üç ana türü olan halk müziği, geleneksel sanat müziği ve geleneksel askerî müzik, XIX. Yüzyıl'ın ilk çeyreğine kadar Türk müzik yaşamına bütünüyle egemen oldu ve 1826'dan başlayarak İstanbul'un saray çevresinde uluslararası sanat müziğinin örnekleri de seslendirildi.
Geleneksel Türk sanat müziği, soylu, derinlikli özellikleriyle "divan müziği", "klâsik Türk müziği" gibi adlarla da anıldı ve özünde daima kentsel Osmanlı müziğini temsil etti. Bu müzik, dinsel ve din dışı olmak üzere ikiye ayrılırdı. Dinsel yönüyle "cami müziği" ve tasavvuf müziğini kapsadı. Din dışı formların önde gelenleri ise, şarkı, aranağme, gazel, taksim, peşrev, medhal, saz eseri, semai, beste, kâr, kâr-ı natık ve fasıl'dı.
Türk müziğinin en büyük bestecilerinden biri, yazdığı dinsel ve din dışı büyük formlarla tarihe geçen Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi'ydi. Bir "Lale Devri bestecisi" olarak ün kazanan Tamburî Mustafa Çavuşun (ölümü 1745 dolayları), din dışı büyük ve küçük formdaki eserleri günümüzde de seslendirilmektedir.
Itrî'den sonra yaşamış en yetenekli bestecilerden biri olarak öne çıkan İsmail Dede Efendî'nin (1778-1846) yaklaşık 500 eserinden günümüze 288'i gelebilmiştir.
XIX. Yüzyıl'a girerken, kendisi de bir besteci olan Sultan III. Selim'in hazırladığı ortam, geleneksel müziğimizdeki gelişimi hızlandırdı. Onu izleyen Sultan II. Mahmud da yenilikçi bir hükümdar olarak müzik yaşamımıza sağladığı olanaklarla anılır.
XX. Yüzyıl'da geleneksel sanat müziğimiz, köklü bir birikim olan "klâsik" üslûbunu bu yüzyılın ilk çeyreğinde korudu. Tamburî Cemil Bey (1871-1916), tarihimizin en değerli çalgı müziği bestecilerindendi. Dr. Suphi Ezgi (1869-1962), Rauf Yekta Bey (1871-1935) ve Hüseyin Saadettin Arel (1880-1955) gibi besteci, teorisyen ve müzikologlarımız, geleneksel müziğimizin bütün yönleri ve değerleriyle günümüze ulaşmasını sağladılar.(*)
Osmanlıda önemli bir yer tutan müziğin icra edilmesinde, icracıların yetiştiği kurumları ve mekânları da şu şekilde sıralayabilirdik; Mehterhâne, Mevlevihâne, Enderun, özel meşkhâneler, müzik esnaf loncaları…Bir de müziğin icrasında kullanılan sazlarda sırasıyla şöyledir; Askeri müzikte; Mehter Zili, Kös (davul), Fasıl müziğinde; Def, Halk müziğinde; Mey, Kaval, Tulum, Sipsi, Karadeniz Kemençesi, Ağaç ve Kabak Kemane, Bağlama, Rubab, Kemençe, Klasik müzikte; Klasik Kemençe, Yaylı Tambur, Tasavvuf Müziğinde; Kudüm, Rebab, Nevbe ve Ney…
Osmanlıda müzik alanında birçok cemiyetinde vücut bulduğunu şöyle belirtebiliriz; Mızıka-ı Hümayun, Gülşen-i Musiki Mektebi Darü't-talim-i Musiki Mektebi Darü'l-feyz-i Musiki Mektebi Darü'l-musiki-i Osmanî Mektebi Şark Musikisi Cemiyeti Üsküdar Musiki Cemiyeti'dir. Darü'l-Elhan, yani 'Nağmeler Evi', Terakki-i Musiki Mektebi, Darü't-talim-i Musiki Mektebi, Darü'l-feyz-i Musiki Mektebi, Darü'l-musiki-i Osmanî Mektebi, Şark Musikisi Cemiyetidir. Bu saydıklarımızdan başka olarak Osmanlının son döneminde İstanbul'da kurulan ve çoğu ünlü musikişinasların ders verdiği ve bir nevi dershane hükmünde bulunan musiki cemiyetleri de kurulmuştur. Bunların bir kısmı; Darü'l Musiki, Beşiktaş Musiki Cemiyeti, Zühre-i Musiki Cemiyeti, Mahfil-i Musiki, İttihad-ı Musiki, Kasımpaşa Nahiye Müzik kolu, Şehzade Ziyaeddin Efendinin Özel Meşkhanesi olarak belirtilebilir.(5)
Osmanlı musikisinin yayılma ve tesir anlamında Hıristiyan kültür dairesi ülkelerine yönelik tesirlerinin yanında, birde İslâm kültür dairesi ülkelerine yönelik tesirleri de varit olmuştur. Bunun yayında, ister klasik dönemi ve isterse de modern dönemi olarak tanımlayabileceğimiz son döneminde ona arız olan olumsuz durumlardan dolayı, müzik alanında da bir bozulma ve çöküş yaşanmıştır.
DİPNOTLAR:
1) Pehlül Düzenli, Dr. İslâm Kültür Tarihinde Musîki, s. 285, Kayıhan Yay. İstanbul 2014
2) Pehlül Düzenli, Dr. a, g, e s. 287
3) İsmail Hakkı Mercan, Yar. Do. Dr. Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, s.107, Yediveren Yay. Ankara, 2011
4) İsmail Hakkı Mercan, a.g.e, s. 107
(*) Bu konuda Osmanlı Kültürünü Tanıtma Derneği'nin materyallerinden yararlanılmıştır.
5) Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, İstanbul, 2000
Yazar: Sait ALİOĞLU - Yayın Tarihi: 28.12.2015 09:21 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2021 11:40