Kontrbasın Kopuk Telleri

Birsen Çay yazdı…
"Varlığı yoktur ama size hayat verir.!" Bu söz, bir tv programında Çelik'in "Derinlik sazı" dediği kontrbas tarifidir. Çok etkilemişti beni bu tarif. Aklıma geldikçe etkisi, tazeliğini korur.
Şule Gürbüz, Kambur kitabındaki karakterinin, kontrbas ile hemhal olması, daha çok hemhal olamamasını satırlarda işlerken, 'tarife öykü giydirme' lezzetini yaşadım. Yetmez elbette. Ne çok kalem oynatır bu tarif. Varlığını hissetmediğiniz ya da varlığına şahitlik – hamillik etmediğiniz şeyin sizi yokluğa ittiğini düşünürken aslında içine düştüğünüz derinliklerde, size özel dilde ve halde bir hayat sizi bulur.
Tellere ruhunu teslim edemeyen ya da teslimiyetin yanlış durağında olduğunu fark eden Kambur Adam karakteri üzerinden; duramamanın, kalamamanın, gidememenin, kabuğundan sıyrılma sancısını yalnızca zihninde yaşamanın derine işleyen yarasını, yazarın kelimeleri aracılığıyla hissetmek mümkün.
"Bir cümle söyleyebilmek için koca kitaplar yazılıyordu." s.9 Kuran-ı Kerim'e atfen söylenen: "Bütün kitaplar bir kitabı anlamak içindi." Sözünü çağrıştırdı."Kendi bildiğini kitaba söyletmeye gelince iş…" s.9 dediği yerde sarsıldım. Yıllar önce adını bile unuttuğum kitabın sorgulayıcı pasajını hatırlattı: "Biz Kuran'a uygun mu diye delil arıyoruz yoksa kendi uygunluğumuza göre mi Kur'an'dan delil arıyoruz.!" Kendi bildiğini kitaba söyletme ifadesi; manevi rabıtamıza, sosyal ilişkilerimize, hedef- amaçlarımıza, ideallerimize sorunun kökenini bulmak adına anahtar görevi görüyor. Bu cümle de kalıp raptu zapt eylemek ne hoş olur postu gönül olana.
Adım adım içsel sancıların mizaha büründüğü form görüyoruz ve bu hüzünle birlikte tebessüm etme sebebi oluyor okura.
"Neyi anlatsam kaybediyorum." s. 11 Sosyal Medya kanalıyla aile içine aldığımız dünyanın, var olanlara nazarı, yok oluşa zemin hazırladığı düşünüldüğü ve de tespit edildiği için anlatılmaması gerekenler listesi hazırlanmıştır. Ruhsal yolculuk için, olmazsa olmaz kuralıdır susmak. "Gördüm demez görenler/ Keramete erenler/Gizli sırrın açar mı?" Hallince susmak.
"Neden erkek şair çok fazla?" sorusuna bir sebep olarak şu cevap verilmişti: " Çünkü erkekler anlatmazlar, içinde yaşar!" Hakikatin arz edilmesi gerekli yerlerin haricinde, susmak yüreğin ambarını dolduran bir etken. Ve bu doluluk dili aşıp hâle bürünür. " Ben susarım şehir konuşur!" mısralarına konuk olur.
" Ama asıl istediğim aranmak, bulunmak, neden böyle bir şey yaptığımın, neden yalnız kalmak istediğimin sorulmasıydı." s.12 "Yalnızlığı seviyorum, uzaklara gitmek istiyorum!" diyenler yakalandı. Yazarımızın göründüğünün tersi olan duygu durumuna getirdiği açıklığı cüretkâr buldum. Sayfalar biraz Budizm'in 'sevgili olandan ayrılma' hakikatinden biraz tasavvufi öğretilerden biraz felsefi ekollerden minik parçaları harmanlayıp çözülemediği için rafa kaldırılan varoluşçu edebiyatı tezgâha seriyor. "Karşısında daha fazla kalabilmek için en korkunç suçları işliyordum." s. 16 Suçlu psikolojisine ışık tutan, Din Psikolojisinde Allah-kul arasındaki yaklaşımın ileri düzey oluşumundaki bir sebebe dokundurma yapan cümle. Otuz yedinci sayfaya kadar karakter, kendine ve çevresine yönelik gözlemlerine, sancı ve mizah eşlik ediyor. Minimalist düzeyde farklı kimliklerden söz açıp hızlıca kapatıyor fakat abla karakterine uzunca yer ayırması dikkati celb ediyor.
1839 tarihi ile başlayan düzensiz aralıklarla seyreden, karakterin sıkıldıkça baktığı günlük 1994 tarihi ile son buluyor. Açıkçası günlüğün tarih kısımları ilgimi çekmemişti. Kelimelerin içinde akıp giden o mizahsen sancılı ruh bana daha cazip geldi. Kitabı okuyan arkadaşların dikkati üzerine tekrar baktığımda, işlenen tarihlerde ne gibi olayların olduğuna baktım yüzeysel olarak. Elbette yazarın kendine, uzaktan yakına doğru seyreden tarihleri işlemesinin ana nedenini bulmak teşebbüsünde olamayız. Ancak kurgu da olmuş olsa verilen tarihlerin işlevselliğinde itici gücün olduğunu düşünmekteyim. Karakterin içindeki buhranı, kaosu, yokluk arzusunu, varlığın çekilmez hâl alışını; destekleyen, besleyen, büyüten, topraktan insana ilerleyiş aşamasını yüzeysel de olsa seyredebiliriz.
"1947'ye gelmişiz. Sevinilecek tek yanı, bu yıl da ölecek bir sürü insanın olması." s.49 Anlaşılma derdi taşıyanların diyemeyeceği risk içerikli bir cümle. Soykırım güzellemesi yapar gibi durur. Ancak sessiz bir çığlık yatar altında. Yaşayabilirdik birlikte insanca ve adil bir şekilde. İktidar arzusunun ve küresel güç olma hırsının dünya yüzeyindeki kanlı rengi ölümü ya da hiç var olmamayı sevdiren bir sebep olabileceğini düşündürüyor. "Tanımakla görevlendirildiğim kişi ben miyim?" s. 50 sorusu ise cevabı ömre bedel kıymette. Otur ve düşün.
Kabullenişin, teslimiyetin, vazgeçişin özgürlüğe kanat çırpan bir yanı olduğunu; " İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli!" s. 70 pasajı ile ne güzel ifade etmiş. Bu makamda tutuyor yazar. Elde olanların geçiciliğini, her an elden yitip gidebilen şeylere gönül bağını koparmanın muhteşemliğini görmek adına tokat gibi sözler. Çarptı. Dağıttı.
İlber Ortaylı hocanın yaptığı bir röportajda Şule Gürbüz'ü tavsiyesi üzerine tanıdım. Sosyal Medya aracılığı ile de Öyle miymiş? eserinin sürekli karşıma çıkması, merakımı şeddeledi. 1992 de kaleme aldığı Kambur eseri ile başlangıç yapmış oldum. Yazarı tanıma halinden bağımsız, kitabı elime aldığımda, bir sayfaya düşen bir mısrayı görmek "kâğıt israfı" düşüncesinden hareketle biraz sinirlerimi harekete geçirdi. Giriş kısmı olumsuz yönde düşünce oluşturdu. İfadeleri yetersiz geldi. Noktalama işaretlerinin yerli yerinde olup- olmadığı hususunda tereddüt etmek, anlam bütünlüğünü yakalamamı zorlaştırdı. İki sayfaya düşen olaylar örgüsünde süratli geçişler zihinde resmetmeyi yavaşlatıyordu. Üçüncü sayfaya düşen mizah parçası, karakterin kendi gözlemleri, içsel monologları esere tat vermeye başladığı yerlerden birkaçı.
İki varoluş kaygıları arasına sıkıştırılmış – kurgu olduğu düşünülen- günlüklerden oluşan esere kaba bir yaklaşım tarzıyla gelişime pişman ettiği için yazara müteşekkirim. Pek çok yerinde yakaladığım duygudaşlık, yazarı tanıma merakına sevk oldu. On sekiz yaşında eseri kaleme aldığını öğrendiğimde bir kere daha sarsıldım. Otuzlu kırklı yaşlarda gelen derinliği görmek şaşırtıyor. Bir röportajında; " Yazar olma hayalim yoktu. Ben kendi inşaat alanıma, kendi harabatıma girmek istiyordum." Diyor, On sekiz yaşında kaleme aldığı Kambur eserini yazdığı zamana atfederek. Sosyal Meyda ve Bilgisayardan uzak bir hayat yaşaması onun tanınan biri oluşuna engel olamıyor. " Cevher iyi ise her şekilde ortaya çıkar!" sözleri de bunu destekliyor. Ne var ki kalemindeki cevhere mukabil, daha ziyade tanınır olmasına sebep olacak röportajların yetersiz olduğunu gözlemledim. Yazarın diğer kitaplarını okuyacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum.
Kambur
Şule Gürbüz
İletişim Yayınları
92 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 12.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 31.01.2025 10:28